BU güzel yaz gününe çok provokatif bir soruyla başlayacağım.
“Allah’ın yüzü” var mıdır? “Allah’ın ölümü” ne demektir? Geçen çarşamba sabahı Paris’te Maillol Müzesi’nden içeri girerken, kafamda bu tür soruların zerresi yoktu. Hele hele, aynı gün satın alacağım bir kitapta karşıma sürpriz bir konu çıkacağı aklımın ucundan geçmiyordu. ¡ ¡ ¡ Maillol Müzesi, “ölüm” teması üzerine bir sergi düzenlemiş. “Caravaggio’dan Bugüne” başlığı altında, ölüm temasını işleyen sanat eserlerini bir araya getirmiş. Caravaggio adını duyduğum an, içimden bir ses beni oraya çağırdı. Serginin kapısında ilginç bir cümle vardı: “Memento mori...” Bu lafın bizim bildiğimiz ilahi dildeki tam karışlığı şu: “Unutma; bir gün herkes ölümü tadacak...” Sergideki bütün tablolar, heykeller ve enstalasyonlar ölüm üzerineydi. Gerçek insan kafatasları ile yapılmış çok ilginç eserler vardı. Ama en ilgimi çeken, Hintli bir ressamın eseriydi. Tablonun adı “Allah’ın Ölümü”ydü. Tahmin edin, Allah’ın ölümü nasıl tasvir edilebilir? Yuvarlak bir kainat çizmiş. Tam ortasına Güneş. Ancak ışıl ışıl yanan kainatın ortasında, yani tam Güneş’in durduğu yerde, ölümü tasvir eden bir kafatası yerleştirilmiş. Orada artık ölü bir Güneş var. “Allah’ın Ölümü” tablosundaki bu çok güçlü tasvir beni etkiledi. ¡ ¡ ¡ Müzeden çıktıktan sonra bir kitapçıya gittim. Igor ve Grichka Bogdanov adlı iki bilim insanının “Tanrının Yüzü”(*) adlı kitabı çıkmış. Kitap 23 Nisan 1992 günü, “Amerikan Fizik Cemiyeti’nin dört bilim insanının yaptığı tarihi bir açıklama ile başlıyor. COBE adı verilen bir uydu, bundan 13 milyar yıl öncesine ait bir ışığın fotoğrafını çekmeyi başarmıştı. Bu ışık, “büyük patlamadan” sadece 380 bin yıl sonrasına aitti. Anlayacağınız, “kainatın yaratılışına ait” bir fotoğraf vardı karşımızda. İşte o an, bu açıklamayı yapan bilim insanının ağzından şu cümle kaçıverdi: “Bu fotoğraf, dini inanışları olanlar için Allah’ın yüzüdür.” Bilim insanları bu benzetmeye çok kızdılar. Ama ben çok sevdim. ¡ ¡ ¡ Keşfedilen bu ışınlar, bize bir tür “kozmik arkeolojinin” ipuçlarını veriyordu. Bunlara “Kozmik fosiller” deniyordu. Ve iddialarına göre, bu fosillerin üzerinde bir tür kozmik hiyeroglif yazıları vardı. Jean Guitton adlı bir bilim insanı daha da ileri giderek şunu söylemişti: “Kainatı; şifresini yeni çözmeye başladığımız kozmik hiyeroglifle yazılıp bize iletilen mesajlarla anlayacağız.” Nobel ödüllü fizikçi Leon Lederman ise keşfedilen bu ışınları “Allah’ın parçacığı” olarak adlandırmıştı. Yani “Yaratan güç”, yaratılışın sırrını bize bu parçacıklar üzerine kozmik alfabeyle yazılmış mesajlarla anlatıyordu. Buna bir nevi “Kozmik DNA” da denilebilirdi. Bu bilgiler bize, “kainatın tarih öncesini”, yani “büyük patlamadan” önceki oluşumunu da anlatıyordu. Bir nevi “Kutsal Kitap”tı. ¡ ¡ ¡ Kitabı okuyup bitirince düşünmeye başladım. “Yaratan” bize “Yaratılış efsanesi”ni, araya kimseyi koymadan, bizzat kendisi, kendi alfabesi ile iletiyorsa, peygamberlerin bize ilettiği “kutsal kitaplar” ne? Tabii şu soru da akla geliyor. “Allah kendisi anlatıyorsa, peygamberler kim?” Tanrı’nın elçisi mi, yoksa “İnsan aklının ürünü mü?” ¡ ¡ ¡ Maillol Müzesi’ndeki serginin girişinde, “Memento mori”, yani “Ölümü hatırla” yazıyordu. Serginin sonunda, tam çıkış kapısının üzerinde ise büyük harflerle şu cümle yazılıydı: “Carpe diem.” “Gününü yaşa...”
(*) Igor et Grichka Bogdanov: “Le visage de dieu”, Grasset, 2010