TÜRKİYE Cumhuriyeti Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın resmi internet sitesinde bu ordunun tarihi ile ilgili bilgiler var.
Resmi sitenin ‘‘Türk Kara Kuvvetleri Tarihçesi’’ adlı bölümü şu cümleyle başlıyor:
‘‘Kara Kuvvetleri'nin temeli, Hun İmparatorluğu döneminde Mete Han tarafından MÖ 209 yılında atılmıştır.’’
KAÇ KİLOMETRE
Devam ediyor:
‘‘1040 yılında Dandanakan Meydan Muharebesi'nde Gaznelileri yenerek istiklaline kavuşup, 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'nde Bizanslıları yenerek Anadolu'yu bir Türk yurdu yapan Büyük Selçuklu Devleti'nde, Kara Kuvvetleri'nin teşkilat ve eğitimi sağlam esaslara bağlanmıştır.’’
Peki, Mete Han, bu orduyu nerede kurmuştur?
Önünüze atlası alın ve Asya'nın en doğusuna doğru gidin.
İşte orada.
Türk ordusunun kurulduğu yerle, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın bulunduğu Ankara arasında kaç kilometre mesafe var?
En az 8-10 bin kilometre.
Acaba bu ordu, Ankara'ya kadar, Viyana'ya kadar nasıl gelmiş?
Elinde karanfillerle mi, yoksa savaşa savaşa mı?
Bu savaşların hepsine ‘‘müstemleke savaşı’’ dersek, Türk tarihinden geriye ne kalıyor?
Mete Han'ın orduyu kurduğu yer Ankara'ya 8-10 bin kilometre mesafede.
Çetin Paşa'nın müstemleke dediği Yemen'in Ankara'ya mesafesi ise bundan çok daha yakın.
Ben diyorum ki, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ya ordunun kuruluş tarihini 1920'ye getirsin, ya da bu tarihe sahip çıkıyorsa, o orduların yaptığı savaşlara da sahip çıksın.
Bazı emekli paşaların gönlüne ve ideolojisine uygun bir vatan ve müstemleke tarifi yapmaya kalkarsak, bu ülkenin milyonlarca insanının ecdadına haksızlık ederiz.
BASİT LEJYONERLER
Onları, müstemleke arazilerinin basit birer lejyoneri haline getiririz.
Tabii ben bunu, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne söylemiyorum.
Çünkü onlar, ordularının tarihine sahip çıkıyorlar.
Çünkü onlar, bugün milli sınırlar dışında bulunan şehitliklere sahip çıkıyorlar.
Ama üniformasını çıkaran bazı komutanların yazdıkları şahsi tarihlerle mutabık olmadığımı yazıyorum.
Ama üslup, belden aşağı inip, ‘‘green card’’,‘‘mütareke basını’’ sloganlarına çekildiği zaman, tartışma adabı ortadan kalkıyor.
İÇİME SİNDİREMEM
Ben, bu yazı ile ‘‘vatan’’ ve ‘‘müstemleke’’ tartışmasından çekiliyorum.
Hem de kendi haksızlığımı ilan ederek.
Çünkü çok üzülerek görüyorum ki, bu tartışma Türk Silahlı Kuvvetleri'nin birliğini ve disiplinini etkileyebilecek bir mecraya doğru gidiyor.
‘‘Genç subaylar’’ olayı ile zaten hassas hale gelen bu iklimi, bir de ‘‘emekli paşalar’’ olayı yaratarak daha da hassas hale getirmenin ne sorumluluğunu, ne de vicdani yükünü taşıyabilirim.
Benim için Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iç bütünlüğü ve disiplini her şeyden daha önemlidir.
Dolayısıyla bazı emekli paşaların benim üzerimden siyaset yapmalarını içime sindiremem.
İlk defa büyük bir üzüntüyle görüyorum ki, emekliye ayrılan bazı komutanlar, görevdeki komuta kademesinin görüş ve kararlılığını sorgulayacak davranışlar içine giriyorlar.
Ben, böyle bir tartışma platformunda yer alamam.
Emekli komutanların, bizim üzerimizden ideolojik savaşlarını vermelerine alet olmayı asla istemem.
Bu tartışmanın halen görevdeki birçok komutanı rahatsız ettiğini de tahmin ediyorum.
Haklıdırlar.
Onların önünde zor ve kararlılık isteyen günler var.
‘‘Yanıbaşımızdaki yangının’’ farkındalar.
Buna uygun kararlarını almışlar ve Meclis'in kararını bekliyorlar.
Bu ülkenin ordusunun tarihi bu kadar eskiyse, bu ülkenin ordularının
bazılarında hálá o eski muzaffer orduların sancakları taşınıyorsa; o orduların
yaptığı savaşları ‘‘müstemleke
savaşı’’, şehit düşen binlerce Türk askerini ‘‘lejyoner’’ mertebesine indirmeyiniz.
TEK ARZUM
Ben son sözümü söyleyip bu tartışmadan, kendi kendimi haksız ilan ederek çekiliyorum.
Bunun karşılığında o emekli paşalardan almak istediğim tek şey, Makedonya'daki, Bakü'deki, başka topraklardaki şehitliklerde yatan o şehitlerin itibarıdır.