1970’li yıllarının “Genesis”inin davulcu ve şarkıcısı, daha sonra kendi adına yaptığı şarkılarla, bizim kuşağımızın üzerinde çok özel epey hatıra bırakmış biridir.
Ece Ayhan şiiri kadar olmasa da, çok özel anlarımızda, gecelerimizde saygıyla andığımız bir şahsiyettir.
Dergi çok güzel bir fotoğrafını yayınlamış.
Gözlerinin altına yerleşmiş torbalar, alnına oturmuş bütün çizgilerle olağanüstü güzel bakıyor.
(Sevgili Ferit Şahenk, senin yaşlanmış haline çok benziyor.)
Önünde bir kokteyl ve içki arsenali duruyor.
Viskiler, mohitolar, buzlu votkalar?
Her halinden, “Merak etmeyin, ben iyiyim” diyen bir erkek var karşımda.
* * *
Oysa başında bir sürü sağlık sorunu var.
2000 yılında işitme kaybına uğradı.
Bir omurga ameliyatından sonra sol eli hissini kaybetti.
Bir şarkıcı düşünebiliyor musunuz, işitme kaybına uğruyor.
Aynı zamanda davulcu ve sol elinde his yok.
Geriye bir şey kalır mı? Kalıyormuş.
Humor? Mizah?
Allah’ın insana bahşedebileceği en olağanüstü bağışıklık ve savunma sistemi.
* * *
Derginin muhabiri soruyor:
“Sol elinizde hissi kaybetmek nasıl bir şey?”
Cevap:
“Mastürbasyon yapmayı mı kastediyorsun? Allahtan her zaman ziyaretime gelen arkadaşlar var?”
Hepimizin bir dönemine damgasını vuran “Against all odds” şarkısını söyleyen erkeğin cevabını görüyor musunuz?
Hayat budur işte.
Sizden bir şeylerin gittiği, vasat, sıradan ahlakın hayatınızdan bir şeyleri zorla kopardığı anda, kendinizle dalga geçebilmeyi başarmak.
Zaten dergi, yazının spotlarında onu, “Hip-hop yıldızlar ve deneysel mastürbasyoncular kuşağının esin kaynağı” olarak tarif ediyor.
* * *
Aynı dergide, “Teenage dreams” (Gençlik hülyaları) adlı albümünü çıkaran genç şarkıcı Katy Perry’yle yapılmış bir mülakatı da okudum.
Çılgın bir kız.
“Penis origamisi yapabilir misiniz”, “Memelerinizin graffitisini çizebilir misiniz” gibi harika sorular soran çılgın bir kız.
Peki gençlik hülyaları ne?
“Annem İspanya’da Jimi Hendrix’le bir gece geçirmiş. Ben Jimi Hendrix Jr. olabilirdim. Babam Woodstock’taydı ve Timothy Lear’in uyuşturucu satıcısıydı, otostop yapardı ve bir gün Robert Redford onu arabasına almış” diyor.
Gençlik hülyaları mı, Woody Allen şuuraltı mı?
Paris Match Dergisi’nin son sayısının kapağında ise Johnny Hallyday’in kendisinden çok genç eşi Laetitia ile denizde birbirine sarılmış fotoğraflarını gördüm.
Johnny Hallyday’ın genç bir yol arayışını, yenilenme çabasını, hep takdir ettim.
Ama fotoğraf trajikti.
Yanlış tedavi sonunda girdiği komadan çıktıktan sonra, eski botokslar, estetikler çorap söküğü gibi akıyordu.
Karısı ise sanki ona nazire yapar gibi üstü tamamen çıplak pozlar vermişti.
Dirk Bogarde’ın ölmeden önceki fotoğraflarını hatırladım.
Hafızamdan hiç çıkmayacak kadar etkileyiciydi.
Hatta kendi kendime şunu sormuştum: “Gay’ler erkeğe mi daha yakındır, kadına mı?”
“Bence kesinlikle erkeğe” demiştim.
* * *
Haliyle, “Erkeğin yaşlanması nasıl bir şeydir” diye düşünmeye başladığım bir dönemdeyim, hayata bu gözlerle bakıyorum.
Artık hayatı güzel ve “etkileyici” biçimde yaşamanın adap ve muaşeretini öğrenmeye çalışıyorum.
Yıllarca kendimi sadece “kendimi ti’ye alarak” savundum. Hayâsız saldırılara, iplemeyerek, dalga geçerek, küçümseyerek karşı durdum.
Şimdiyse çok daha etkili bir savunma aracını keşfediyorum.
“Deliliği? Çılgınlığı?”
Yani yukarda sözünü ettiğim “Teenage hülyaları”nı; Woody Allen sayıklamalarını?
En sevdiğim insan bana “Sen delisin” dediği zaman; yemin ediyorum, kendimi, onun gözüne girmiş mükemmel bir çocuk olarak görüyorum.
Artık Foucault’yu çok daha iyi anlıyorum.
Hayatımı zehretmeye çalışan insanların dokunamayacağı tek mahrem alanımın “delilik” olduğuna inanıyorum.
Beni yenilmez bir savaşçı yapan yanım yani?
Hissini kaybetmiş her duygumun merhemi bu.
Yani sağ olsunlar, ziyaretime gelen arkadaşlar...
En az benim kadar deli arkadaşlarım?
Onlar var? Ve iyi ki varlar...