Paylaş
Ünlü film yapımcısı Weinstein’ın kendini savunmak üzere bir kadın avukatla anlaştığını anlattım.
Bu kadın avukatın ne kadar tuttuğunu koparan biri olduğunu anlatmak için de “Bir anlamda o durumdaki Amerikan erkeklerinin Kezban Hatemi’si” demiştim.
Dün Kezban Hatemi’den bir mesaj aldım.
Diyor ki: “Ben hayatım boyunca kadına şiddete karşı mücadele ettim, kadın haklarının savunuculuğunu yapıyorum.”
Ve kullandığım ifadenin, kamuoyunda kendisine karşı tepki uyandıracak nitelikte olduğunu belirtiyor.
*
Kezban Hatemi benim yıllardır yakından takip ettiğim
bir insandır.
Kezban Hanım’ı kadınların haklarını savunan bir avukat olarak biliyor ve tanıyorum.
Bu yazıyı kaleme alırken tek amacım, Amerika’daki kadın avukatın tuttuğunu koparan biri olduğunu, biri hariç aldığı bütün davaları kazandığını, bu yanıyla da, Kezban Hatemi savunduğu kadınlarla ilgili davalarda nasıl başarılıysa onun da öyle olduğunu anlatmaktı. Yoksa onu Weinstein gibi tacizcileri kurtaran bir kadın avukat gibi görmek ne aklımın, ne mantığımın, ne vicdanımın ucundan geçer.
Yazım bu şekilde bir anlamaya neden olduysa açıkça söyleyeyim ki, kastım katiyen bu değildi.
*
Burada benim açımdan ilginç olan şey, tacizci bir erkeğin savunmasını başarılı bir kadın avukatın yapmasıydı.
Bu da ister istemez insanın aklına şu soruyu getiriyordu:
Kadın bir avukat, tacizci bir erkeğin davasını alabilir mi? Almalı mı?
*
Kezban Hatemi’nin gönderdiği mesajda bu konuyla ilgili bir bölüm de vardı.
Bence bu tartışmaya açıklık getirmesi açısından da ilginçti.
Hatemi diyor ki: “Ben her zaman mağdurun yanında oldum. Kadın olsun erkek olsun, haklı gördüğüm kişiyi savunurum. Cinsel tacizle suçlanan bir erkeği de -eğer iftiraya uğramış ise- savunacağım da gayet tabiidir. Ancak asla da böyle bir dava yüklenmedim.”
*
Bu görüşe ben de katılıyorum.
O nedenle diyorum ki, Amerika’daki bu dava bütün hukuk öğrencileri için de ilginç bir örnek vaka olacak.
ANTİ-EASY RİDER BİR LGBT YOL FİLMİ
ÖNCEKİ akşam boyun fıtığım azmış vaziyetteyken, hayatımın ilk LGBT yol filmini seyrettim. Netflix’e geçen hafta konan dizinin adı “AJ and the Queen”...
Kasaba barlarında gösteri yapmak için bütün Amerika’yı gezen bir drag queen (travesti) ile 10 yaşındaki bir çocuğun arkadaşlığını anlatıyor.
*
Çok insani bir film...
Küçük olaylar, küçük tutkular dayanışmalar...
Her şey dozunda...
Bu arada Akif Beki’ye de tavsiye ederim. Uyarayım filmin kahramanı bir LGBT kişiliği ama öyle onu çok rahatsız edecek sevişme sahneleri yok.
*
Filmin en ilginç yanı şu:
Toplumun LGBT üyeleri ile öteki kesimi arasında bir düşmanlık görmüyorsunuz.
Tam aksine barışçı bir arada yaşama iklimi anlatılıyor. En straight karakterler bile çok insani...
Homofobik kişilikler yok.
Müzikler, danslar, abartılı drag queen kıyafetleri zaman zaman operanın sınırlarından dönen çok güzel bir kimya yaratmış.
Yani 1969 yılında seyrettiğimiz “Easy Rider” filmindeki faşist, yabancı düşmanı ve homofobik Amerika’nın dışında güzel bir ütopya kasabası yaratmış film.
