Ertuğrul Özkök: Havel: Aday olmayacağım

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel, Ankara Büyükelçiliği'nde gazetecileri kabul etti. Havel, 10 yıllık cumhurbaşkanlığı sonrasında yaşadığı hayal kırıklıklarını anlattı. ‘‘Kadife devrim’’in mimarı, oyun yazarı, şair Cumhurbaşkanı Havel'le sohbet, Nazım Hikmet'e kadar uzanıyor.

ÇEK Cumhurbaşkanı Vaclav Havel'i eskiden beri merak ediyordum. Aslında bu ilk karşılaşmamız değildi. Ürdün Kralı Hüseyin'in cenazesindeki sıkışıklık içinde az daha onun üzerine düşüyordum.

Çek Cumhuriyeti'nin Ankara Büyükelçiliği kapısından içeri girerken, bu olayı hatırladım.

Sağlık sorunları nedeniyle ağır ağır yürüyor.

Gövdesi, yaşına göre daha ileri bir dönemde görünüyor.

Sık sık öksürüyor. Şık bir kravat takmış. Cebinde ise bordo renkli bir mendil var.

DUBÇEK KÖŞESİ

Büyükelçiliğin giriş katında bir Dubçek köşesi hazırlanmış.

Bizimle kahvaltıya oturmadan önce bu köşenin açılışını yapıyor.

Çekoslovakya'da özgürleşme hareketinin kahramanı sayılan Dubçek bir süre Ankara Büyükelçiliği yapmıştı.

Havel'e ilk soruyu ben soruyorum:

‘‘Dubçek'i şahsen tanır mıydınız? Onunla ilgili görüşleriniz neydi?

Şu cevabı veriyor: ‘‘Kendisini 1968'den beri şahsen tanırım. Fikirlerimiz her konuda aynı değildi. Ama bana her zaman önemli bir şahıs olarak görünmüştür. Bazen çok naif görünen ama çok temiz bir insandı. Hayatımda tanıdığım ilk komünist yöneticiydi. Ama başkalarını dinleyen bir komünistti.’’

Kendisini son defa nerede görmüştü?

‘‘Son defa ölümünden iki gün önce hastanede gördüm. Her tarafı makinelere bağlanmıştı, ama o haliyle bile parlamento meselelerini soruyordu.’’

YALAN SÖYLEMEME ÖZGÜRLÜĞÜ

Kahvaltıya katılan bir arkadaşımız, ‘‘Avrupa Birliği'ne üye olduğunuz zaman Türkiye'ye destek verecek misiniz?’’ diye soruyor.

‘‘Çek Cumhuriyeti, AB'ye girdikten sonra elbette kendi tecrübelerini Türkiye'ye aktaracaktır. Ayrıca büyük ölçüde Türkiye'nin adaylığını destekleme niyetindeyiz. Bugüne kadar Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi biraz yadırgadığını sanıyorum. Ama bu duygu yavaş yavaş azalıyor’’ diyor.

Yalçın Doğan şu soruyu soruyor:

‘‘Sanatçı kişiliğinizi siyasetçilikle ve devlet adamlığıyla nasıl bütünleştiriyorsunuz?’’

Tercüman çok iyiydi. Ancak bu sorunun çevrilmesinde bir farklılık olduğunu sanıyorum.

Havel şu cevabı veriyor: ‘‘Bir devlet adamı olarak özgürlüğümün kısıtlandığı duygusunu taşıyorum. Mesela, sıradan bir insan hastalandığı zaman, bir randevusunu iptal edebilir. Ama bir devlet başkanı olarak ziyaretinizi ertelemeniz kolay olmuyor.’’

Bu sorunun ikinci bölümünde ilginç bir noktaya geliyor: ‘‘Cumhurbaşkanı olarak konuştuğum her şeye dikkat etmek zorundayım. Ama bu benim yalan söylememi gerekli kılmaz. En azından yalan söylememe konusunda özgürlüğümü korumak istiyorum.’’

