Paylaş
“Sayın Başbakan bir kadeh lütfen...”
Çok iyi ve safiyane bir duyguyla...
“Ne olur ailenizle bir balıkçıya gitseniz, orada yan masadaki insanlara bir su kadehi kaldırıp, merhaba deseniz...”
Onu su katılmamış rakı zannedebilenler çıkar diye, kolalı sarı renk bir içecek de olabilir diye devam etmiştim.
O günlerde kendisini destekleyenler beni yerden yere vurmuştu.
İçime atmıştım.
***
Bu olaydan bir yıl sonra, New York’tan önüme bir fotoğraf düşmüştü.
Başbakan Erdoğan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun açılışı için New York’taydı.
Orada verilen bir yemekte Başkan Obama bir konuşma yapmış, sonra kadehini masadaki başkan ve başbakanlara kaldırmıştı.
Gelen fotoğraf, Başbakan Erdoğan’ın kadehini Obama’ya uzattığı anı gösteriyordu.
İkisinin de yüzünde güzel ve dostça bir ifade vardı.
Erdoğan’ın yüzündeki ifade, bugün tekallüs etmiş halinden çok farklıydı.
Fotoğrafı gördüğüm an, “İşte o gün söylemek istediğim şey buydu” demiştim.
Ama bir yıl önce üstüme o kadar çok gelmişlerdi ki, konuyu tekrar açmak istememiştim.
Son günlerde Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarını içim burkularak dinliyorum.
Hatta artık dinlememeyi tercih ediyorum.
İrkiltici, korkutucu, bölücü, ayrıştırıcı, tehdit edici bir üslup...
Ne desibelimiz ne de frekansımız tutuyor.
Dün New York’tan gelen o fotoğrafı önüme aldım, uzun uzun baktım.
Dedim ki:
“Sayın Başbakan, ne olur Obama’ya sevgi dolu bir bakışla uzattığınız o eli, ülkenin öteki yüzde 50’sine de uzatsanız...
Kadeh iddiamdan vazgeçtim.
Belli ki, dış ülke liderlerine rahatça ve içinizden gelerek yaptığınız bu basit jesti, kendi halkınıza yapmak istemiyorsunuz.
Tamam, anladım...
Kadeh de olmasın.
Sadece dilinizi çekip, elinizi uzatın.
Son günlerde demir yumruk haline getirdiğiniz o eli açın...
Yumuşak, insani, kadife bir el, emin olun bir besmeleden çok daha etkili olacaktır.”
Öyle değil mi...
Bu ülkenin “Yeni Ötekileri” olarak, Obama kadar hatırımız da mı yok...
Gezi’ye katılanların sayısı 68 Mayısı’ndan fazlaydı
TÜRKİYE artık yeni bir Türkiye’dir...
Bugünkü iktidar dahil her şey eskimiştir, geride kalmıştır.
Dünün ilkel iftiraları ile Soğuk Savaş’ın aptal sloganları ile, miadı dolmuş mtinginlerle bugünü kucaklamak mümkün değildir.
Kim ne derse desin, ‘Gezi Gençliği’ doğmuştur.
Bu çocukların kafalarında “laik-mümin”, “türbanlı-türbansız”, “ülkücü-solcu”, “ulusalcı-liberal”, “devrimci-faşist” gibi 20’nci yüzyıl hurafeleri yok.
Eminim, muhafazakâr ailelerin çocukları da Gezi ruhunu çok iyi anlayıp, hissediyor.
Ve 68’i yaşamış biri olarak size ilginç bir şey söyleyeyim.
Türkiye’de Gezi eylemlerine katılanların sayısı, 1968 Mayısı’nda Fransa’da eylemlere katılanlardan çok daha fazlaydı.
68, Fransa’yı köklü biçimde değiştirdi.
Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Gezi de Türkiye’yi geri dönülmeyecek şekilde değiştirmiştir.
Epey insan ve kurumu ıskartaya çıkarmış; epey sloganı, siyaset yapma tarzını hüzünlü bir enkaza çevirmiştir.
Bir gün o polis de kışlasına çekilecek
ASKERİN kışlasına çekildiği bir dönemde, polis hınçla kışlasından çıkarılıyorsa, o ülkenin demokrasisinde ciddi bir arıza var demektir.
Polis de yetmeyip, 15 milyon tweet’in karşısına bir besmele konuyorsa, o ülkede teknolojiyi anlamayanlar ve inancı sömürenler var demektir.
İki ay önce “Türk hassasiyetinden” söz edenlere, ırkçı, faşist, bölücü diyenler; 2 ay sonra mitinglerini baştan sonra Türk bayrağı ile donatıyorlarsa, o ülkede ciddi bir oportünizm sorunu var demektir.
28 Şubat’ta yapılanlara “zulüm” diyenler, bugün iktidara geçip, o günlerde yapılanların bin beterini yapıyor ve buna bir de “ileri demokrasi” diyebilme cüretini gösteriyorsa, yeni elitin demokrasi anlayışının diktatörlerin çok sevdiği “halk demokrasisinden” hiç farkı yok demektir.
İki ay öncesine kadar dünyaya nizam vermeye kalkan bir hükümet, bugün Gezi Parkı’ndaki yeni Türkiye enerjisini 19’ncu yüzyıla bile yakışmayan iftiralarla ve cezalandırmalarla kontrol etmeye çalışıyorsa, kendi ülkesine bile nizam veremeyecek kadar çaresiz demektir.
Gezi eylemlerinde çocukların üzerine insafsızca giden polis için bir müdürü, “İkinci Çanakkale zaferini kazandınız”, Başbakan “Tarihi bir görev yaptınız” diyebiliyor, polisin halk eylemlerini bastırma gücünü daha da arttıracağını ilan ediyorsa...
O ülkede bir silahlı vesayetin yerini, bir başka silahlı vesayet almış demektir.
Silahına güvenen, siviline güvenemiyor demektir.
Kışlasından çıkan polis, kışlasından çıkan askerden iyi değildir.
Bu bilançodan övünülecek bir rejim çıkaramazsınız
ŞUNLAR doğrudur:
ERDOĞAN HÜKÜMETİNİN, ekonomide yaptığı güzel işleri inkâr etmek haksızlıktır.
ERDOĞAN HÜKÜMETİNİN, ulaşım, telekomünikasyon, sağlık alanında yaptığı iyileşmeleri inkâr etmek, iyilik bilmezlik demektir.
ERDOĞAN HÜKÜMETİNİN, Kürt sorununun çözümü için attığı adımları inkâr etmek, inkârcılık demektir.
ERDOĞAN HÜKÜMETİNİN, askeri vesayeti kaldırma konusunda attığı adımları inkâr etmek, demokrasi bilmezlik demektir.
***
Ancaaak... Şunlar da doğrudur:
ERDOĞAN’ın despot üslubunu inkâr etmek fanatik körlük demektir.
ERDOĞAN’ın, medya üzerine kurduğu baskıları, düşünce hürriyetini ortadan kaldırmasını, aydınları ve gazetecileri susturmasını görmezden gelmek, demokrasi açısından fecaat demektir.
ERDOĞAN’ın Suriye politikasındaki yanlışlığı ısrarla sürdürmesini kabullenmek, bu tarihi hataya ortaklık etmek demektir.
‘ERDOĞAN POLİSİ’nin Gezi eylemleri sırasında halkına yaptığı zulmü, uyguladığı şiddeti görmezden gelmek, vicdansız olmak demektir.
ERDOĞAN’ın yüzde 49’luk çoğunluğu, müstebit bir çoğunlukçuya çevirmesine sessiz kalmak, demokrasiye ihanet demektir.
ERDOĞAN’ın iftira ve yalan olduğu ispat edilmiş dini suçlamalarına ses çıkarmamak, hem çağın ahlakına, hem İslam’ın vicdanına ters düşmek demektir.
Paylaş