TAHRİK edici bir soruyla başlayayım. 1980 sonrasının ‘‘yeni aristokratları’’ yeni işadamları ve medya seçkinleri midir?
Bir yazar, ‘‘yeni aristokrat’’ portresini şöyle çiziyor:
‘‘Medya Center'larda yalnızca yöneticilerin yemek yediği şık lokantalar, yalnızca onların kullanabildiği yüzme havuzları vardı. Bu ayrıcalıklı sınıfla diğerleri neredeyse asansörde bile karşılaşmıyordu. Eskisi gibi elinde bir haber metniyle yayın yönetmeninin odasına girmek imkánı ortadan kalkmıştı.’’
* * *
Bugün size ilginç bir kitaptan söz edeceğim.
Bu kitapta yapılan analizler benim hakkımda çok övünülecek bir portre çizmiyorsa da, 1980 sonrasının anlaşılması açısından mükemmel bir çalışma olduğunu söyleyebilirim.
Yazarı, Rıfat N. Bali.
Onun adına ilk defa, ‘‘Birikim’’ dergisinde rastlamıştım.
Şimdi ‘‘İletişim Yayınları’’ndan 1980 sonrası yeni işadamı ve gazeteci profilini anlatan kitabı yayınlandı.
Adı: ‘‘Tarz-ı Hayattan, Life Style'a’’
Kitabın tezi şu:
Marksizmin çökmesi ve 1980 sonrasında Özal'la birlikte başlayan liberal dönem, Türkiye'nin eski işadamı ve gazeteci elitini tasfiye etti.
Bunun yerine, yeni bir işadamı ve yeni bir gazeteci tipini ortaya çıkardı.
Türkiye'nin ‘‘yeni aristokrasisini’’ işte bunlar oluşturuyor.
Rıfat N. Bali, bu yeni gazeteci sınıfına ‘‘özel bir idelojik misyon’’ yüklüyor.
Bu misyon da ‘‘yeni Türk insanını ortaya çıkarmak’’.
Bu yeni ‘‘Türk insanını’’ da, Ufuk Güldemir'in bulduğu, Serdar Turgut'un popülerleştirdiği ‘‘Beyaz Türk’’ kavramı ile ifade ediyor.
Kitabın tezi şu cümleyle özetleniyor:
‘‘Yeni Türk insanının ne şekilde olması gerektiği konusundaki şartnamayi hazırlayanlar da köşe yazarlarıdır.’’
* * *
Kimdir bu köşe yazarları?
Yazar bu yeni sınıfı, Güneri Cıvaoğlu,Mehmet Barlas, Güngör Mengi ve Güngör Uras'la başlatıyor.
Daha sonra ise aralarında benim, Mehmet Y. Yılmaz, Bekir Coşkun, Serdar Turgut, Hıncal Uluç, Hadi Uluengin, Ayşe Arman, Mine G. Kırıkkanat, Zülfü Livaneli, Zeynep Göğüş, Cengiz Çandar, Murat Birsel, Can Ataklı, Mehmet Altan'ın bulunduğu yazarlarla devam ediyor.
Bu dönemin en büyük iki temasından birinin, ‘‘yeni milliyetçilik’’ imajının geliştirilmesi olduğunu vurguluyor.
Bu yazarların, özellikle bayram günlerinde ve milli duyguların yükseldiği anlarda evlere bayrak asılmasını teşvik ettikleri belirtiliyor.
* * *
Bu yazar kuşağının geliştirdiği ikinci önemli kavram ise ‘‘Tüketim’’.
1960 ve 70'li yıllar, Türkiye'de ‘‘Üretim’’ kavramının yüceltildiği yıllardı.
Dönemin hákim ideolojisi sol olduğu için, bunun böyle olması da normaldi.
O yüzden 60 ve 70'li yılların siyasi afişlerine baktığınız zaman şunu görürsünüz.
Stilize edilen insanların elleri ve ayakları, normalin çok üstünde büyüktür.
Çünkü üreten organlar onlardır.
1980'li yıllarda bu zihniyet aşıldı.
‘‘Tüketen insan’’,‘‘üreten insanın’’ yerini aldı.
Tabiatıyla bu da, gazetelere yansıdı.
Türkiye, serbest pazar ekonomisine geçiş ve küreselleşme ile birlikte ‘‘markaları’’ keşfetti.
‘‘Marka’’, tüketimin alameti farikasıdır.
* * *
Bu dönemde basına giren öteki iki yenilik de, yazarların kişisel dünyalarının ve hayvanların kamuya açılmasıdır.
Özellikle son 10 yılda bu bakımdan bir zihniyet patlaması yaşandı.
Rıfat N. Bali'nin kitabı, bu gelişmeleri çok titiz bir arşiv taraması ve çok özenle seçilmiş örneklerle anlatıyor.
Ben, yaptığı analizi tamamen paylaşıyorum.
Ama bundan çıkardığı sonuçlarda aynı fikirde değilim.
Aramızdaki fark da şu: O bu yeni gazeteci sınıfını, negatif bir gözle okuyor.
Ben ise pozitif.
Kendisini arayıp, bu güzel çalışma için kutladım.
Ama şu soruyu da sormadan edemedim.
‘‘Eğer köşe yazarlarının sayısı bu kadar fazla olmasaydı, yeni yazarlar da eskileri gibi sadece siyasi yazılar yazmaya devam etseydi, yaşadığımız Türkiye daha az renkli olmaz mıydı?’’
Renk, hayatını sadece siyasete ayarlamış insanlar için pek bir şey ifade etmeyebilir.