BUNDAN bir süre önce zarf içinde tuhaf bir hediye aldım.Sizi yanıltmayayım, aslında iki parçadan oluşan bir hediye.
Biri, "Seven" filminin DVD’si.
Çok sevdiğim, defalarca seyrettiğim, her seyrettiğimde biraz daha değişik yanlarını keşfettiğim bir film.
Ancak aynı zarftan bir şey daha çıktı ki, kafamı çok karıştırdı.
* * *
"Seven" filminin Türkiye’deki DVD haklarını alan şirket, filmin yanına bir de defter eklemiş.
Kapağı ebru sanatına benzeyen kahverengi-sarımsı bir karışımla kaplı.
Üstüne de bildiğimiz okul defteri etiketi konmuş.
Yani ilk bakışta sıradan diyebileceğiniz bir defter.
Herkesin bir defter alışkanlığı vardır.
Kimi çizgiliyi, kimi kareli defteri sever.
Kimi beyaz káğıdı, kimi ise sarıyı.
Sarı, benim için okul günlerimin müsvedde simgesidir.
Onu sevmem.
Çizgili ve kareli defterlere ise bir satır bile yazamam.
Zarftan çıkan defterin sayfaları tam sevdiğim gibiydi.
Bembeyaz.
Öyleyse bu defterin tuhaflığı neredeydi?
Adında...
Defterin üzerindeki etikete "Seven" (Yedi) kelimesi yazılmış.
Yani filmin adı.
Seyredenler bilecektir, bu film, Hıristiyanlığın "yedi günahı" üzerine işlenen cinayetleri anlatır.
Bu, bir günah cinayetleri filmidir.
* * *
Defter aylardır masamın üstünde duruyor.
Her gerçek defter sapığı gibi, ben de önümdeki deftere yazmadan duramam.
Ama laptoplar hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldikten sonra defterlerin manası da değişti.
Bazılarının gözünde hiçbir anlamı kalmadı.
Benim gözümde ise çok daha özelleşti.
Çok daha kişilik kazandı.
Her defterin ayrı bir manası, ayrı bir mahremiyeti doğdu.
Çantamda her zaman yedek bir "Moleskin" marka defter durur.
Çok özel şeylerin, çok özel anların ve duyguların yazıldığı en mahrem defterim odur.
Zaman zaman bir yerlerde unuturum.
Bütün yazdıklarım onunla uçar gider.
Ama o çok tuhaf bir defterdir.
Üzerinde en küçük parmak izimi, DNA işaretimi, benimle ilişkisini gösteren en küçük bir işaret bırakmam. En mükemmel cinayetler o defterde işlenmiştir.
Sadece benim yazabileceğim, ama kimsenin sahiplenemeyeceği, deşifresi mümkün olmayan kriptoların defteridir o.
Bulana bir hayrı olmaz.
Tek arzum, anlayacak, hissedebilecek birinin eline geçmesidir.
O da olur mu olmaz mı, hiç öğrenemem.
* * *
"Yedi" etiketli deftere gelince, ona dokunamıyorum.
Üzerinde "yedi günahın" izini taşıyan bir deftere ne yazılabilir?
Günahların her birine ait mahrem şeyler mi?
Mesela hırsızlık?
Bende en masumu, fikri olanı bile yok.
Obezlik mi?
Hayatımın hiçbir döneminde olmadı.
Ya cinayet, insan öldürme?
Müktesebatımda o da yok.
Cimrilik deseniz semtime uğramaz.
Müsriflik?
Hayatımın anları, yaşadığım günler için "Belki" diyebilirim.
"Her gün önemlidir" diye düşünürüm, her günü kolayca israf ederim.
Yani olsam olsam, bir yaşanan an müsrifiyimdir.
Herhalde bu konudaki müsriflikte tenha sayılmayız.
Yalana gelince, zifiri karası az, beyazı çok.
Beyaz yalansa o kadar masum ki, günah hanesine yazmak olmaz.
* * *
Öyleyse geriye ne kalıyor?
Şehvet düşkünlüğü...
Ah, çok kritik, çok hassas bir konu.
Şehvet düşkünü olup olmadığına kim karar verebilir ki?
Bu günah nerede başlar, nerede biter, bileniniz var mı?