Paylaş
Nükleer silahlara sahip Kuzey Kore, Güney Kore’ye ait bit adayı topçu atışıyla bombaladı. Aslında olan Kuzey ve Güney arasında rutin olarak yaşanan “kas gösterme” girişimlerinden biriydi. ABD hemen nükleer güçle çalışan 75 uçak ve 6 bin personel taşıyan USS George Washington uçak gemisini Tokyo’dan Güney Kore’ye gönderdi. Dünyada “60 yıl sonra yine bir savaş çıkacak mı?” endişesiyle gergin bir bekleyiş başladı.
Ama nasıl olduysa ne Güney ne de Kuzey Koreliler savaşın eşiğine geldiklerinden haber olmadılar. Hatta öyle ki dünya Kore gerginliği yaşarken Kuzey Kore’nin çılgınlıklarıyla ünlü lideri Kim Jong-il, halef gösterdiği küçük oğlu Kim Jong-un ile birlikte saldırıdan saatler sonra başkent Pyongyang’da bir soya sosu fabrikası ile bir tıp okulunu gezdi. Güney Koreliler ise çok rahattı. Ülkelerinin askeri ve teknolojik üstünlüğüne güvenen başkent Seulluler çatışmayı adada yaşayanların Twitter hesaplarından izlediler. Kendi medyalarında konu ilgili tek satır haber yok. Ama dünyanın pek çok basın kuruluşu olayı manşetten verdi. Peki burada yanlış olan bir şey var mıydı?
Aslında Korelilerin dünyadan haberlerinin olmaması anormal bir durum ama haberdar edilmemeleri son derece normal. Çünkü genel anlamda baskı grupları diye nitelenebilecek hükümetler, siyasiler, sivil toplum kuruluşları ve bireysel düzeyde konu önericiler, bir şekilde medya içeriklerini etkilemeye çalışırlar.
Biz Kore’deki gerginlikten onlardan önce haberdar olduk. Çünkü biz de pek çok dünya ülkesindekine oranlı daha hızlı ve kısmen daha özgür bir medya var.
İşte bu noktada gündem mühendislerinin medya içeriklerinde neyin, ne zaman, nasıl yer alacağını etkilemek, yönlendirmek ve daha da ileride kontrol altında tutabilmek gibi yönleri vardır. Kuzey ve Güney Kore’de olan budur. Herkes Kore’deki gerginliği konuşurken dünya basınında NATO’nun füze kalkanı ve kan kaybeden Obama iktidarı ile ilgili haberler gündemden düşüverdi.
Çünkü siyasal anlamda medya yönetimi, ister iktidardaki, isterse muhalefetteki partiler olsun, ister seçim kampanyalarında, isterse seçim dışı dönemlerde olsun, siyasilerin yaptıkları eylemlerin ve konuların hakkındaki görüşlerinin duyurulmasını, meşruluk ve destek kazanmasını sağlamak amacıyla sürdürülen faaliyetlerin tümünü kapsar. Siyasiler bu süreci iletişim danışmanları aracılığı ile yönetir.
Oya Tokgöz’ün “Siyasal İletişimi Anlamak” adlı kitabında da belirttiği gibi, siyasetçiler ile medya mensuplarını mesleki etkileşim içine sokan siyasal iletişimciler, bu iki grubu uzlaştıran bir “köprü” görevi görürler. Çünkü siyasal iletişimciler medya pratiklerini yakından tanımada, medya mensuplarıyla kişisel ilişkiler kurmada ve ikna etme sanatında uzmanlaşmış, iletişim tekniklerini iyi bilen kişilerdir.
Öte yandan Doç. Dr. Erkan Yüksel’in “Siyasiler Medya’yı Nasıl Yönetir?” başlıklı makalesinde de belirttiği gibi, bu köprünün “medya” ayağı açısından durum biraz çelişkilidir. Çünkü toplumsal sorumluluk anlayışı çerçevesinde değerlendirildiğinde medyanın kamu yararı gütmesi, kamu bekçiliği yapması, toplumsal dengelerde yasama, yürütme ve yargı güçlerinin arasında dördüncü güç olarak yer alması, tarafsız davranması ve haber vermesi beklenir.
