GEÇENLERDE bir kanalda, Jane Fonda ile yapılan bir mülakatı izliyordum.
Jane Fonda güzel yaşlanan kadınlardan biri.
Ancak kendisi ile yapılan televizyon mülakatında, sanki filmde oynuyormuş gibi davranıyordu.
Belli ki, hayatının her anında, önünde bir kamera varmış gibi yaşamaya alışmış.
Fonda o mülakat sırasında ilginç bir şey açıkladı.
Geçtiğimiz yıllarda hayatını anlatan bir kitabı yayınlanmıştı.
Kitabı ben de almış ancak henüz okumamıştım.
Evde aradım fakat bulamadım.
* * *
Fonda o mülakatta ilginç bir şey açıkladı.
Kitabı yazarken, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki "Bilgi Edinme Yasası" çerçevesinde, FBI’a başvurup, hakkında tutulmuş istihbarat bilgilerini istemiş.
FBI da kendisine, hakkında tutulmuş 22 bin sayfalık bir dosya göndermiş.
Jane Fonda, şakayla, "Kendi hakkımda epey şeyi bu dosyadan öğrendim" diyor.
Amerikalı aktris, 1970’li yılarda Vietnam Savaşı aleyhtarı hızlı bir aktivistti.
Dolayısıyla FBI’da kendi hakkında epey bilgi olması şaşırtıcı değil.
Şaşırtıcı olan, bunun 22 bin sayfayı bulması ve FBI’ın da bunların hepsini Fonda’ya vermesi.
Eminim, kendisine verilmeyen birtakım "Confidental" dosyalar da vardır.
İnsan böyle bir programı izleyince ister istemez kendini de düşünüyor.
Türkiye’de de bir "Bilgi Edinme Hakkı Yasası" çıktı.
Acaba MİT’e başvurup, ben de kendi hakkımdaki bilgileri istesem verirler miydi?
Sonunda ikisi de bilgi edinme hakkını düzenliyor.
Ortada böyle uluslararası bir içtihat varsa, MİT’in de bana dosyamı vermesi gerekmez mi?
Mesela MİT belgelerine adım ilk defa ne zaman ve hangi olay dolayısıyla girmiştir?
Ankara’daki öğrencilik yıllarım, Paris’te, öğrenci birliği yönetim kurulu üyeliği yıllarım sırasında hakkımda kimler ne yazmıştır?
Öğretim üyesi olduğum yıllarda, Arayış’ta rahmetli Bülent Ecevit’le dergi çıkarırken o dosyalara ne kayıtlar düşülmüştür?
Mesela Arayış’ın Yazı İşleri Müdürü Nahit Duru’nun, benim yazdığım bir yazıdan dolayı 3.5 ay hapis yattığı bilgisi var mıdır?
Yoksa ben anlatayım.
Arayış’ın bir sayısına iki yazı yazmıştım.
Nahit Duru, ikisinden birine imzanı koyma demişti.
Ben de "Sen hangisini istersen ona imza koy" demiştim.
İmzasız yazımdan dolayı dava açılmış ve Nahit 3.5 ay hapse mahkûm olmuştu.
* * *
En çok da hakkımızdaki dedikoduların hangilerinin o dosyalara girdiğini merak ederim.
1980’li yılların sonunda Çetin Emeç hakkında yazılmış bir MİT raporu elden ele dolaşıyordu.
Orada kulaktan dolma, aslı astarı olmayan o kadar çok dedikodu vardı ki...
Acaba bunlarda, Çetin Emeç ve benim birlikte yaptığımız bir uygulama etkili olmuş mudur?
Çünkü Çetin Bey’le ben, Hürriyet içinde, polisle içli dışlı üç kişinin işine son vermiştik.
Bunların biri yurtdışında, biri İstanbul’da, öteki Ankara’daydı.
Bu muhbirlerin işine son verildikten sonra polis ve istihbarat çevrelerinde uzun yıllar bize iyi gözle bakılmamıştı.
Ankara temsilciliğimin son yılında, bir akşam zemin katındaki evimizin penceresinin önünde şüpheli bir kişi görülmüş ve polise haber verilmişti.
O sırada ben İstanbul’daydım.
Polisten gelen Emniyet Müdür Yardımcısı düzeyindeki görevli, sanki bilmiyormuş gibi, "Burada kim oturuyor" diye sormuş.
"Hürriyet Ankara Temsilcisi" deyince, görevli "Ha o polis düşmanı gazeteci mi" demiş.
Oysa ben hayatım boyunca hiç polis düşmanı olmadım.
* * *
Bir de Paris’te öğrenci derneği faaliyetlerim sırasında bir gün hem şair hem çevirmen bir arkadaşımız bana, "Seninle çok önemli bir şey konuşmak istiyorum" diyerek, varoşlardaki bir kafeye götürmüştü.
Orada etrafa bakıp, hiç Türk olmadığına emin olunca şunu söylemişti:
"Bak, öğrenci birliğinde üç tip insan var. Biri polisler. Öteki polise yardım eden ajanlar, öteki ise bilmeden polise yardım edenler. Kendine dikkat et. Sen bilmeden polise yardım ediyor olabilirsin."
1970’li yıllardı.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları o günlerde idam edilmişti.
Çoğumuz boğazımıza kadar paranoya batağına saplanmıştık.