DÜN Serdar Turgut’u aradım ve aynen şunu söyledim.
“Ben senden daha önemli bir gazeteciyim.”
Telefondaki derin sessizlikten, şaşırdığını anladım. Olayı bilmeceye çevirmeden anlatmaya başladım. * * * Günlerdir içim içimi yiyor. “Kimse beni ciddiye almıyor” diye kompleks yumağına dönüştüm. Kahroluyorum. Birinci Körfez Savaşı, ikincisi, üzerine 28 Şubat’ı ekle. Şu, bu... Cumhuriyet mitingleri vs. Hemen her konuda yazı yazmışım. Ama yok... Adım WikiLeaks belgelerinde bir türlü geçmiyor. Sedat orada, Akif, Mustafa, Cengiz... Hepsi orada, bir ben yokum. Demek ki kimse beni ciddiye almamış... Ya da ciddiye alıp konuşmamış... * * * Dün bütün komplekslerimden kurtuldum. Sonunda benim adım da WikiLeaks belgelerinde yer aldı. “Allahım sana şükür, beni de ciddiye aldılar” dedim. Üstelik de tam bana yakışacak bir konuda WikiLeaks belgelerine girdim. Neyle mi? “Kadın ayakkabıları” ile... Evet yanlış işitmediniz. “Kadın ayakkabıları” üzerine bir yazımla WikiLeaks belgelerine girdim. Hem de üzerinde “GİZLİ” yazan bir belgeye. Kıskananlar çatlasın, yine “fark yarattım”... Dünyada kadın ayakkabısı üzerine görüşleriyle WikiLeaks belgelerine giren bir başka kimse var mıdır? * * * Konu şöyle; ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelmann, 20 Mayıs 2004 günü Washington’a gönderdiği gizli bir belgede, beni 9 Mayıs günkü Hürriyet’te yazdığım, “O ayakkabıları gördünüz mü” başlıklı yazıdan da söz ediyor. “Taraf” gazetesi dün yayımladı. Yazı, dönemin ünlü bir siyasetçisinin eşinin ayakkabıları üzerine. “Gizli” ibareli belgeyi dikkatle okudum. Bir kere daha okudum. Büyükelçi Edelmann, ne anlama geldiğini çıkaramadığım birtakım sözlerden sonra, benim , “topuklu stilettoları” kullanarak, siyasetçinin eşini “hicvettiğimi” yazmış. Oysa ben ciddi ciddi, ayakkabıları beğendiğimi yazmıştım. Hicvetmek aklımın bile ucundan geçmemişti. Yazıda aynen şunları söylüyordum: “Başı örtülüydü ama ayağında topukları normalden yüksek bir çift ayakkabı vardı. İtiraf edeyim cüretli ve genç bir çift ayakkabıydı. Ayakkabıyı iyi de taşıyor.” Gerçekten beğendiğim için yazdığım bir yazıydı. Demek ki, beni bir tek büyükelçi anlamış, ama o da yanlış anlamış. Hiç önemli değil, önemli olan “ciddiye alınmak”... Ayrıca, büyükelçinin benim kadın ayakkabıları ile ilgili yazılarıma verdiği önemi fark etseydim ona Manolo Blahnik, Jimmy Choo ve Christian Louboutin’le ilgili yazılarımı tavsiye ederdim. * * * Fehmi Koru zaman zaman benim için “pop sosyolog” ifadesini kullanıyor. O, beni küçümsemek için kullanıyor, ama ben samimi olarak bu lakabı çok tuttum. Doğru, ben popüler kültürün sosyoloğuyum. WikiLeaks belgeleri de bunu kanıtladı. Şimdi söyleyin, ben, kariyerini ayak fetişizmi üzerine yazdığı yazılarla yapan Serdar Turgut’tan daha önemli bir gazeteci değil miyim? Şimdi söyleyin bakalım... Hani ben ciddiye alınmazdım... Bakın alan var. :) Bütün bunlara rağmen işin şu tarafı da doğru. Evde kedim ve köpeğim beni hâlâ ciddiye almıyor... Ama ben yine de onlarsız bir hayat düşünemiyorum.