Paylaş
Paris
Hep şunu merak ettim. İnsan taraftar olmadığı iki takımın maçını seyrederken hangisini destekleyeceğine nasıl karar verir?
Karar mı verir, yoksa içgüdüsel bir güç, onun yerine mi karar verir.
Ben önceki gece Hırvatistan'ı destekledim.
Hırvatistan'la yakından uzaktan bir ilgim yok.
Hollanda ile de yok.
Öyleyse neden Hırvatistan?
EZİLMİŞLER TARAFI
Bazı arkadaşlarımın teorisine göre bu ancak ‘‘ezilmişlerin tarafında’’ olma psikolojisi ile açıklanabiliyormuş.
Hani şu meşhur, ‘‘Türklerin Anadolu'ya girişi’’ efsanesi.
Haklı veya haksız olduğuna bakmadan yenilen tarafı destekleme duygusu.
Bu teorinin tutmadığı bir taraf var.
Hırvatistan ezilmiş bir ülke falan değil.
Üstelik Hollanda'ya gıcıklığım da yok...
O yüzden bu derin teorik ve psikolojik tartışmayı bir tarafa bırakıyorum.
Ve stattan daha pratik, daha yüzeysel bazı gözlemleri aktarıyorum.
Kupanın ilk maçlarını televizyondan, üstelik de dev ekrandan izleyen birisi için, finali statta seyretmenin keyifli yanları var.
Ama en az bunun kadar büyük düşkırıklıkları da...
Özellikle golün atıldığı anlarda müthiş bir eksiklikle karşı karşıya kalıyorsunuz.
Çünkü sahnenin tekrarı yok.
O an, aniden gelip geçiyor. Büyük bir tatminsizlik yaşıyorsunuz.
Bu yıl kupayı naklen yayınlayan televizyon ekipleri, görüntü ve aksiyon nakli konusunda harikalar yarattılar.
GÖRÜNTÜ RİTMİ
Hareket tekrarında, inanılmaz bir ritim yakaladılar.
Önceki yıllarda çok ağırlaştırılan çekimlerle tekrar ediliyordu. Bu da, olayı gerçeklikten tamamen koparıyordu.
Oysa bu yıl, hareketin tekrar hızı çok daha iyi ayarlanmıştı.
Spor artık sadece sahada oynanan oyun olmaktan çıktı. Sporcunun yüz mimikleri, hakemlerin bile göremediği hareket ayrıntıları, olayın parçası haline geldi.
Artık hepimiz hem seyirci, hem sporcu, hem hakem hem de antrenörüz.
SAHADA OLMAK
O bakımdan olayı sahada seyretmek bu duyguların tamamını veremiyor.
Buna karşılık sahada olmanın başka güzellikleri var.
Mesela olayın fon müziği, sesi, heyecanı vs.
Karşı tarafta bir tornado gibi başlayıp, size doğru gelen ve bir anda üzerinizden geçen seyirci dalgalanmaları.
Bunların hiçbiri televizyonda yaşanmıyor.
Maçın yapıldığı ‘‘Parc de Prince’’ standında beni şaşırtan şeyler vardı.
Paris, inanılmaz bir ‘‘bilet paranoyası’’ yaşıyordu. Alışveriş için girdiğimiz dükkânların şatış elemanlarından tutun, şoförlerine garsonlarına kadar herkes bilet peşindeydi.
Ancak sahaya erken girdiğimde beni şaşırtan bir manzara ile karşılaştım.
Maçın başlamasına 45 dakika kala tribünlerin neredeyse üçte ikisi boştu.
‘‘Bu stat herhalde dolmayacak’’ diye düşündüm.
Maçın başlamasına 15 dakika kala tribünlerin üçte biri hâlâ boştu. Hatta yanımdakilerle iddiaya girdim.
Ve iddiayı kaybettim.
Maçın başlama düdüğü çaldığında, tribünler tamamen dolmuştu.
Herhalde organizasyon kabiliyeti denen şey buydu.
Ne sabahtan stat önünde metrelerce kuyruk yapan insanlar, ne itişip kakışma...
Hep merak ederdim...
15 dakikalık devre arasında insanlar bu kalabalık içinden çıkıp, tuvalete falan nasıl gidebilirler?
Denedim...
Üç dakika içinde tuvaletin önündeki kuyruktaydım.
Beşinci dakikada tuvaletten çıkmıştım.
KALECİ KAZAĞI
Bunlar bir dünya kupasının görünmeyen ayrıntıları...
Bir de hiçbir spor yazarından cevabını öğrenemediğim bir soru.
Bu yıl bazı kaleciler neden kısa kollu forma giymeye başladılar?
Herhalde bunun, taraf tutma psikolojisinden daha somut bir cevabı olmalı.
Paylaş