Paylaş
Tavaf eden hacılar çekilmiş, meydan temizlikçilere kalmış.
Pandemi yüzünden zemin dezenfekte ediliyor.
Herhalde bugüne kadar oradan böyle bir fotoğraf gelmemiştir.
Kâbe bu yıl tarihinde hiç görülmedik bir hacca sahne oluyor.
Dün New York Times’ta ayrıntılarını okudum.
Bu yıl Kurban Bayramı sırasındaki hac için sadece 1000 kişiye izin verilecekmiş.
Bunların hepsi de Suudi Arabistan vatandaşı olacakmış.
Bir de zemzem suyu olayı var.
Bu 1000 seçilmiş hacı öyle gidip Zemzem Kuyusu’nun başında oturup su içemeyecek.
Zemzem pet şişede verilecek. Hacıların bidonlarla, pet şişelerde zemzem suyu getirdiklerini biliyoruz.
Ama kuyu başında bakkaldan su alır gibi ambalajlı zemzemi içmek ilginç.
*
Ve geliyorum en ilgincine... Şeytan taşlama faslına...
Seçilmiş hacılar öyle ellerine gelen taşı atamayacaklar şeytana...
Kendilerine steril taşlar verilecek ve onu fırlatacaklar...
Ötekileri anladım da bunun mantığını anlayamadım.
Steril taş şeytana atıldığına göre, kimi COVID-19’dan koruyacaklar...
Atan hacıyı mı...
Yoksa taşı kafasına yiyen şeytanı mı...
*
Yıllar önce Ahmet Hakan’la umreye gitmiştik.
Yaptığımız ortak dizi büyük yankı bulmuştu.
Asıl bu bayramda hacca gitmeyi isterdim.
Ambalaj içinde elimize verilecek steril taşları şeytana fırlatmak...
İlginç bir yazı dizisi olurdu.
NARGİLE KAFELER BU BOŞLUĞU DOLDURUR MU
SOSYAL medya yasası geçti. Kanunun maddelerini okurken aklıma şöyle bir kâbus senaryosu geldi.
Ya bu sosyal paylaşım siteleri, streaming platformları hepsi birden Türkiye’den çekilme kararı alırsa...
*
Google, YouTube, Facebook, Tik Tok, Instagram, Twitter, Vikipedia, WhatsApp, Telegram, Snapchat, Vimeo, Flickr, Netflix, Amazon Prime (ve henüz gelmemiş olan Disney Plus, Hulu, HBO)...
Ve daha saymakla bitmeyecek sosyal paylaşım mecrası...
Düşünün bir sabah kalkıyorsunuz ve bunların hepsi birden hayatınızdan çıkmış.
Böyle bir Türkiye’yi gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz?
*
Ne dersiniz nargile kafeler bu boşluğu doldurabilir mi?
Hadi sıkı bir nargile, sonra bir sade kahve...
Yanına bir lokum...
Eee sonra...
Eve gelip elinizdeki boş telefon ekranına baktığınızda ne hissedersiniz...
*
Sanmayın ki bu soruyu sadece muhalif insanlara soruyorum... AKP’ye, MHP’ye oy veren insanlar için de geçerli bütün bunlar...
Onların hayatında da sosyal medya, streaming, sosyal paylaşım çok önemli yer tutuyor.
*
Bir de şu soru var:
Öyle bir sabahta, kendinizi dünyadaki hangi ülkelerden birinde hissedersiniz...
İtalya’da, Almanya’da hatta Yunanistan’da mı...
Yoksa Kuzey Kore’de mi...
*
Yasa geçti... Umarım uygulaması adil olur. Sadece hepimizin şikâyeti olan her görüş ve partinin trolleri, tetikçileri, iftiracı ve nefret söylemcileri aklını başına alır... Bu yasa, iktidarın sansür makastarı haline gelmez.
Ve bu kâbus senaryosu da gerçekleşmez.
SON GÜNLERİN EN İLGİNÇ HAYVAN HAKKI TARTIŞMASI
NİHAL Bengisu Karaca önceki gün HaberTürk sitesinde çok ilginç bir yazı yazdı.
