Onuncu Yıl Marşı, Mustafa Kemal’in isteği ve önermesiyle yazılmış ve ilk dörtlüğün son dizesi yine doğrudan onun isteğiyle "demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" biçimini almıştır.
Ülkemizde kara trenin öyküsü, 23 Eylül 1856’da İzmir-Aydın hattında başlamış; Ulu Önder Atatürk döneminde ise maddi imkansızlık ve yetersiz teknolojiye karşın 15 yılda 3 bin 400 kilometre yeni demiryolu yapılmıştır. Demir ağlar ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmenin lokomotifi olmuştur.
DEMİRYOLU UNUTULUYOR
1950 sonrasında ise karayolu yapımına ağırlık verilerek, demiryollarının ulaşım sisteminde payı giderek azalmış ve en temel hizmet sektörü ulaşım, karayoluna bağımlı hale gelmiştir. Türkiye, ilk on yılında yaptığı demiryolu hamlesinin yüzde onunu, kalan 60 yılda gerçekleştirememiştir. Son dönem demiryolu projelerimizden biri de hızlandırılmış trendi. İstanbul-Ankara arasındaki hızlı trenlere iki cumhuriyet dönemi yazarının adı verildi: Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Yahya Kemal Beyatlı. Ancak bu rüya çok geçmeden kabusa dönüştü. Avrupa ülkeleri ise, bugünkü ekonomilerine o yıllarda demiryollarına yaptıkları yatırımlarla gelmişlerdir. Demiryolu taşımacılığı hep ön planda tutulmuştur. Yük ve yolcu taşımacılığını ayrı hatlarda gerçekleştirmiş; bununla beraber hızlı trenlerin kullanılması için sistemi sürekli geliştirmişlerdir. Türkiye’de, karayolu yapımına verilen öncelik nedeni ile tüm AB ülkelerinin sahip olduğu kadar kamyon ve otobüs bulunmaktadır. Bu yüzdendir ki ünlü otobüs ve kamyon firmaları, Avrupa’da üretim yapmak yerine fabrikalarını Türkiye’ye taşımış, Türk pazarına yönelmişlerdir. Bu durumu ekonomi adına iyi bir gelişme olarak değerlendirebiliriz.
İŞTE SİZE BİR ÖRNEK
Ama bu bu gelişmelere ayak uyduramıyoruz. Büyüyen otomotiv sektörü, bilinçsiz sürücüler, denetim eksikliği, yanlış yapılanma ve yetersiz yollar... Böylesine karmaşık bir yapı içinde alınan önlemler ve unutulan yol güvenliği...
İşte size bir örnek; yükleme, boşaltma noktaları Avrupa yakasında olduğu için, trafiğin yoğun olduğu saatlerde ağır vasıtaların İstanbul’a giriş ve çıkışı yasak. Sabah saat 10.00’dan sonra şehre giriş yapan kamyonların yükünü boşaltıp yeniden şehir dışına çıkması için 6 saati var. Bu süre yeterli bir zaman değil. Çünkü saat 16.00’da başlayan yasak, 22.00’de bitiyor. Bu saatler arası aşırı bir birikme oluyor. Gün içinde bekleyen ağır vasıtalar saat 22.00’de İstanbul’un çeşitli noktalarından hareket ederek TEM gişelerine geliyorlar. Hem de yüzlercesi. İşte bu noktada ortaya çıkan görüntü tehlikenin de boyutlarını ortaya koyuyor. Çünkü sürücü yükünü her türlü hava ve yol şartlarında verilen zamanda yerine ulaştıracak. Aksi takdirde işinden olabilir. Güvenlik mi?...
TEM YOLU ÇOK TEHLİKELİ
Binek araçların ve otobüslerin dikkatine!.. Saat 22.00’den sonra TEM yolu çok tehlikeli. Gişelerden aynı anda geçiş yapan 10’arlı kamyon gruplarının 50 metre içinde en sağ şeride girmesi gerekiyor. Sizce bu mümkün mü? Tabii ki böyle olmuyor. Dilovası rampasına kadar 4 şerit, ağır vasıtalar tarafından kullanılıyor. Sadece ağır vasıta sürücüleri değil, diğer sürücüler de trafik kurallarını unutuyor TEM yollarında. Kontrolü sağlanmayan tüm yollarda olduğu gibi.
Eğitimli sürücülerin bile trafikte bir başkasına yol vermemek için sarf ettiği çabayı görüyoruz. Bu fedakarlığı, ilkokul mezunu hatta okuma yazma bilmeyen bir sürücüden beklemek doğru olur mu? Ayrıca kim kime yol veriyor ki?
Bu geçiş üstünlüğünü kazanmak için gaz pedalını döşemeye kadar basmak çare olarak görülüyor. Hal böyle olunca TEM yolu, Bolu gişelerine kadar süren ölümüne bir yarışın startı da verilmiş oluyor. Trafik denetlemesi yapan polisimizin ömrünü tamamlamış araçlarına saatlik 1 litre benzin verildiğini düşününce, söylerken gururlandığımız, göğsümüzün kabardığı Onuncu Yıl Marşı’nın dizeleri aklıma geliyor. Türk’üz, Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,