Arkamdan teneke çalın

1848 yılı yazında Londra’nın "Christie and Manson" firması çok ilginç bir müzayede yaptı.

İngiltere’nin en tanınmış soylularından birinin bütün malikánelerinin eşyaları satışa çıkarıldı.

Evler, İkinci Buckingham ve Chandos Dükü’ne aitti.

Dük ilginç bir insandı.

Bütün parasını ve varlığını yiyip bitirdikten sonra Fransa’ya kaçmış ve eşyaları satışa çıkarılmıştı.

O kadar çok eşya vardı ki, müzayede 40 gün sürdü.

Satılan varlıklar arasından biri daha sonraki yıllarda çok tartışılacaktı.

Bu; 40 yaşlarında, başı açık, yakışıklı sayılabilecek bir erkeğe ait oval portreydi.

Sakallıydı ve sol kulağında altın bir küpe vardı.

* * *

Yıllar sonra bir yazar, tablodaki erkeğin yüzüne bakarak şunu söyleyecekti:

"Eşinizi veya kızınızı emanet edip etmemekte tereddüt edersiniz."

Bir iddiaya göre bu karanlık tablo, Batı edebiyatının belki de en büyük ismi olan Shakespeare’a aitti.

Eğer iddia doğruysa, yaşadığı dönemde yapılmış tek portesiydi.

Tabloyu satın alan Lord Ellesmere, ölümünden kısa süre önce, 1952 yılında, onu İngiltere’nin Milli Portreler Galerisi’ne hibe edecekti.

Tablodaki kişinin Shakespeare olup olmadığı yıllarca tartışılacaktı.

16. yüzyıl portreleri konusunda uzman Dr. Tarnya Cooper ise portrenin ona ait olduğundan emin.

Tablonun şu unsurlarına dikkat edin diyor:

"Kulaktaki küpe, bugün ne anlama geliyorsa, o gün de öyleydi. Küpe, onun sıradan bir insandan daha çok modaya uyan, bohem ve maceraya hazır bir insan olduğunu gösteriyor."

Tabloda dikkati çeken bir başka unsur da siyah giysileriymiş.

Dr. Cooper’dan öğrendiğime göre, o dönemde siyah renk kumaşın yapılması daha zor ve pahalıymış.

Ucuz elbiseler gri ve bej renklerden yapılırmış.

Bütün bunlar dikkate alındığında, portredeki kişinin Shakespeare olduğu kesin sayılabilirmiş.

Tablodan çıkardığımız bir başka ilginç ayrıntı daha var.

Dante gibi, Shakespeare’in bir gözü de ötekinden büyükmüş.

Bu ne anlama geliyor diye sorarsanız, hiçbir şey bilmiyorum.

Biri Dante, öteki Shakespeare...

* * *

Bill Bryson’un "Shakespeare" adlı kitabında bu bilgileri okurken, gerilere, çok gerilere gittim.

Yıl 1974 veya 1975...

Paris’te öğrenciyim.

Mazet öğrenci restoranında, yemeğimi alıp bir masaya oturuyorum.

Masada başka bir erkek öğrenci daha var.

Kulağındaki küpeyi fark ediyorum.

Erkekte küpe ilk defa bu kadar dikkatimi çekiyor.

O gün kafama takıyorum.

Bir gün mutlaka küpe takacağım.

* * *

Aradan 33 yıl geçmiş.

Hiçbir zaman küpe takamadım.

Bundan sonra takma ihtimalim var mı bilmiyorum.

Küpe takma fikri hálá çok hoşuma gidiyor.

Neden bu kadar çok istiyorum?

Estetik bulduğumdan mı, yoksa kitapta okuduğum nedenden dolayı mı?

Yani çevreme "Bakın ben farklı bir adamım" demek için mi?

Hayatım boyunca farklı olduğumu göstermek için kimi bilerek, kimi bilmeyerek epey çaba göstermişim.

Nedense küpeye cesaret edemedim.

Hürriyet’in Ankara temsilcisiyken küpe takan ilk muhabirimizi gördüğümde çok sevinmiştim.

O muhabiri, bürodaki bazı yönetici arkadaşların gadrinden korumak için elimden geleni yapmıştım.

* * *

Şimdi düşünüyorum.

Eğer o portre gerçekten Shakespeare’e aitse;

Eğer gerçekten küpe takmışsa, yuh olsun bana.

Evet açık seçik söylüyorum. Küpe takmaya cesaret edemeyecek kadar korkak bir adam olarak hayatımı tamamlarsam, yuh olsun bana.

Bu dünyanın yürekli delikanlıları, arkamdan teneke çalsınlar.
Yazarın Tüm Yazıları