Boyun ağrılarım arasında bile iyi geldi bana bu insani ilişkileri seyretmek.
PERDE ARKASI
MİT, SABAH AMMAN’A GİDEN UÇAKTA KİM VAR ÖĞRENDİ Mİ
1987-1990 yılları arasında Hürriyet’in Moskova temsilcisi olarak da çalıştım.
O nedenle dün Moskova’da tanıdığım insanlardan hafta sonu Libya konusunda kapalı kapılar ardında neler yaşandığını öğrenmeye çalıştım.
İlginç bazı ayrıntılara ulaştım.
*
Libya’nın isyancı lideri Hafter, Fransız Dassault firmasının ürettiği Falcon marka bir uçakla Moskova’ya gelmiş.
Uçağı yabancı konukların geldiği Vnukovo Havalimanı’na indi ve orada bekledi.
Uçağı kim temin etti? Hangi güzergâhtan geldi bilmiyorum.
İtalyan medyası Türkiye üzerinden geçmemek için 10 ayrı ülkenin hava sahasını kullandığını yazdı.
Ama apar topar Moskova’dan ayrıldıktan sonra aynı Falcon uçakla nereye uçtuğunu öğrendim.
Ürdün’ün başkenti
Amman’a gitmiş.
Neden Amman’a gitti, aynı güzergâhı mı kullandı bilmiyorum.
Ama İtalyan medyasının iddia ettiği gibi 10 ayrı ülkeyi kullandıysa, Hafter’in dünyada sandığımızdan çok destekçisi var demektir.
O GÜN BU BİNADA KIRMIZI HALI BEKLERKEN NE BULDU
BURASI Rusya’daki yabancı muhabirlerin “Spirdonovka 17” diye bildiği bina. Rus Dışişleri Bakanlığı’nın konukevi.
Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın ana binası, aslında Stalin baroku olarak bilinen ve İkinci Dünya Savaşı’nda Alman esirlerine yaptırılan 7 binadan biri.
Şimdi onun yanına bir de yeni bina eklendi.
Ama bakanlık şehir içinde bazı binaları da konukevi olarak kullanıyor.
Geçen hafta sonu Libya konusundaki bütün olaylar işte böyle bir konukevinde geçti.
Uçağı Moskova’ya inerken Hafter bir şeyden emindi.
Burada altına kırmızı halı serilecek ve Putin’le buluşacaktı. Ancak kaldığı bir gece-gündüz boyunca Kremlin’e alınmadı.
Büyük bir ihtimalle bu binanın bir başka gri odasında saatlerce bekledi.
Beklediği muameleyi göremeyince de apar topar ayrılıp gitti.
BAKAN İDLİB’DE UFAK TEFEK OLAY VAR DERKEN NE OLDU
HAFTER’in masadan kalkmasından sonra şimdi Moskova’da söylenen şu:
“Putin bunu onun yanına bırakmaz...”
Putin’i çok iyi tanıyoruz.
Ortadoğu-Doğu Akdeniz aksındaki en büyük oyuncu artık o.
Kızar gibi yaparak sırtını okşamak onun en bildiğimiz özelliklerinden biri.
Hafter’e ne yapacağını bilmek hiç zor değil. Çok yakın bir örnek var.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu önceki akşam Ahmet Hakan’ın programında “İdlib’de ateşkes devam ediyor, ufak tefek ihlaller var” dediği saatlerde Suriye rejim kuvvetleri saldırıya geçiyor, 38 muhalifi öldürüyor ve 2 stratejik yerleşimi ele geçiriyordu.
Şimdi Putin’in, “Ateşkesi bozdu” diye Esad’ın bileğini bükeceğine inanan var mı?
Bilelim ki, İdlib’deki ateşkes konusunda Esad’ın kolunu ne kadar büktüyse, Libya ateşkesi konusunda da Hafter’in kolunu o kadar bükecektir.
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Foto Editörü: Murat Şaka
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama:
Selma Songül Zengin
Paylaş