Paylaş
Türkiye’nin huzursuz Kürtlerinden birçoğunun bu soruya cevabı uzun bir süredir ‘Hayır’dı. Fakat şimdi Türkler birlikte yaşamanın yararını sorguluyor...”
Bu satırlar İngiliz The Economist Dergisi’nin son sayısından...
Makalede bölünme senaryolarından Türk güvenlik ve istihbarat yetkilileriyle Abdullah Öcalan arasında bir süredir süren “gizli görüşmelere” ilginç iddialar var...
Benzer iddialar zaman zaman Türk basınında da tartışılıyor...
Peki ama neye dayanarak yapıyoruz bu tartışmayı?
* * *
Mesela Türklere ve Kürtlere şimdiye kadar “beraber yaşamak isteyip istemediklerini” sorduk mu?
Gerçekten kaç kişinin “Bölünsek daha iyi olur” dediğini biliyor muyuz?
Dahası içinde bu türden sorular bulunan bir anket yapmak ne kadar mümkün?
Ve en önemlisi Türkiye’nin siyasi, kültürel ve hukuki iklimi bu soruların açıkça tartışılmasına imkân tanıyor mu?
Lafı hiç uzatmaya gerek yok, sadece iki örnek vereceğim...
* * *
Geçenlerde Türkiye’nin önde gelen bir siyasetçisi ile Kürt meselesini konuşuyordum.
Beni şaşırtan bir cesaretle “Kişisel olarak bölücülüğü savunmanın hukuken yasak olmasına hiçbir anlam veremiyorum. Bırakalım isteyen istediğini savunsun” dedi.
İsmini yazsam neden şaşırdığımı anlarsınız, ama yazamam...
Çünkü hemen arkasından ekledi...
“Şimdi ben kalkıp ‘Bölücülüğü savunmak bile hukuken serbest olmalı’ desem kıyamet kopar...”
Kıyamet kopmaz belki ama yıldızı hayli parlak o siyasetçinin politik yaşamı ertesi gün bitebilir...
O da zaten bu durumu çok iyi bildiği için samimi duygu ve düşüncelerini ancak çok özel görüşmelerde yazılmamak kaydıyla dile getirebiliyor...
* * *
Şimdi gelelim ikinci örneğe...
Bırakın Türkiye’de insanların siyasi düşüncelerinin ne olduğunu, kaç Türk ya da Kürt’ün bölünmek istediğini bilmeyi, hâlâ Türkiye’de kaç Kürt, kaç Alevi var onu bile bilmiyoruz...
Biliyorum diyen ya sallıyor, ya tahmin yapıyor ya da geçmişte yapılan birtakım araştırma ve anketleri dikkate alarak projeksiyon yapıyor...
Çünkü uluslararası standartların gereği olmasına rağmen Türkiye’de nüfus sayımlarında hâlâ etnik ve dini kimliğe ilişkin soru yok...
Geçen hafta Meclis’te bu konu gündeme geldiğinde milletvekilleri arasında yine çok anlamsız “ihanet ve bölücülük” suçlamalarına varan bir tartışma yaşandı.
Akıl alır gibi değil...
Kendi nüfusunu tüm özellikleriyle saymaktan ve tanımaktan korkan bir ülke Türkiye...
Hazin olan şu ki Cumhuriyet’i kuran kadro bir imparatorluğun yıkıntısı üzerine ulus inşa ederken bile nüfus sayımlarında bu soruları sordu.
1930’lu yılların başında yapılan ilk nüfus sayımında etnik ve dini kimliğe ilişkin sorular tüm açıklığı ile soruldu ve sonuçlar açıklandı.
Komik olan şu ki 1960 ihtilalinden sonra bu tür sorular yine sorulmuş ama korku siyaseti devreye girdiği için sonuçlar devletin gizli kasasına konmuş...
* * *
En vahimi de 1980 ihtilalinden sonra yaşananlar...
Sayımda etnik ve dini kimliğe dair soru bulunduğu için zamanın Devlet Güvenlik Mahkemesi Nüfus Müdürlüğü’nü bölücülükle suçlayan bir dava açmış...
Devletin bir kurumu diğerini bölücülükle suçluyor!
Bu trajikomik hikâyenin detaylarını bilmek isteyenlere Fuat Dündar (Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar) ve Faruk Bildirici’nin (Anıtkabir Racon Zambak) yazdığı iki kitabı tavsiye etmek istiyorum ama ikisi de piyasada yok...
Böyle bir ortamda “Kürtler ve Türkler birlikte yaşamalı mı” sorusu üzerinden yapılan bir tartışmayı spekülatif olmanın ötesinde ciddiye almak mümkün mü?
Bence değil...
İster Türk medyası olsun isterse anlı şanlı İngiliz medyası...
Paylaş