Paylaş
Eskişehir Garı, belki de tarihinin en ilginç karşılama törenlerinden birine hazırlanıyor.
Heyetin başında ince çerçeve gözlüklü, papyonlu bir kişi var.
Tren tamamen durunca, arka vagonlara doğru bakıyorlar.
Vagondan elinde büyük bir çiçek sepeti ile genç bir adam iniyor.
Resmi heyet genç adama doğru ilerliyor ve baştaki papyonlu kişi, “Şehrimize hoş geldiniz” diyor ve heyet birlikte yürüyüşe geçiyor.
Bir süre yürüdükten sonra o günkü adıyla Doktorlar, şimdiki adıyla İnönü Caddesi’nde bir dükkânın önünde duruyorlar ve papyonlu kişi, trenden inen gence, “İşte burası” diyor.
* * *
1959 yılında, Eskişehir Garı’nda yapılan bu karşılama töreninin hikâyesi, ondan bir ay önce, Ankara’da Kızılay Meydanı’nda Gima binasının bulunduğu yerde başlıyor.
Papyonlu bir kişi ve yanındaki genç o gün, kapısında “Kamelya Çiçekevi” yazan kapıdan girerken kafalarında, Eskişehir tarihinin en renkli projelerinden biri vardır.
Papyonlu kişi, Eskişehir İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’nin, yani bugünkü Anadolu Üniversitesi’nin kurucularından biri olan efsanevi hoca Prof. Orhan Oğuz’dur.
Yanındaki genç adam ise, bugünün yaşayan efsanesi Yılmaz Büyükerşen.
Orhan Hoca, çiçekçide kendini karşılayan kişiye, “Patron nerede” diye sorar ve “Arkada yazıhanede” cevabını alır.
Orhan Hoca, “Biz Eskişehir’de bir akademi kurduk. Şehir gelişmeye namzet ama bir tek çiçekçi dükkânımız yok” der ve teklifini yapar:
“Eskişehir’de bir çiçekçi dükkânı açar mısınız?”
Çiçekçi şaşırır. Ama cevabı olumludur:
“Açarım ama çiçekleri oraya nasıl götüreceğiz?”
Bunun cevabı kolaydır.
Her sabah Ankara’dan saat 8.00’de kalkan bir motorlu tren vardır ve bu tren saat 11.00’de Eskişehir’e ulaşır.
Eskişehir’de açılan ilk çiçekçi dükkânının hikâyesidir bu.
Ramazan adında 16 yaşında bir çocuk bulunur. Ankara’ya Kamelya Çiçekevi’nde staja gönderilir.
Ve ilk çiçek işte o gün gelir.
Çiçekler, dükkânın vitrinindeki vazolara yerleştirilir.
Herkes heyecanlıdır. Orhan Hoca akşamüzeri Yılmaz Büyükerşen’e “Git bak bakalım, kaç çiçek satılmış” der.
Satılan tek çiçek yoktur.
Bunun üzerine cebinden biraz para çıkartır ve “Git bana üç tane gül al” der.
Ertesi gün 6 tane gül alır.
Ama işler bir türlü açılmaz.
Bunun üzerine ellerinde çiçeklerle apartmanlara girerler ve kapıları çalıp çiçek hediye ederler.
Ama işler bir türlü açılmaz. İnsanların çiçek alma alışkanlığı yoktur.
* * *
Sonra bir 29 Ekim günü, Orhan Hoca’nın pazarlama dehası soruna çare bulur.
Cumhuriyet Bayramı töreni için, Ankara’dan üç çelenk yaptırıp getirtir. Atatürk Anıtı’na bu çelenkler konur.
Vali çelenkleri görünce, “Bunları İstanbul’dan mı getirttiniz” diye sorar. Orhan Hoca, “Hayır Eskişehir’de çiçekçi açıldı. Orada yaptırdık” der. (*)
Böylece devlet, çiçek alımına başlar.
Bugün Eskişehir’de 40’tan fazla
çiçekçi var.
Bir gün Türkiye’nin çiçekçilik tarihi yazılırsa, herhalde Eskişehir Garı’nda o gün yapılan bu törene ayrı bir bölüm açmak gerekir.
* * *
Önceki hafta cuma günü Eskişehir’deydim.
Yılmaz Büyükerşen bana şehri gezdirdi.
Bundan yarım asır önce, şehre ilk çiçekçi dükkânını açtıran bu vizyoner insanların yaptığı işleri hayranlıkla izledim.
Bir insan, bir şehrin kaderini bu kadar mı değiştirebilir?
Ben yaptığı işi, Porsuk Çayı’nın etrafını güzelleştirmekten ibaret sanıyordum.
Meğer başka daha neler yapmış.
Gittiğimiz her yerde İstanbul’dan İzmir’den gelmiş turistler vardı.
Çoğu kadınlardan oluşan turistler, Büyükerşen’i gördükleri an alkışlamaya, dokunmaya, birlikte fotoğraf çektirmeye koşuyorlardı.
Solcular ülkeyi yönetemez diye düşünenler gidip Eskişehir’i görsünler.
Çok teşekkürler hocam.
Sadece Eskişehir değil, bütün Türkiye seninle iftihar ediyor.
(*) Yılmaz Büyükerşen: “Zamanı Durduran Saat”, Doğan Kitap, 2010, s. 124-130.
Paylaş