Sezen ‘Evet’ diyebilir mi

SEZEN’i özlemişim.

Paris’te aylaklığımın sıfır yılını yaşarken, Sezen dinledim.

Mesela “Değer mi hiç”i yeniden keşfettim.
Hayata o şarkının sözlerinden baktım.
“Değer mi hiç” sorusunun arkasına, hayatımla ilgili birçok konuyu ekledim.
Şunun için üzülmeye değer mi?
Bunun için risk almaya değer mi?
Hayatımın son 20 yılına, son 10 yılına, son 5 yılına baktım.
Beni üzen, beni sıkıntıya sokan, bana risk aldıran her şeye tekrar tekrar baktım.
* * *
Soru “Değer mi hiç” diye başlıyordu.
İnsan “Değmezmiş” diyecek gibi olurken, birden duruyor.
Beş on saniye düşünüyor.
Sonra tıpkı Sezen’in ikinci bölümde söylediği cevap geliyor.
“Değer canım, değer...”
Benim hayatımın 20 yıllık bilançosu da, Sezen’in sözleriyle tamamlanıyor:
Değermiş.
Üzüntülerim, sıkıntılarım, aldığım riskler, sırtıma aldığım ağır yükler...
Hepsi, hepsi değermiş.
Türkiye’de döndüm ki, benim içinde bulunduğum mahalle Sezen’e kızgın.
Çünkü referandumda “Evet” diyeceğini açıklamış.
Parmaklar ona uzanmış, hançereler gerilmiş, hesap soruyorlar:
“Sen nasıl evet dersin...”
Bu hesap sormalar çok ağırıma gitti.
Bunu söyleyenlerin Sezen’i hiç tanımadıklarını hissettim.
* * *
O, cemaatlerin üzerine çıkmış bir sanatçı.
Yıllarca içinden ne geliyorsa, bize şarkı olarak söyledi.
Şimdi içinden ne geliyorsa, fikir olarak, görüş olarak da söylüyor.
Kürt meselesinde böyle yaptı.
Ermeni meselesinde böyle yaptı.
Anayasa değişikliği konusunda da böyle yapıyor.
İçinden öyle geliyor, samimi; bırakın söylesin.
Sadece o değil, herkes istediğini söylesin.
Ben “Hayır”ları çok bol bir “cemaatte” yaşıyorum.
“Cemaat” kelimesini, dini manada değil, sosyolojik anlamda kullanıyorum.
Bizim mahalledeki baskılar, dini cemaatlerin mahallelerindeki baskılardan hiç de az değil.
Üniversitede sosyolojiye giriş derslerinden aklımda en çok kalan konulardan biri Ferdinand Tönnies’in, “cemaat”, “cemiyet” karşılaştırmasıydı.
Toplumlardaki ilerlemenin “cemaat” tipi dayanışmadan, “toplum” tipi dayanışmaya geçişle sağlandığına dikkati çekiyordu.
Çok tartışılan bir tezdi ama beni etkilemişti.
Türkiye’deki kamplaşma, ne yazık ki hızla bireyi siliyor ve yerine, cemaatlerin despot iklimi içinde, robot gibi hareket eden tek tip insanların sayısını çoğaltıyor.
Oysa gerçek demokrasilerin, gerektiğinde “cemaatlerine” kafa tutabilen bireylere ihtiyacı var.
“Bizim kanatta ne denirse o doğrudur” zihniyeti, Türkiye’yi hızla despot bir iklime götürüyor.
* * *
Şimdi bizim mahalleye sesleniyorum.
Sezen’e kızmayın.
Türkiye’de laik duyarlılığa, modern hayat tarzına sahip insanlar, artık toplumun öteki kesimlerinden çok daha fazla hoşgörülü, çok daha fazla demokrat, çok daha az “cemaatçi” olmalıdır.
Üzülerek hepimize şunu hatırlatmak isterim.
Bizler bu toplumda artık azınlıktayız.
Dolayısıyla hoşgörüye, sağlam anayasal güvencelere herkesten daha çok bizim ihtiyacımız var.
Ve bizler, gerçek birer demokrat olduğumuzu, önce kendi mahallemizden başlayarak herkese göstermeliyiz.
Bırakın o güya liberal aydın tayfası, kendi cemaat despotizmi içinde kaybolup gitsin.
Türkiye’de asker siyaset sahnesinden çekilirken, onlar askerden beter bir zulüm rejiminin neferleri haline gelsin.
Bizlere yakışan; gerçek, çağdaş, çoğulcu bir kurumlar demokrasisini savunmaktır.
İnanın Sezen, bu yeni insan profilinin en güzel örneklerinden biridir.
Yazarın Tüm Yazıları