Bir Beyaz Türk'ün pazartesi sabahı

YENİ kitabım, “Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri” şu cümleyle başlıyor.

Haberin Devamı

“Ben bir beyaz Türk’üm. Bununla ne övünüyorum, ne de dövünüyorum...”
Kitabın sonu ise şu soruyla bitiyor:
“Beyaz Türklerle, Zenci Türkler savaşırsa kim kazanır?”
Bir Beyaz Türkün pazartesi sabahıÇok katı, çok irkiltici ve ürkütücü bir soru...
Bu kaskatı sorunun cevabını vereceğim. Ama önce bir duygu turu yapalım.

***

Bu akşam bir bölümümüz “yenmiş”, bir bölümümüz ise “yenilmiş”, hatta “hezimete uğramış” duygularla yatağa gidebilir.
Gidelim...
Önemli olan pazartesi sabahına hangi duygularla uyanacağımızdır...
Ülkesini seven, bu ülkede yaşamaya iman etmiş, kendini öz vatanında, o vatanın öz evladı olarak hisseden herkesin, bu “pazartesi haletiruhiyesinin” kostümlü provasını bugünden yapması hepimiz için hayırlı olur.
Oy verdiğimiz parti birinci olmuş veya olmamış hiç önemli değil...
Sormamız gereken soru şu:
Nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz?

***

Kendi payıma, “Nasıl bir ülke?” sorusundan önce şunu soruyorum:
“Nasıl yaşamak istiyorum?”
Keyifli ve huzurlu... Yani istediğim gibi yaşamak istiyorum.
Ne başkalarını rahatsız ederek, ne de başkalarının beni rahatsız etmesine izin vererek...
O nedenle kararlıyım.
Bu ikisini de azimle yapacağım...

***

Seçim sonucu ne olursa olsun, oradan çıkacak zihniyet ne olursa olsun, ben umutlu uyanacağım.
Evet, geçmişte çarpık bir milli irade kavramı oluştu.
Bu 12 yılda, toplumun bir bölümüne çok haksızlık edildi.
Ondan önce de bir başka bölümüne haksızlık edilmişti.
Evet şu son 6 ayda hepimizi hayretler içinde bırakan olaylara tanık olduk.
Midemizin bulandığını hissettiğimiz anlar oldu.
Toplumun bir bölümüne üvey evlat muamelesi yapıldı.
Hayat tarzlarına ciddi müdahaleler oldu. Daha da kötüsü, onlarda artık bu ülkenin dar edileceği duygusu yaratıldı.
Yaratıldı da ne oldu?
O insanlar yok mu oldu? Hadi kendimi de katarak söyleyeyim...
Yok mu olduk... Bitirebildiler mi bizi...
Hayır ayaktayız... Üstelik artık çenemiz de açıldı, korkmuyoruz ve konuşacağız...
Yani yarından itibaren konuşmaya, ayakta durmaya devam edeceğiz...

***

Önümde şöyle bir tablo duruyor:
AKP hâlâ birinci parti... Onun genel başkanını taparcasına seven insanlar var.
Bu realiteyi görmezden gelemem, gelemeyiz...
Ama bu ülkede en kötü ihtimalle yüzde 25 oy alan bir CHP de var...
En kötü ihtimalle yüzde 15 oy alan bir MHP var...
İkisini toplarsan, en kötü ihtimalle eder yüzde 40...
Bir de en kötü ihtimalle yüzde 5.5 alan bir BDP var...
Şöyle düşünün...
Bir CHP’nin içinde, BDP’nin aldığı oyun kaç katı var...
Beş katı...
MHP’de kaç katı var. Üç katı...
İkisini topla eder 8 katı...
Sonra düşün...
BDP’nin temsil ettiği Kürtlerin hak taleplerini dikkate alan bir iktidar, onların sekiz katı oy alan partilere oy veren insanlara bu dünyayı dar edebilir mi...
Ben kendi payıma yarından itibaren böyle hissedeceğim ve bunu anlatacağım...
Anlar mı bilemem... Ama çok iyi biliyorum ki, bunu anlatmak bu ülkenin öz evladı olarak en demokratik hakkım.
Engellemeye kalkarsa, benim değil, onun sol omzuna yazılır...
Yani günahların tarafına...

***

Bazen düşünüyorum...
Acaba her gün, AKP’ye oy vermiş kaç kişinin elini sıkıyorum.
Veya AKP’ye oy vermiş kaç kişi, ona oy vermeyenlerin elini sıkıyor.
Sanıyorum hiç de az değildir...
Gettolarımızın duvarları henüz o kadar kalın ve duygu geçirmez hale gelmedi.
O nedenle yarından itibaren çok daha fazla el sıkmaya çalışacağım.
Diyeceğim ki:
“Bak kardeşim...
Ne AKP’ye verdiğin oy seni çoğunluk yapar...”
Sonra dönüp öteki tarafa sesleneceğim:
“Bak kardeşim, ne de CHP’ye, MHP’ye, BDP’ye verdiğin oy seni azınlık statüsüne indirir seni bu ülkenin yeni paryası haline getirir...
Sen de bu ülkenin öz evladısın, ben de, o da öteki de...”
Çünkü bunları alt alta yazdığımızda, bu yekûn “hepimiz” etmiyorsa, bil ki, hiçbirimiz bu ülkenin gerçek sahibi değiliz demektir.
Partilerin aldığı oylar değişir, ama onların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık numarası değişmez...
Bunu hepimiz, bizi millet yapan kolektif hafızanın en mutena yerine yazalım.

***

“Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri” kitabım şu cümlelerle sona eriyor:
“Zenci Türklerle beyaz Türkler savaşırsa kim kazanır” sorusunu ne soruyorum, ne de cevabını biliyorum... Ama şu sorunun cevabını biliyorum:
“Zenci Türklerle beyaz Türkler savaşmazsa kim kazanır?”
Melez Türkiye kazanır...

***

Bu kitabı, Türkiye’nin son 12 yılda kendini yenilmiş hisseden, hayat tarzlarını tehdit altında gören insanlarına moral vermek ve “Merak etmeyin kimse sizi yok edemez” demek için yazdım.
Çünkü kimse edemez...
O nedenle yarından itibaren herkese iyi gelecek bir kitap oldu.

***

Bir beyaz Türk olarak doğdum ama “melez” bir Türkiye’de ölmek istiyorum...
Güzel, kaynaşmış, renkleri ile birbirini zenginleştiren bir Türkiye’de...

***

Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” kitabı, herkesin önceden bildiği, ama ses çıkaramadığı, itiraz etmediği bir cinayeti anlatıyor...
Türkiye yarından itibaren “pazartesinin rengini” bulacak...
Umarım “beyaz bir pazartesi” olur bu... Umarım ne kimse önceden tasarlanmış bir cinayetin faili...
Ne de kimse böyle bir kırmızı pazartesinin maktûlü olur...

***

Kendi payıma sonuç ne olursa olsun yarın sabahtan itibaren keyifle yaşamaya devam edeceğim...
Harika bir ilkbahara, papatya mevsimine hazırlanacağım.
Siz de öyle yapın, öyle hissedin.
Sonuç ne olursa olsun, en kötü günler geride kaldı.
Artık biliyoruz ki...
Türkiye hepimizin ülkesi... Ve hepimiz buranın öz evladı ve gerçek sahibiyiz...
Sayılarımızın üç fazla, üç eksik olması bu gerçeği hiçbir zaman değiştirmeyecek...
Oyunuzu iç rahatlığı ile kullanın... Sonucunu iç rahatlığı ile kabullenin...

Yazarın Tüm Yazıları