HAYAL KIRIKLIĞIM

Bir arkadaşımız bence çok ilginç bir soru sordu:

‘‘Görev süreniz doluyor. Bazı yerlerde 10 yıllık cumhurbaşkanlığınız sonunda bir hayal kırıklığı yaşadığınız yazıldı. Gerçekten böyle mi?’’

Havel'in ilginç cevabı şöyle:

‘‘Hayal kırıklığına uğramadım. Ama 10.5 yıllık cumhurbaşkanlığım döneminin sonunda her şey istediğim yerde değil.’’

Neydi iyi gitmeyen şeyler? Burada baştaki bir cümlesini düzeltiyor:

‘‘Hayal kırıklığı derken belki haklısınız. On yıl önce öngördüğüm bazı tehlikelerin gerçekleştiğini görüyorum. Bu da bende hayal kırıklığı yaratıyor. Mesela, on sene önce Çek ekonomisinin değişim planı hazırlanırken, ekonomistlerin söylediği bazı şeyler kafama yatmamıştı. Ama onlar ekonomist, benden daha iyi bilirler, diye buna itiraz etmedim. Keşke itiraz etseymişim, daha ısrarcı olsaymışım. Onlar, bütün şirketler özelleştirilirse ekonomi daha iyi olur, dediler. Ama özelleştirilince her şey daha iyi olmadı.’’

İKİNCİ HAYAL KIRIKLIĞIM

İkinci hayal kırıklığı ise bizimkine çok benzeyen bir sorun üzerinde. Çek banka sistemiyle ilgili.

‘‘Dört büyük Çek bankasından biri iflas etti. Ve bankacılık sistemine mafya karıştı. Bu da bende hayal kırıklığı yarattı.’’

Bu hayal kırıklığından sonra yeniden aday olacak mı?

Cevap: ‘‘Fikirlerimi söylemeye devam edeceğim. Ama yeniden politik görev almaya niyetim yok.’’

Nazım yüzünden sınavda çaktım

Türk edebiyatı hakkında ne düşünüyor?

‘‘Ne yazık ki özellikle yeni Türk edebiyatını tanımıyorum. İtiraf edeyim. Cumhurbaşkanı olduktan sonra edebiyat okumaya da fazla vaktim olmuyor. Daha çok ekonomiyle, devlet yönetimiyle ilgili kitapları okuyorum.’’

Ama çok ünlü bir Türk yazarıyla ilgili bana göre, içinde çok ince mizah taşıyan ilginç bir anısı var:

Bu anekdota, ‘‘Bir Türk yazarı hakkında çok komik bir hikáye var’’ diye başlayıp devam ediyor:

‘‘Benim gençliğimde Nazım Hikmet'in tiyatro eserleri sık sık oynanmaktaydı. Ben de güzel sanatlar fakültesinde dramaturji eğitimi gördüm.

Sınav sorum da Nazım Hikmet'in bir tiyatro eseriydi. Soru sorulunca, ben olaya dramaturji açısından değil de tamamen Marksist felsefe açısından baktım.’’

Sonuç?

‘‘Politik nedenlerle okula giremedim. Yıllar sonra o sınavda bulunan bazı hocalarla karşılaştım. Bana, ‘Sen o gün sahiden mi öyle konuştun, yoksa dalga mı geçtin' diye sordular. Tabii benim niyetim yazarın niteliği üzerinde yorumda bulunmak değil, sadece komik bir olayı anlatmaktır.’’

Ben bu sözlerde ‘‘ince bir Nazım Hikmet eleştirisi’’ sezdim.

Ustam Weizsaecker

‘‘Siyasi hayata atılıp, cumhurbaşkanı olduktan sonra beni en çok etkileyen insan Almanya Cumhurbaşkanı Weizsaecker oldu. Bana devlet adamlığında ilk dersleri o verdi.

Edebiyatta beni en çok etkileyen insanlar ise, Kafka, Beckett ve Ionesco oldu.’’

Bileğinde Meksika enerji bileziği

Havel'le kahvaltı ederken üzerindeki üç şey dikkatimi çekti. Birincisi bileğindeki ucuz saatti. Devlet adamlarının bileğindeki pahalı İsviçre saatleri yerine, plastik görünümlü bir saat taşıyordu.