Başlığı “Hayvana tecavüz nasıl olur da sicile işlenmez”...
Ancak yazı bu başlığı çok aşan bir tartışmayı gündeme getiriyor.
O nedenle tamamını okumanızı öneririm.
*
Bengisu Karaca önce son 15 gün içinde Sakarya, Hatay ve Ankara’da hayvanlara karşı yapılan vahşi saldırıları özetliyor ve iki gözlemini yazıyor:
BİR: Bunlar sahipli hayvanlara yapılan saldırı. Bir de sahipsizlere yapılanları düşünün.
İKİ: Her üç olayda da vahşi saldırı yapanlara “Cana kastetme” değil “Kabahatler Kanunu”na göre “Mala zarar” maddesinden dava açılıyor. Allah’tan sosyal medyada tepki oluşunca işi sıkı tutuyorlar.
İşte buradan can alıcı bir soruya geliyor.
HAYVAN YASASINI ‘ETOBUR MÜESSES NİZAM’ ENGELLİYOR
SORDUĞU soru şu:
Ortada bu kadar büyük bir vahşet varken...
“Neden 2018’de sözü verilen hayvan hakları yasası bir türlü parlamento gündemine gelmiyor?”
Verdiği cevap da şu:
“Nedeni aslında basit. Hayvanın ‘mal’ değil, ‘can’ olduğu kapsamlı bir yasa yapmaya kalkarsanız yarın bir gün hayvancılık sektörü çökebilir, hayvanseverler bile başınıza ekşiyebilir.
Çünkü ‘etobur’ bir düzende yaşıyoruz. Yediğimiz hayvanları yetiştiren bir sektör var.”
Başlıktaki “etobur müesses nizam” sözü bana aitti. Ama durumu çok iyi anlatmıyor mu?
Bengisu Karaca bu saptamadan sonra asıl soruya geliyor.
Ama dikkat! Bir hayvansever için çok irkiltici bir soru:
KEDİSİNİ YEMEYEN İNSAN KUZUYU KESİP NASIL YER
ÖNCE her hayvanın bir başka hayvanın akrabası olduğunu söylüyor ve soruyor:
“Kedisini yemeyen bir insan, kuzuyu, keçiyi niye kesip yer?”
Cevabı ağır bir suçlama olarak geliyor: “Çünkü” diyor, “ikiyüzlüyüz”...
Kedimiz sevimli, köpeğimiz sadık, kuşumuz cıvıl cıvıl, akvaryumdaki balığımız rengârenk.
“Yediğimiz etlere ise kasapta kendiliğinden oluşuyormuş gibi davranacak kadar körüz...”
“Kaçımız artan etli yemekleri dökerken, şimdi çöp olan şeyin on gün önce yaşayan, canlı bir bedene sahip olduğunun idrakinde?”
En ağırını da en sona saklamış: “Çünkü hayvanı değil, kendimizi seviyoruz...”
KEDİNİ YEMİYORSAN KUZUYU DA YEME
PEKİ biz hayvanseverler ne yapmalıyız? O kendi ağzından cevabını veriyor:
“Kedimi hangi sebeple yemiyorsam, akrabasını da o sebeple yemiyorum”.
İtiraf edeyim ilk defa evimdeki kediyle, tabaktaki kuzuyu aynı masada görüyorum. Merak ettim, acaba bir hayvansever olarak kendisi vegan mı?
Yazıda cevabı yoktu. Biraz araştırınca şunu öğrendim:
Aylarca et yemiyormuş. Yediği zaman da mutsuz oluyormuş. İlk hedefi yılda en fazla bir kere et yemekmiş. Sonra da tamamen bırakmayı planlıyormuş.
Bengisu Karaca tam da Kurban Bayramı’nın arifesinde resmen veganlığı öneriyor bize...
Çocukluğunda büyük bir kurban travması yaşamış bir insan olarak bana uyar. Ama başkaları ne der bilmem...
Paylaş