DÜN yazı işleri masasında bir haberi çok tartıştık.Dünyanın önde gelen üç önemli gazetesinde, Türkiye ile ilgili üç haber çıktı.
Üçü de ekonomik açıdan Türkiye’nin geleceğini hiç de parlak göstermiyordu.
Fransız Le Monde Gazetesi, işin adını en açık ve çarpıcı ifadelerle koymuştu:
"Türkiye felakete doğru koşuyor."
Yazıda, Türkiye’nin gururunu bir kenara bırakarak IMF ile anlaşma yapması gerektiğini söylüyor.
Tespiti de şu:
"Türkiye’nin 2001 krizi senaryosunu yeniden yaşama lüksü yok."
İkinci yazı Washington Post Gazetesi’ndeydi.
Amerika’nın en etkili gazetelerinden Washington Post, krizden olumsuz etkilenerek IMF’nin kredi sağlayabilecek ülkelerin arasında Türkiye’yi de sayıyordu.
Ancak gazetenin asıl önemli vurgusu şuydu:
"Deutsche Bank, sadece Türkiye’nin 90 milyar dolara ihtiyacının olabileceğini hesaplıyor."
Tabii bu 90 milyar dolar lafı, piyasada fırtına gibi esti.
Üçüncü yazı, dünya finans çevrelerinin "İncil’i" olarak kabul edilen Financial Times’ta yayınlandı.
Gazeteye göre, Türkiye açısından bir "good news", bir de "bad news" vardı.
İyi haber şuydu:
IMF’nin, krizden etkilenen yükselen piyasaların acil kredi ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla kolaylıklar yapacağını açıklıyordu.
"Yükselen pazarların" başlarında yer alan Türkiye için bu "iyi haber"di.
Ancak hemen arkasından gelen cümle hiç de parlak değildi.
Gazete, Güney Afrika ve Türkiye gibi büyük cari açıkları olan ülkelerin ise IMF’nin istediği kriterleri karşılamayabileceğini belirtiyordu.
* * *
ABD, Fransa ve İngiltere’nin üç etkili gazetesinden aynı gün art arda üç felaket haberinin gelmesi, elbette çok önemliydi.
Tartıştığımız konu şuydu:
Ben, bu haberin büyütülmesi gerektiğini savunuyordum.
Ekonomi servisimiz ise aksi fikirdeydi.
Çünkü, son 48 saat içinde piyasada "spekülatif" bir havanın estirildiğini düşünüyorlardı.
Aynı görüşü sabah CNN Türk’te Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu da savunmuştu.
Yurtdışından gelen bu haberlerin büyütülmesi, bu spekülatif havayı daha da yoğunlaştırabilirdi.
Ben, bütün meslek hayatım boyunca, uzman kişilerin ve bölüm sorumlularının görüşlerini çok ciddiye aldım.
Bu defa da aynı şeyi yaptım.
Ancak, itiraf edeyim, bu haberlerin büyütülmesinden yanayım.
Neden derseniz, cevabım şu:
Çünkü biz bunları büyütmeyince hükümet de şu an izlediği ekonomi politikasının doğru olduğuna inanıyor.
* * *
Nedir bu politika?
Türkiye, "pazar ekonomisini" bırakıp "azar ekonomisine" geçti.
Başbakan, ekonomi yanlış gidiyor diyen herkesi fırçalıyor, azarlıyor.
TÜSİAD "Önlem alın" diyor, Başbakan fırçalıyor.
Bankacılar önlem istiyor, Başbakan azarlıyor.
IMF gelin anlaşalım diyor, Başbakan "ümükten" söz ediyor.
Medyadan hiç söz etmiyorum.
Çünkü bize zaten her gün yumruğunu gösteriyor.
Sadece göstermekle kalmıyor, güya özerk devlet kurumlarını üzerimize saldırtıyor.
Başbakan azarlıyor, yakın zamana kadar ona en büyük desteği veren yabancı gazeteler, Türk ekonomisinin felakete doğru bir "amok koşusu" yaptığını yazmaya devam ediyorlar.
Yani Türkiye’nin "azar ekonomisi", dışarıda taraftar bulmuyor.
Şimdi kendisine direkt olarak seslenmek istiyorum.
Sayın Başbakan,
Her gün herkesi azarlıyorsunuz, ama durum parlak değil.
Azarı bırakıp 24 saat kriz toplantısı yapmanın zamanı geldi.
Tekrar ediyorum.
Ankara’da işler iyi, milletvekili, bürokrat maaşını alıyor, işini kaybetmiyor diye bakıp, sanmayın ki ülkenin sanayi çarşılarında işler aynı gidiyor.