İkincisi, yakasındaki komünist partisi izleri taşıyan cumhurbaşkanlığı rozeti idi.

Üçüncü olarak, bileğindeki küçücük boncuklardan yaplmış bilezik dikkatimi çekti.

Meksika gezisi sırasında yerliler vermiş. ‘‘İnsana enerji verdiğini söylüyorlar’’ diyor.

Gerçekten enerji veriyor mu?

Buna da şu cevabı veriyor:

‘‘Enerjimin ne kadarı ondan, ne kadarı kendinden bilmiyorum. Ama yeterince enerjik olmak için bunun gibi en az on bilezik takmam gerekir diye düşünüyorum.’’

Zabıtlardan

Ecevit ile Havel'in edebiyat sohbeti

Ecevit: ‘‘Türkiye'de Çek kültürüne, sanat ve edebiyatına büyük bir ilgi ve hayranlık vardır. Bu arada, Dvorak, Smetana, Janaçek gibi Çek bestecileri yakından tanınıyor. Ayrıca Kafka, Kundera, Hasek gibi Çek yazarlarına büyük ilgi var. Sizin eserleriniz özellikle tanınıyor. Bazı oyunlarınız Türkiye'de oynandı ve büyük ilgi topladı. Görüşmenin sonunda size özel bir soru sorabilir miyim:

Siyasete girdikten, cumhurbaşkanı olduktan sonra yazarlığı devam ettirebildiniz mi?’’

Havel: ‘‘Yazı yazıyorum, ama edebiyatla ilgisi yok. Siyasi gelişmelerle ilgili yazıyorum. Ama bu yazarlık, edebiyat sayılmaz.’’

Slovakya travmasını atlattık

Soru: Avrupa'nın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Cevap: ‘‘Avrupa'nın genişlemesi devam etmeli. İyi gelişmeler var. Son diktatör de gitti. Şimdilik en büyük tehlike milliyetçilik akımlarının yeniden canlanıp büyümesidir.’’

Uzun süredir merak ettiğim soruyu soruyorum. Slovakya, Çekoslovakya'dan ayrılırken, Havel ne hissetmişti? Halkın hissiyatı neydi? Samimi cevap veriyor: ‘‘Psikolojik açıdan benim için de, halkım için de büyük travma oldu. Çünkü Slovakya'nın neden ayrıldığını bir türlü anlayamadık. Ancak, bunlar geride kaldı. Şimdi ne ben, ne de halk burukluk içinde.’’

Türkiye'yi yakından ilgilendiren bir soru:

‘‘Avrupa Birliği'nde başka bir kültüre ve Müslümanlığa direniş var mı?’’

Havel bu soruya, Fransız düşünürü Edgar Morin'in yaklaşımına benzer bir cevap veriyor:

‘‘Ben şimdiye kadar Avrupa Birliği'nin bir Hıristiyan birlik olduğu, buna başka kültürden, Müslüman bir toplumun giremeyeceği fikrine hiç rastlamadım. Ama bu, böyle bir düşünce hiç yok anlamına gelmiyor. Böyle bir düşünce varsa da giderek azalıyor. Avrupa'nın bazı şehirlerinde Müslümanların sayısı Hıristiyanları geçti. Dünyanın geleceğini, farklı kültürlerin, farklı dinlerin birbirine toleranslı biçimde davranmasında görüyorum.’’

Küreselleşme konusundaki düşünceleri de şöyle:

‘‘Küreselleşme kavramını herkes istediği yere çekmeye çalışıyor. Bunun iyi tarafları da, sakıncalı tarafları da var. İyi tarafı, toplumlar giderek birbirlerini daha iyi tanıyor. Ekonomi, kültür, bilgi sınırları aşıyor. Ama bir taraftan da, elektronik postayla yapılan ticaretin, gerçek ekonomiyi, gerçek değerleri geçmesi. Aynrıca çokuluslu bazı şirketlerin gücünün artması.’’

Yazarın Tüm Yazıları