Paylaş
Henüz 17 yaşında bir çocuğum...
O iki yıl hayatıma öyle iki kahraman girdi ki...
Hiç çıkmadılar...
Biri Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” oyununun kahramanı Kaymakam Bey...
Yolların kardan kapandığı bir dönemde aniden gelip de kasabayı sömüren, mazlumlara zulmeden müesses nizamı tarumar eden anonim deli...
Öteki ise Haldun Taner’in Keşanlı Ali’si...
Kasabanın zalim güçlüsünün kurduğu adalet kumpasının mazlumu delikanlı...
Ve bir de onun sevdalısı Zilha...
Evet o Zilha karakteri...
Zilha deyince de tabii ki aklımdan çıkmayan o rolün efsane kadını Gülriz Sururi...
Yeni yılın ilk günü işte o Zilha’yı kaybettik...
Türkiye’nin dimdik bir kadınını yitirdik yani...
Zilha kasabanın erkek nizamına meydan okuyan gümbür gümbür bir kadındı...
Tıpkı Gülriz Sururi gibi, bu ülkenin maço ahlakına meydan okuyan kadındı.
Daha ölüm haberini almadan, sessiz sedasız bir törenle uğurlandığını öğrendik.
Çünkü benim de yıllardır eleştirdiğim, bize yakışmıyor dediğim cenaze sakilliğimizi reddetmiş. “Beni sessizce gömün” diye vasiyet etmiş.
Neden...
Çünkü en zenginimizden en yoksulumuza, en şehirlimizden en köylümüze, hepimize musallat olmuş bu ölüm lakaytlığını kendine yakıştıramadı.
Çünkü bir insanın tek başına saygı beklediği son anındaki bu kolektif sakillik onun bırakmak istediği son kare değildi.
Çünkü teneke kasalı kaptıkaçtıları cenaze arabası yapan, güzel bir tabutu, onun başında takım elbiseli kravatlı bir vedayı umursamayan kolektif lakaytlığı reddetme hakkını kullandı.
Çünkü musalla taşı başında dahi, elindeki kâğıttan ölen insanın ismini doğru dürüst okuyamayan, konuşmasına insani üç-beş cümleyi bile fazla gören ve bunu gelenek diye yutturmaya kalkan hocaların hoyratlığına bırakmak istemedi kendini...
İyi yaptı bence...
Kumpasla hapse atılan sevgilisinin ardından tek başınalığı, yalnızlığı, gönüllü sürgünü seçen Zilha’ya yakışan bir şey yaptı...
DEMEK Kİ MÜSLÜMAN ARAP YILBAŞINI KUTLAYABİLİRMİŞ
DEMEK ki Saddam yanlısı Iraklı Müslüman Taksim’e çıkıp yılbaşını büyük bir coşkuyla kutlayabiliyormuş...
Demek ki Pakistanlı Müslüman kardeşimiz için yılbaşı haram değilmiş...
Demek ki kimse, Suriye’de savaşan ÖSO’cu Müslüman biraderimiz için yılbaşı kutlamasını yasaklayacak bir fetva vermemiş...
Demek ki yılbaşını İstanbul’da geçiren bütün Arap ülkelerinin Müslüman yurttaşlarına yılbaşını zehredecek tek kelime edilmemiş.
Bakın ne güzel...
Hepsi birlikte, üstelik de dünyanın her yerinden gelen Hıristiyanlarla omuz omuza yılbaşı kutlaması yaptılar, eğlendiler.
Samimi söylüyorum...
Bana göre bu yılbaşının en hatırlanacak yanı buydu.
Biz Türk Müslümanlar, belki de tarihimizin en ruhsuz yılbaşını geçirdik.
Arap dünyasındaki Müslüman kardeşlerimiz ise Kahire’de, Dubai’de, Beyrut’ta, Bağdat’ta hatta Şam’da...
Bir de Taksim’de yılbaşına büyük coşku ve eğlenceyle girdiler.
Çok sevindim bu tabloyu görünce...
TAKSİM’DE ÖSO BAYRAĞINI ELEŞTİRMEK IRKÇILIK DEĞİL
Hiç lamı cimi yok...
Yılbaşı gecesi Taksim’de ÖSO bayrağı açmak normal bir davranış değil.
Hiç lamı cimi yok...
Bu harekete tepki göstermenin ırkçılıkla hiçbir alakası yok.
Hiç lamı cimi yok...
Bu bayrak, yılbaşında bütün Avrupa’da yeniden güzel ve cazip bir destinasyon olma çabasını sürdüren İstanbul ve Taksim’e iyilik yapmamıştır.
Dolayısıyla hiç lamı cimi yok.
Bu densiz adamlara hafifletici neden aramanın manası olamaz.
BİRAZ DEĞİL BAYAĞI BİZİ DE ANLATAN İTALYAN DİZİSİ
YENİ yıla harika bir İtalyan dizi filmi ile başladım.
Digiturk’e konulan “My Brilliant Friend” (Benim Akıllı Arkadaşım) adlı dizi, 1950’li yılların başında Napoli’nin varoşlarında başlıyor.
İlkokula birlikte giden ve sınıfın en parlakları olan iki kız çocuğunun hikâyesi...
Kasabanın sınıf çelişkileri, yoksulluk, şiddet, kız çocuklarını okula göndermeyi reddeden zihniyet içinde gelişen bir arkadaşlık.
Sonra yavaş yavaş İtalya’nın gelişmesini izliyorsunuz. İlk televizyonlar, okula devam eden arkadaşlar, okulu bırakıp hayata atılanlar... Araya siyasi görüş farklarının girmesi, sıra arkadaşlıklarının düşmanlığa dönüşmesi... Kıskançlıklarımız, ilk aşklarımız...
Fransa’daki öğrencilik yıllarımda seyrettiğim Ettore Scola’nın “Birbirimizi Öyle Çok Sevmiştik ki” filmini hatırladım.
Çocukluk arkadaşlıklarının bir araya gelmesinin nasıl bir sosyal tarih yazdığını görüyorsunuz.
Filmde kendi çocukluğumun geçtiği İzmir’in Kahramanlar semtinden de çok çizgiler gördüm.
Çok ama çok sevdim bu diziyi...
Paylaş