Feriköy'de bir temmuz günü

SİZİ geçen temmuz ayında Feriköy Camii'nden kaldırılan bir cenazeye götürmek istiyorum.

O günü, cenazede bulunan Arda Uskan'ın(*) ağzından aktarıyorum:

‘‘Feriköy Camii'nde bir dostu uğurluyorduk. Erkin Koray'ın yıllarca bateristliğini yapmış, Ajda Pekkan'larla, Seyyal Taner'lerle çalışmış bir müzik emekçisi, Sedat Avcı'nın cenazesindeydik. Bu çok sevdiğimiz dostumuzun tabutunu taşımak üç dört kişinin omzuna kalmıştı. Bunlardan biri de Cem'di (Karaca).

O caminin imamını hiç unutamam. Aydın bir insandı. Feriköy Mezarlığı'nda Sedat'ı toprağı verirken cenaze duasını Cem'in okumasını istedi. Cem kabul etmedi ama o gür sesiyle ona yardımcı oldu.’’

Ama bakın Cem Karaca'nın bir arkadaş mezarı başında ettiği dua, nelere patladı.

* * *

O günlerde Atatürk Kültür Merkezi'nde Názım Hikmet'ten şiirlerin okunacağı bir barış gecesi düzenleniyordu.

Cem Karaca oraya davet edilmediği gibi, girişimi düzenleyen tanınmış solculardan biri onun için şunu söylüyordu:

‘‘Bana göre bu bir rant. Ezan okuyan insanın Názım Hikmet okuması bana ters geliyor. Bölünmüş, parçalanmış bir sol ortamda baktı ki yaşayamayacak, hem ezan hem Názım okumaya başladı. Bu benim için oportünizmdir. Cem Karaca dönektir.’’

Evet tek kelimelik o etiket, yıllarca sürgünde kalmış sanatçının alnına bir kere daha yapıştırılmıştır.

* * *

Türkiye'nin, değişmemeyi hálá erdem sanan sol kafası Cem Karaca'ya böyle bakarken, aynı ölçüde değişmezliği savunan sağ marjinal kafası da yıllarca onu ‘‘Allahsız komünist’’ olarak görmedi mi?

Oysa bakın, Cem Karaca şimdi arkasından Necip Fazıl Kısakürek'inkini andıran bir vasiyet bırakarak sessizce gidiyor.

‘‘Devlet töreni falan istemem, tekbir sesi yeter.’’

Ve o Cem Karaca, yıllar önce Abdülbaki Gölpınarlı Hoca'nın cenazesinin kaldırıldığı camiden gitmek istiyor.

Pazar günü Cem Karaca'nın ölüm haberi geldiğinde Amerikalı aktör Jack Nicholson'la Esquire Dergisi'nin ocak sayısında yapılan bir mülakatı okuyordum.

Jack Nicholson 66 yaşına girmiş.

Siyasi görüşünü ‘‘liberal demokrat’’ olarak tarif ediyor ve hemen arkasından ekliyor:

‘‘Ama öteki demokratlar gibi Bush'un tepesine inmiyorum. İkinci Dünya Savaşı'nda yaşadığımız şeyleri hatırlıyorum. O dönemde Amerika'nın yapacağı başka bir şey yoktu. Bugün de Bush'un yaptığından başka bir alternatifimiz yok.’’

Konuşmasının bu bölümünü, beni asıl etkileyen şu cümlesine temel oluşturmak için aktarıyorum:

‘‘Benim için liberalizm, sapkın (dönek) olarak suçlanmadan istediğini sorgulama hakkıdır. Amerika dünyaya bunu öğretti.’’

* * *

‘‘Dönekliğin’’ liberal düşüncenin kabul ettiği bir ‘‘hak’’ olduğunu ilk defa işitiyorum.

Aynı gün Hürriyet'in Pazar gazetesinde de Názım Hikmet'le ilgili çok çarpıcı bir haber vardı.

Romanya'da yaşayan bir Türk yıllarca önce komünizmin en ateşli günlerinde Názım'ın kendisinden istediği şeyi anlatıyordu.

O gece Kadir Gecesi’ymiş ve Názım, kendisini bir camiye götürmesini istemiş.

Hem solun hem sağın, değişmemekle övünen, ‘‘ezan’’ ve ‘‘Názım’’ kelimelerini aynı lügate sokamayan dogmatik kafalarına bundan daha büyük bir hayat bilgisi dersi olabilir mi?

* * *

‘‘Zaman’’ bir kere daha eşsiz adaletini tecelli ettiriyor.

Hayatları sırasında en ağır hakaretlere uğrayan, oradan oraya savrulan insanların, başkalarına açıklamakta son derece hasis davrandığı o gizli ve mahrem dünyalarının vesayetleri hep o aynı avukata gidiyor.

‘‘Zamana...’’

O da zamanı geldiğinde, gizli ve mahrem dünyaları açıyor ve arka odalarda özenle, kıskançlıkla saklanmış, ikinci, üçüncü, dördüncü kişilikleri hepimizin önüne çıkarıyor.

Bir bakıyoruz ki, bir zamanlar yazdıkları, söyledikleri bize çok ters gelen o insanların ‘‘post-mortem’’ evrakının içinden hiç bilemediğimiz güzellikler ve huzurlar çıkıyor.

İşe o zaman, içinde, vicdanın zerresi bile kalmış insanların yüreğine o duygu oturuyor

Utanç ve özür dileme duygusu...

(*) Haftalık Dergisi, 25 Aralık 2003
Yazarın Tüm Yazıları