Doğan Bey'in boş duvarları

BİR akşam Doğan Hızlan'ın evine yemeğe davetliydim. Ayaspaşa'da, ara sokaktan deniz gören bir apartman dairesinde oturur.

Gazetedeki odası gibi, evinin her tarafı da kitap ve CD ile doludur.

Zaman zaman, ‘‘Doğan Bey, çöp adamlar gibi bir gün bu kitapların arasında kaybolup gideceksiniz, sizi bulamayacağız’’ diye takılırım.

MESENLER MESENİ

Ama o akşam evinde dikkatimi çeken başka bir şey oldu.

Evinin her tarafı kitap ve CD dolu olduğu halde, duvarlarında hemen hiç tablo yoktu.

‘‘Tablodan hoşlanmaz mısınız’’ diye sordum.

‘‘Tam aksine, çok severim’’ dedi ve gerçek nedenini şöyle anlattı.

‘‘Bir tablo almaya kalksam ressamların hemen hepsi arkadaşım, dolayısıyla benden para almak istemiyorlar. İlle de para vermek istesem, bu defa değerinden ucuza vermeye kalkıyorlar. Ben de bunu içime sindiremiyorum. O nedenle tablo almıyorum.’’

Doğan Hızlan'
ın karakterini bilirim.

Birçok kuruma kültür konularında danışmanlık yapar.

Kendisine böyle bir danışmanlık teklif edildiği zaman ilk cümlesi şu olur:

‘‘Memnuniyetle yaparım ama bir şartla. Bunun karşılığında para almam.’’

İşte o yüzden kültürel faaliyetlere sponsorluk yapan bütün şirketleri, hiç çekinmeden adını vere vere över.

Onları destekler. Yani bir anlamda ‘‘Kültür mesenlerinin mesenidir’’.

Cumhurbaşkanı Sezer'in evi tartışılırken, aklıma Doğan Hızlan'ın boş duvarları geldi.

‘‘Ucuza verirler’’ diye almadığı tablolardan boş kalan duvarları.

Ben bu tartışmaya hiç girmek istemedim.

Ama bu tartışma başladıktan sonra kafama takılan bir soruyu en azından telaffuz etmekten de kendimi alıkoyamıyorum.

İŞADAMLARI VE ÇANKAYA

Cumhurbaşkanı, Çankaya Köşkü'ne çıktığı günden beri işadamlarına mesafeli duruyor.

Onları uçağına almıyor.

Çankaya'ya gelen işadamlarına, ‘‘Ben işinizi takip etmem’’ diyor.

Dünyanın bütün aktif cumhurbaşkanları, ülkelerinin dürüst işadamlarının yatırımlarını, başka ülkelerdeki çalışmalarını desteklerler.

Cumhurbaşkanı Sezer ise buna çok karşıdır.

Olabilir.

Ama böyle bir düşüncesi varsa, bunu hayatının her alanında uygulaması gerekmez mi?

Oysa Saadet Partili bir milletvekili, bu soruyu sorduktan sonra yapılan açıklamalar şunu gösterdi.

Cumhurbaşkanı Sezer, 20 yıla yakın süredir Cemil Özgür adlı işadamı ile ‘‘yakın arkadaş’’.

24 SAATLİK ADAY

Üstelik Cumhurbaşkanlığı makamına oturduktan sonra bu arkadaşından, bazılarına göre ‘‘değerinden ucuz’’, bazılarına göre değerine uygun bir ev alıyor.

Şimdi köşe yazarlarının neredeyse yüzde 95'i, ‘‘Bunu neden tartışıyorsunuz?’’ diye soruyor.

Elbette tartışılacak.

Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren, İstanbul'da bir apartman dairesi aldığı zaman bütün basında tartışılmıştı.

Bugün ‘‘Niye tartışıyorsunuz’’ diyen yazarların bir bölümü o gün o meseleyi tartışmıştı.

Söyler misiniz, Kenan Evren'in dürüstlüğünden şüpheniz var mı?

Benim yok. Cumhurbaşkanı Sezer'inkinden de yok.

Ama o makama oturunca bu soruların hepsi sorulacak.

Bu olay, Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçimininin en sakat yanını bir kere daha önümüze koydu.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde, adayın belli olması ile seçimi arasında yeterince zaman yok.

Sezer, bir akşam aday gösterildi, ertesi gün seçildi.

Oysa bizler bu soruları, o daha seçilmeden sormalıydık.

ABD'de, Gary Hart'ın küçükken kullandığı imzayı neden değiştirdiği psikiyatrlara bile soruldu.

Clinton'ın alkolik anne ve babası, ilkokulda, lisede aldığı notlar hep sorgulandı.

Bunlar sorgulanırken, ucuza ev alındığı iddiası niye sorgulanmayacak?

Bu konuda kendi kendimize küçük bir test yapabiliriz. Acaba aynı durum, bir başka siyasetçi için söz konusu olsaydı ne düşünürdük?

Ve son bir nokta. Dürüstlük, siyasetçi için tek başına bir erdem değildir.

ÖTEKİ SİYASİLER

Dürüstlük deyince benim aklıma, 40 yıldır bütün siyasi çizgisini adım adım izlediğim Bülent Ecevit geliyor.

O hálá Oran semtinde bir apartman dairesinde oturuyor.

Tıpkı Deniz Baykal ve bodrum katında oturan Devlet Bahçeli gibi.

Diyeceğim, siyasette başkaları tarafından daha ikna edici biçimde kanıtlanmış bu meziyetlerin üzerine bir şeyler eklememizin zamanı geldi.
Yazarın Tüm Yazıları