SİZİ bir dakikalık "milli reflekse" davet ediyorum.Lütfen kendinizi, dün Hürriyet’in birinci sayfasında gördüğünüz çocukların yerine koyun.
Kiminin bacakları kopmuş...
Kimininki belki bir daha hiç hareket etmeyecek.
Yaşları siz deyin 20-25, ben diyeyim 25-30.
Hayat, daha başlayacağı en güzel döneminde tekerlekli sandalyeye prangalanmış.
Onlar sadece birkaçı, sadece oradakiler.
Geride, rehabilitasyon merkezlerinde, yıkık dökük evlerde, orta halli yuvalarda, daha binlercesi var.
Kırık dökük bir televizyon ekranının karşısında hayat geçiriyorlar.
Ya da bir pencereden sokaklara, denizlere hüzünlü, melankolik gözlerle bakarak.
Onlar, yani 25 yıllık savaşta, hayatının tamamını veya bir bölümünü kaybetmiş gazilerimiz.
* * *
Evet, bir an için kendinizi onların yerine koyun.
Ve farz edin ki, tekerlekli sandalyeye mahkûm sizler de bütün Türkiye gibi bölünmüşsünüz.
Bir kısmınız, önünüzden kalkan cenazeye, sürüp giden davalara bakıp, "Vay canına, bizim sırtımızdan ne dalavereler dönmüş" diye düşünüyorsunuz.
Bir kısmınız ise, "Biz oralarda savaştık, bacaklarımızı, arkadaşlarımızı kaybettik. Ama bakın şimdi bize ne muameleler yapılıyor" diyorsunuz.
Öyle veya böyle düşünmüşsünüz, ne fark eder.
Her ikisi de aynı kapıya, o aynı kalleş soruya çıkmaz mı?
"Değer miydi?.."
Yani, bazı insanlar bizim savaşımız üzerinden kirli işler yapmışlar deseniz de, aynı soru.
Hain bir kurşunla yatalak bırakılmış bir arkadaşıma bile böyle muamele yapılıyorsa deseniz...
Ne fark eder, aynı soru vicdanınıza yapışmaz mıydı?
Değer miydi?..
* * *
Kendine devlet diyen bir devlet; kendine millet, hálá millet diyebilen bir millet, kolunu bacağını vatanı için bırakmış gazisine bu soruyu sordurmaz.
Asla sordurmaz.
O gazisini, silah arkadaşlarının cenazelerinin arkasından böyle ağlatmaz, vicdanını biletmez, sukutuhayale uğratmaz.
Bu savaş daha bitmedi.
Oralarda genç insanlar, komutanlar hálá ölmeye, kollarını bacaklarını bırakmaya devam ediyor.
Ama elinizi vicdanınıza koyup cevap verin.
İnsan gönlünde böyle bir şüpheyle daha ne kadar savaşabilir?
Ergenekon soruşturmasının sürdürülüşündeki hoyratlıklarla, yanlışlıklarla ilgili eleştirim, işte bu yüzdendir.
Sadece fikrini, itirazını dile getiren insanla, mafyalaşmış çeteciyi, katili veya darbeciyi aynı sepete koymaya çalışan uygulamaları eleştiriyorum.
İnsanların insafsızca hedef gösterilmesini, sindirilmeye, toplumun gözünde küçük düşürülmeye çalışılmasını eleştiriyorum.
Çetelere karşı mücadele ederken, gazilerimize "Değer miydi" sorusunu sordurtmayacak bir hassasiyetin gösterilmesini istiyorum.
Askere gidecek gençlerin kafasına daha şimdiden "Değer mi" şüphesini sokmayacak bir titizlik içinde yürümemiz gerektiğini savunuyorum.
* * *
İşte o nedenle, dün Çankaya’da yapılan zirveyi çok olumlu buluyorum.
Oradan çıkan iki üç cümlelik açıklamaya hepimizin kulak vermesi gerektiğine inanıyorum.
İşte o nedenle Başbakan’ın önceki gün havalimanında yaptığı açıklamayı bütün kalbimle destekliyorum.
Ne yargı baskı altına alınsın, ne de insanlara yargısız infaz yapılsın.
Ne gerçek çetecilere müsamaha edilsin, ne de suçsuz insanlar hırpalansın diyorsa, ben de altına imzamı basıyorum.
İşte o nedenle Deniz Baykal’ın son grup toplantısında yaptığı, "O silahların üzerine hep birlikte gidelim" çağrısını destekliyorum.
Türkiye işte bu duygu ve zihniyetle, bu yürekten seferberlikle çetelerin üstüne giderse, en etkili sonucu alır.
Ama yok, meydan 6-7 Eylül çapulcusu edasıyla ortalıkta gezinen muhbirlere, linççilere, infazcılara, intikamcılara bırakılırsa, yarın bütün mahalleler yağmalanır, tarumar edilir.
O derin şüphe, gazilerimizin, askere gidecek gençlerimizin yakasına yapışır: