Kırmızı halıdan haremime kattıklarım

DÜN sabaha kadar Oscar törenini izledim.

Haberin Devamı

Önce NTV’den töreni canlı yayında yorumlayan arkadaşlarımıza teşekkür ederim.


Gerçekten çok kaliteli ve törenden hiçbir sahneyi atlamamaya özen göstererek birinci sınıf bir yayın yaptılar.


Dilek Hanif
’in moda yorumlarını büyük ilgiyle izledim.


Bu da benim canlı “red carpet” notlarım.

* * *


Tom Ford
, son zamanlarda öylesine olağanüstü fotoğraflar çektirdi, kendini ve gövdesini öylesine olağanüstü hünsa bir cinsel objeye dönüştürdü ki, onu etten ve kemikten bir insan olarak görünce biraz düş kırıklığına uğradım.


Filminin finansmanını kendi yapmış. Şu sözlerini çok sevdim:


“Ben risk almaya inanırım.
Hayat kısa, bir şey yapmak istiyorsanız, yapmalısınız.”


Altına bir imza da benden.


Vera Farmiga
’nın kırmızı tuvaletine bittim. “Up in the air” filmindeki oyununu çok beğenmiş, çok seksi bulmuştum.


Beyaz bedeni üzerindeki kırmızı tuvalet, rüyalar haremimde yeni bir gözdenin doğuşunu haber veriyordu.


Kate Winslet
’i çok kadın buluyordum, yanına Vera Farmiga’yı da ekledim.


Tarantino,
her zamanki Tarantino. Ama biraz kilo almış gibi geldi bana.


Bu da onun harikulade çocuksuluğuna daha da fırlama bir hal vermiş. Bu hali bana çok iyi geliyor.


Penelope Cruz,
biraz düş kırıklığı oldu. Hâlâ, “Nine”da seyrettiğim o fıkır fıkır, baştan çıkaran hali gitmiş, yerine biraz sönük bir kadın gelmiş gibiydi.


Makyajı iyi değildi, elbisesi, geçen yılkine çok benziyordu, ama görüntü ve renk olarak daha soluktu.


Xavier Bardem,
kilo almış, kilonun epeyce bir tarafı da yüzüne gitmiş, suratı ablaklaşmış.


Barcelona
filminden beri biraz değil, hallice kıskançlığın verdiği duyguyla gıcık olduğum adamın bu haline sevindim.

* * *

Haberin Devamı


Helen Mirren.
Ahh Helen Mirren.


Sevgili Ayşe Karasu, bu yıl yine sen haklı çıktın. Oscar’ı aldığı yıl onu birinci sayfaya koymadığım için sabah toplantısında beni fena halde ayıplamış, hatta haşlamıştın.


Haklıydın, dün sabah yine haklı çıktın...


Bir de şunu öğrendim. Bileğinde dövmesi varmış.


Bu kadın hizaya gelmezzz leyynn, asla gelmezzz.


Diane Kruger
’in elbisesinin belden aşağı kısmı felaketti. O konuda Dilek Hanif’e hiç katılmıyorum.


“Evde Tek Başına”
filminin olağanüstü yönetmeni John Hughes için yapılan saygı töreni çok çok hoşuma gitti. Macauley Culkin büyümüş.

Haberin Devamı

O fırlama çocuk gitmiş, yerine her şeyini kaybetmiş, hüzünlü bir looser gelmiş. Bu, bana da hüzün verdi. Küçük yaşta gelen şöhret ille de mutsuzluk mu getirir diye düşündüm.


Ama kırmızı halı üzerinde bir zamanların küçük yıldızı Mickey Rooney’i 80’li yaşlarında kahkaha atarken görünce, bunun bir alın yazısı olmadığına inandım.

 

BİRDEN YATAKTA KALKIP AVAZ AVAZ HAYKIRDIM

 

GELİYORUM törende beni en çok etkileyen sahnelere.


En büyük ödülleri toplayan “The Hurt Locker” filminin senaristinin ve yönetmeninin konuşmalarını dinlerken, aklıma kendi ülkem geldi.


İçimden bir ses avaz avaz şu soruyu sordu:


“Bugün bir Türk yönetmeni bu sözleri söyleseydi, acaba Türkiye’nin liberal aydınları ne derdi?”


Kathryn Bigelow
iki defa üstüne basa basa aynı şeyleri söyledi:

Haberin Devamı


“Bu ödülü, Irak’ta çarpışan 150 bin çocuğumuza, Afganistan’da çarpışan 2500 çocuğumuza ve 4500 şehidimize adıyorum.”


* * *

Bu sözleri tüylerim ürpererek dinledim.


Neredeyse ağlayarak dinledim.


Irak savaşı nedir?


Amerikan demokrat aydınının gözünde, “En haksız savaş” değil mi?


Öyle ama bakın Amerikan aydını, ordusunu koruyor.


“Şehidini”
saygıyla anıyor.


Sağ salim dönmeleri için dua ediyor.


Ve bütün dünyada milyarlarca insanın gözüne baka baka, “Bu ödülü o çocuklara adıyorum” diyor.


Bugün bir Türk yönetmen çıkıp bunu söyleseydi acaba başına neler gelirdi?


Hadi bir şey gelmezdi deyin, diyemezsiniz. Bir şeyler boğazınıza takılır kalır.


“Ya bana da Ergenekoncu derlerse”
diye geçer içinizden.

Haberin Devamı


Bir sabah alınıp götürülmekten korkmasanız bile, en azından hakkınızda neler yazılırdı diye düşünür tırsardınız.


Niye böyle?


Bizim çocuklarımızın, bizim şehitlerimizin vebali daha mı büyük? Taksiratı daha mı ağır?


Yoksa biz şöyle, kendi nesebimize uygun bir vebal yaratıp, taksirat faturası kesip, onların mezar taşı haline mi getirdik?


* * *  


Türk yönetmenlerini bilmem.


Ben kendi payıma ayağa kalkıyorum ve Güneydoğu’da, Kıbrıs’ta savaşmış, hayatını kaybetmiş, bacağını, gözünü, ruhunu kaybetmiş çocuklarımızın önünde saygıyla eğiliyorum ve hepsinin alınlarından öpüyorum.


Onlara böylesine kahredici bir vebali, böylesine vicdansız bir taksiratı mezar taşı haline getirenleri de tarihe bırakıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları