Paylaş
Şurası artık açıkça ortaya çıktı. Hükümeti devirenlerin sağlam bir oyun planı yokmuş.
Oysa böylesine kritik bir dönemde ülkeyi hükümetsiz bırakma girişimini haklı çıkaracak inandırıcı bir oyun planının bulunması gerekiyordu.
Demek ki bir defa daha, hırslar ve intikam duyguları, aklın ötesine geçmiş.
28 ŞUBAT
Akla dayalı bir oyun planı bulunmadığı için, şimdi ortaya konulan politikalar da alabildiğine sakillikler gösteriyor.
Bunca tartışmadan sonra geldiğimiz noktaya bir bakın.
Muhalefetin bir bölümü, yine aynı bozuk ‘‘28 Şubat’’ plağını çalmaya başlıyor.
O öyle olunca, düşen hükümet kanadından da eski sesler yükseliyor.
Gele gele yine, ‘‘Fazilet Partisi, hükümete girebilir mi giremez mi’’ tartışmasına dönüyoruz.
Şimdi düşünüp cevabını verelim:
Türkiye, 28 Şubat hiç olmamış gibi bir siyasete yeniden dönebilir mi?
Hayır dönemez.
Zaten bunu en iyi anlayan parti, bu sürecin en ağır darbesini yemiş olan Fazilet Partisi.
Bu partinin, eski Refah'ın aynı reflekslerini hiç değiştirmeden uygulamaya devam ettiğini söylemek için insafsız ve aşırı derecede önyargılı olmak gerekir.
Kim ne derse desin, bugün Fazilet Partisi'nde bir Recai Kutan üslubu kendini göstermeye başladı.
Nedir bu üslup?
Erbakan'ın kavgacı ve inatçı politikasını sürdürmeyen, devletin, Cumhurbaşkanlığı ve Silahlı Kuvvetleri gibi önemli kurumları ile gereksiz bir çatışma içine girmeyen bir üslup.
YÖNETİM YAPISI
Bu üslubun eski Refah Partisi üslubu olduğunu söylemek mümkün değil.
Zaten partinin yönetim kademesine bir göz atınca, ortadaki değişikliğin ne kadar önemli olduğu kendiliğinden görülür.
Bugün Fazilet Partisi Başkanlık Divanı'nın kompozisyonu bu değişimi açıkça ortaya koyuyor. Bakın bu Divan'da kimler var?
Cemil Çiçek, Ali Coşkun, Abdullah Gül, Abdülkadir Aksu, Aydın Menderes, Nevzat Yalçıntaş.
Neredeyse klasik bir Özal kadrosu işbaşına gelmiş.
Şimdi hâlâ bu partinin hükümete girip giremeyeceğini tartışmanın bir manası yok.
MEŞRULAŞTIRMA MI?
Türkiye'nin geldiği noktada artık askerleri de yeniden siyasetin içine çekme gayretlerinden kaçınmak gerekir.
Türkiye, 28 Şubat sürecini tamamlamıştır.
Bazı ‘‘sözde demokratların’’ iddiasının aksine, bu süreç, halk iradesi gaspının önlenmesi işlevini görmüştür.
Yüzde 80'lik kesimin hayat tarzının, bir azınlık iradesi tarafından gaspının yolunu kapamıştır.
O nedenle, 28 Şubat sürecinin, halk iradesine karşı olduğu safsatasını artık günlük siyasetin içinden çıkarmak gerekir.
Dolayısıyla buna dayalı radikal söylemlerin de en azından merkez sağ partilerin jargonundan çıkarılması zamanı geldi.
Çünkü böyle radikal bir söylem, merkez sağ partilerin karakterine ters düştüğü gibi, bu kanattaki uzlaşma yollarını da tıkıyor.
Son günlerde DYP yönetiminde, ANAP ve DSP ile işbirliğini, ‘‘28 Şubat sürecinin meşrulaştırılması’’ olarak niteleyen bazı değerlendirmeler gözleniyor.
Ne kadar yanlış bir düşünce.
Böyle düşünenler şu sorunun cevabını vermelidirler: Acaba merkez sağa oy veren insanların gözünde 28 Şubat gayri meşru bir süreç midir?
1960 yılından beri demokrasinin bütün ateşten imtihanlarından başarıyla çıkmış gerçek demokrat Ecevit, anti demokrat sayılacak; DEP'lileri Meclis'ten atanlar demokrat kesilip 28 Şubat edebiyatı yapacak.
Bunu kimse yutmaz.
MERKEZ HESABI
Fazilet Partisi'nin radikal bazı oyları üzerine hesap yapanlar, merkez sağın dokusunu bozacak siyasetlerden kaçınmalıdırlar.
Türkiye'nin en az beş yıllık bir istikrara ihtiyacı var. Bunun formülü de, uzlaşmış bir merkez sağdan geçiyor.
Bunu şimdiden torpillemenin kimseye yararı olmaz.
Paylaş