OHAL anayasasının getireceği 'bu hal'

ÖNÜMÜZDEKİ Anayasa değişikliği ile ilgili ilk ve son yazım budur.

Haberin Devamı

Çünkü bu tartışmaya girmeyeceğim.

Peki nedir bu duygu...

“Peşinen yenilgiyi kabul etmek mi...”

İsteyen öyle düşünebilir.

Benim gerekçem farklı.

“Tartışarak dahi bu sürece ortak olmak istemiyorum.”

O nedenle aklınıza gelebilecek sorulara bu yazıda yanıt vermek istiyorum.

Halk evet derse ne olacak?
Tabii ki Türkiye’nin yeni anayasası bu olacak.

Bu anayasa meşru olacak mı?
Tabii ki meşru olacak.

Ne kadar meşru olacak?
Neticede millete sorulmuş olmuyor mu? Tabii ki meşru olacak.

27 Mayıs askeri darbe anayasası, milletin yüzde 60.4 “Evet” oyunu almıştı ve meşruydu.
12 Eylül askeri dönem anayasası milletin yüzde 91.37 oyunu almıştı ve meşruydu.
Yüzde 50 küsur oy alacak bir OHAL anayasası da niye meşru olmasın...

Öyleyse derdin ne kardeşim?

Derdim ve hüznüm şundandır.

Demek ki, şu fani hayatımda gerçek bir sivil anayasa görmek nasip değilmiş...

Demek ki, gençliğimden beri demokrasiye geçiş diye hayal ettiğim şey, 2 askeri darbe anayasasından, bir sivil bürokrat OHAL anayasasına geçmekten ibaretmiş....

Artık kendi utancıma ortak olmak istemiyorum...

O yüzden beni mazur görün... Ben bu işte yokum...

Yenilirim, ama hiç olmazsa OHAL anayasasının getireceği BU HALE ortak olmam.


55 YIL VE İKİ ASKERİ DARBE ANAYASASINDAN ÇIKANLAR
BABAM, ben, eşim, kızımız ve torunlarımız, 55 yıldır 2 askeri anayasa tarafından düzenlenen bir ülkede yaşıyoruz.

Bunun 21 yılı 27 Mayıs Anayasası, 34 yılı 12 Eylül Anayasası ile geçti.

Yüzde 91.37 evet oyu almış 12 Eylül askeri dönem anayasası sayesinde:

Bülent Ecevit, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz başbakan oldu.

Turgut Özal, Süleyman Demirel, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan bu anayasa sayesinde hem başbakan hem cumhurbaşkanı oldu.

Ve şimdi ilk OHAL anayasamız için sandığa gideceğiz...


ÜLKEYİ TERK EDECEKLERE UYGUN BİR VALİZ TAVSİYESİ
KÜÇÜK İskender’in Can Yayınları’ndan çıkan “Valiz Bir” isimli yeni kitabında ülkeyi terk etmek ve valiz üzerine şöyle harika bir bölüm var:

“Garip bir ölüm taarruzundayız- Ortadoğu’da hazırladığın bavulun sapı yok- tutup çıkamazsın aceleyle- kucağında taşımak zorundasın...”

“Merdivenlerden inerken, merdivenlerden çıkarken gitgide ağırlaşacak mendebur...

Ülkeden bu kadar hatıra çıkaramazsınız... Valizinizde en fazla üç sır, üç ceset, üç aşk olabilir...

Sıvı yasak. Yani gözyaşı çıkaramazsınız...”

“İskender Bey ne tarafa?

Bilmiyorum henüz. Memur ‘Çıkışında sakınca yok’ damgası vursun hele- bulurum gidecek bir yer...”

“IŞİD’den mi, Kürtlerden mi, yönetimden mi kurtuluş bu İskender Bey, yanıt verin...

Müsaade ederseniz şu kalabalık beni ezmeden şu yana geçe...”

Cümle yarıda kalmış... Belki de korktuğu o kalabalığın altında ezilmiştir.

O yarım kalmış cümle yeterince anlatmıyor mu halimizi...

Valizi alıp gitmek, kaçıp kurtulmak da o kadar kolay değil kitlesel iştahı okşana okşana azmanlaştırılmış bu Ortadoğu’dan...


GRİPTE YATAĞINI SÜRPRİZ TATİLE ÇEVİRME SANATI
Kendinizi “Hak edilmiş tatil” psikolojisine sokun. Bireysel egonuz, kolektif şuurunuzun üzerine çıksın.

Evden ve yataktan çıkmayın, yatağı “entertainment (eğlence) konsoluna” çevirin.

Yatağın üzerinde en 4 kitap, 5 dergi olsun.

Uzaktan kumanda aletlerini fazla enerji harcamadan ulaşacağınız mesafeye koyun.

Ertelediğiniz diziler varsa, topluca seyredin. Haber kanallarından uzak durun.

Başucunuzda hep ılık zencefilli bir içecek olsun.

Gereksiz telefonlardan kaçının.


38 ATEŞLİ HALLERDE YATAK GÜNLÜKLERİ
10 Aralık: Oyalanmak için Spotify listelerimi güncelliyorum. Yılbaşı yaklaştığı için özellikle “En Romantik Türk Şarkıları” listemle, “Afternoon Jazz” listelerime ekler yapıyorum. Gece bomba haberi geliyor. Ateşim 39’u geçiyor.

11 Aralık: Türkiye’nin matem günü. Üzüntü bağışıklığımı daha da düşürüyor. Bitkinim. Bugün ve bu gece hayatımdan silinsin istiyorum. Epeydir seyretmek istediğim “Fall” dizisine başlıyorum. Bir şey öğreniyorum. Kadınları öldüren seri katiller bile bir seans sorgulandığında 8 saat deliksiz uyuma hakkına sahipmiş.

12 Aralık: Katliamda hayatını kaybeden çocukların fotoğrafları tek tek geliyor. Onlar için bir şey yapmak istiyorum... Bulamıyorum... Akrep Nalan’ın eski bir şarkısı “Halikarnas”ı yeniden keşfediyorum. Minoset alıyorum. Ateş 37.4...

13 Aralık: Türkiye’den kopmak, ıstırap realitesinden kurtulmak istiyorum. Boris Pasternak’ın yazdığı, Doktor Jivago romanının kahramanı Lara’nın gerçek hayatını anlatan kitaba devam ediyorum. İyi geliyor. Ateş hâlâ 37.2...

13 Aralık gece: Ridley Scott’ın “American Gangster” filmini yıllar sonra yeniden seyrediyorum. Şu cümleyi not alıyorum: “Hiçbir şeyin kalbini bulamıyorsun ki, bıçağı saplayasın...” Bıçağımı, çocuklarımızı kalleşçe şehit eden kalpsiz katillerin neresine saplayacağımı düşünüyorum.


HALEP DÜŞTÜ MÜ KURTARILDI MI
HALEP’te beklenen sonuca gelindi. Suriye’deki iç savaşı maç seyreder gibi seyreden Türk trolleri ise ikiye bölünmüş durumda.

Bir kısmı bunu “Esad’ın zaferi” olarak görüyor.

İktidara yakın medya ve trollerin dilinde ise “Halep düştü...”

Bakın kardeşim...

Ortadoğu denen bu kalleş coğrafyada, böylesine vicdansız bir savaş varsa...

Bil ki kimsenin zaferi yoktur.

Bu gaddar coğrafyada sadece mezheplerin, aşiretlerin, ilkel milliyetçiliklerin zalimlik ve vicdansızlık yarışı vardır.

Yazarın Tüm Yazıları