Bu nedenle medya sorumluları, içeriklerini etkilemek isteyen baskı unsurları hangi kanaldan gelirse gelsin, gerçek haber ile “yanlı” ya da “yönlendirme” haber arasında, kimi zaman bıçak sırtı gibi görünen önemli bir dengeyi sağlamak zorundadır. Aksi halde birilerinin “sözcüsü”, “çığırtkanı”, “borazanı”, “yandaşı” ya da “silahı” olma suçlamalarıyla karşı karşıya kalacak ve bu davranışları “etik” bulunmayacaktır.
Doç. Dr. Yüksel’e göre bu nedenle siyasal iletişim danışmanlarının dengeyi koruyarak uyguladıkları bazı stratejiler var. İşte stratejiler:
1- Medyaya yanınızda her zaman yer açmak: Kısaca buna basını bir paydaş hatta bir müttefik olarak konumlamak diyebiliriz.
2. Konu yönetimi yapmak: Bu kurala “Suyun akışına” gitmek yerine, “suyun nasıl ve hangi yöne akacağını” önceden belirlemek de diyebiliriz. Çünkü medya her gün haber bültenlerine koymak üzere konu ya da olay avcılığına çıkar. İşte gündem mühendisleri bu yüzden her gün kendilerine şu soruları sorar; “Peki, biz kendi açımızdan, medyanın bugün hangi olayları avlamasını ve yarın manşet yapmasını istiyoruz?”
Yine Oya Tokgöz’ün “Siyasal İletişimi Anlamak” adlı kitabında yer alan ifadesine göre de medya danışmanları, olayları manşete çıkarmak için olay olmayanları dahi medya kuruluşlarına uygun olarak sahnelemek zorunda olduklarının bilincindedirler. Bunun için kimi zaman “sahte olaylar” yaratıldığı ve bir “oyunun” sahnelendiği de bilinmektedir.
3- Her yayın için farklı şeyler hazırlamak: Hiçbir yayın kuruluşu birbirinin aynı haberle çıkmak istemez. Haberciliğin temel başarı göstergesi “atlatma” haber yakalayabilmektir. O halde yapılması gereken bir başka iş, herkese diğerlerinden farklı işleyebileceği, farklı bir haber sunabilme becerisini gösterebilmektir. Bu durumu; “oltaya balığa uygun yem takmak” olarak da yorumlamak mümkün. Yani istemediğin şekilde haber olmak istemiyorsan, istediğin şekilde haber yapılmasını sağlayacak malzeme sağlamalısın.
4- Görsel unsurlar sağlamak: Buna haberin değerini ve kapladığı yeri artıracak, farklı ama aynı mesajları içeren görsel unsurlarla medyayı beslemek diyebiliriz. Çünkü haber demek görüntü demektir. Görüntü yoksa haber de yoktur. Görüntü ne kadar iyiyse haber de o kadar iyidir. Fotoğraf ne kadar büyükse, haber de o kadar büyüktür. Medyanın her seferinde aynı görüntüyü kullanmasını beklemek en büyük hatadır.
5- Anlatımı sürekli değiştirip hep aynı şeyi söylemek: İletişim yönetiminde en büyük sorunlardan biri sözcülerin birbirinden farklı bilgiler açıklamasıdır. Ayrıca habercilik mesleği açısından da “çelişki”, “kontrast” ya da “zıtlık” her zaman haber değeri içerir. Diğerinden farklı şey söyleyenler, kimi zaman en az diğeri kadar haber değeri taşır. Ortak mesajın farklı dillerden verilmesi çarpan etkisi yaratır. Buna iletişimde “tutarlık” denilse de aslında yapılan gündem mühendislerince kimin hangi cümleleri söyleyeceğinin önceden belirlemesidir.
6- Kanaatleri ölçmek: Yani Kamuoyunun kanaatlerini iyi bilmek ve haberler aracılığıyla onlara hangi kanallardan ulaşılabileceğini anlamak için düzenli araştırmaların yapılması gerekiyor.
7. Sunulan gündemin içeriğine hakim olmak: Sunduğunuz gündemin detaylarına hakim değilseniz her an çuvallayabilirsiniz. Yalap şalap gündem yönetilmez. Tüm detayları planlayarak içeriğe hakim olarak sözcüleri iyi çalıştırarak gündem yönetilmeli.
Sonuç olarak; her gördüğüne, her duyduğuna, her okuduğuna inanmamak gerekir.
Ertan Acar’ı Hürriyet Benim Sayfam'dan,www.facebook.com/ertanacar001 ve http://twitter.com/ertanacar 'dan da takip edebilirsiniz...
Paylaş