O bir şeytan mı, yoksa melek mi

CERRAH 10 saattir çalışıyordu.

Çok yorulmuştu, bitkindi.
Ameliyat tamamlanmamıştı, ama artık devam edecek takati kalmamıştı.
Önünde beyin tümöründen mustarip asker kökenli tanınmış bir fizik tedavicisi yatıyordu.
Adamın kafatası açılmıştı.
Cerrah, “Yarın devam edelim” deyince, insanın kanını donduracak bir ses yükseldi.
Kafatası açık hasta konuşuyordu.
Ameliyata devam etmesi için cerraha yalvarıyordu.
1910 yılıydı.
Anestezi bilimi henüz başlarındaydı.
Ve ameliyat masasında yatan kafatası açılmış hasta, doktoru ile sohbet ediyordu.
Bir pazar günü insanın gözünün önüne getirmek isteyeceği son sahneydi bu.
¡ ¡ ¡
Tam adresi şu:
333 Cedar Street, New Haven.
Bina Yale Üniversitesi’ne bağlı.
Kapısında “Cushing/Whitney Medical Library” yazıyor.
Burası, dünyanın ilk beyin cerrahlarından Doktor Harvey Cushing’in laboratuvarından çıkan malzemelerden oluşan bir tıp müzesi.
Raflarda 500 cam kavanoz duruyor.
İçlerinde Doktor Cushing’in yaptığı beyin ameliyatlarından çıkarılan tümörlü beyinler var.
Bir de hastalarının fotoğrafları ve tuttuğu notlar.
Bu bölge ve tümörler yıllarca Yale’in bodrumlarında kaldı. Tıp öğrencileri şakalaşmak için o mahzeni korku tüneli olarak kullanıyorlardı.
Sonunda 1.4 milyon dolar para harcanarak Doktor Cushing’den kalan bütün bu “şeyler” müze haline getirilen bir binaya kondu.
¡ ¡ ¡
Doktor Cushing’in 1910 yılında o ameliyatı ertesi güne bırakıp bırakmadığını bilemiyorum.
Yazıyı 24 Ağustos 2010 günü New York Times’ta okudum.
Ama hâlâ o görüntü kafamdan çıkmıyor.
Doktorlar veya başkaları için belki çok sıradan bir bilgidir ama o yazıda öğrendiğim çok çarpıcı bir şey var.
Beynin “acıyı algılama reseptörleri” yokmuş.
Düşünebiliyor musunuz, bir canlının her noktasındaki acıyı algılayan, bir anlamda o acıyı çeken beyin, kendi acısını algılayamıyor.
Başkalarının ıstırabını çekmek, ama kendi acısını fark edememek...
Acaba canlının bu en hayati organı için şans mıdır, yoksa şanssızlık mı...
¡ ¡ ¡
1910 yılında MR yoktu.
Beyindeki tümörün yerini bilebilmek mümkün değildi.
Ama Allah Doktor Cushing’e müthiş bir yetenek ve tecrübe vermişti.
Beyni açtığı an, tümörün nerede olduğunu buluyordu.
Veya hissediyordu.
Nasıl açıklayacaksınız?
Tecrübe mi?
Yoksa ıstırap çekmeyen iki beyin arasındaki ilahi bir sohbet mi...
¡ ¡ ¡
Tabii bütün bunlardan geriye hepimizin kafasını kurcalayan o malum soru kalıyor.
Aşk acısı, sıla hasreti, ayrılık ıstırabı, kaybedilen yakınların ardından çekilen acılar...
Ve daha niceleri, fiziki olarak hiçbir organımıza değmeyen ıstıraplar...
Istırap çekmeyen beyin, o ıstırapları nasıl çekiyor.
Ne adına, kimin adına.
Beyin...
Hâlâ bilinmezliklerin en büyük karakutusu.
Kayıp karakutu.
Belki de hiçbir zaman bulunamayacak karakutu.
O yüzden belki de, hayatımızın en ıstırap verici kazalarının nedenini hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Ve o sonsuz, sessiz, acı çekmeyen, ser verip de sır vermeyen dilsiz beyin.
Acaba en gaddar organımız mı, yoksa en müşfik yanımız mı.
En şeytani tarafımız mı, yoksa sağ omzumuzdaki melek mi.
En iyisi fazla soru sormamak.
Yazarın Tüm Yazıları