İZMİR Devlet Tiyatrosu 7 Ekim’le birlikte yeni tiyatro mevsimine giriş yapmış olacak. İki yerli, bir yabancı oyun: Ahmet Mithat Efendi’den "Felatun Bey ve Rakım Efendi", Orhan Kemal’den "Üçkağıtçı", G.G. Del Tore’den "Delil Yetersizliği".
Açılışın bu oyunları, özellikle yerliler açısından dikkate değer özellikler taşımakta. "Felatun Bey ve Rakım Efendi" ile "Üçkağıtçı" romanlardan uyarlanmış. Olumsuz bir yaklaşımla denebilir ki, yerli oyun yazarlarımız ilk elde İzmir Devlet Tiyatrosu’nda bir yer bulamamış.
Bir rastlantı olsa gerek, iyi bir rastlantı, her iki roman ülkemizde toplumsal değerlerin değişime uğradığı iki ayrı dönemi işliyor: Osmanlı İmparatorluğu’nda batılılaşmanın yansımaları, çağdaş Türkiye’de 1950 sonrası demokrasiye geçişin getirdikleri ya da getirmedikleri. Yine bir rastlantı, her iki yazar da çağdaşlaşmadan yana oldukları halde, çağdaşlaşmanın olumsuz gelişimlerini vurguluyor.
Kantolar ve şarkılar
"Delil Yetersizliği", delil yetersizliği yüzünden cinayet suçlamasından kurtulan bir çiftin, cinayeti çözme çabalarıyla gelişen bir gerilim oyunu.
"Felatun Bey ve Rakım Efendi", İzmir Devlet Tiyatrosu’nun sunuşuyla, "Kantolar, şarkılar ve canlı müzik eşliğindeki oyun, seyirciye eğlence ve bol kahkaha vaad ediyor." Ahmet Mithat Efendi’nin roman anlayışı düşünülünce, canlı müzik eşliğinde kantolar, şarkılarla seyircinin bol kahkaha atabilmesi için roman bir hayli değişikliğe uğramış olsa gerek.
"Felatun Bey ve Rakım Efendi", edebiyatımızda değişik yaklaşımlarla işlenen "alafranga-alaturka" uyuşmazlığı çevresinde dönmekte. Felatun Bey, adını Yunan düşünürü "Eflatun"dan almış, Rakım Bey ise geleneği korumakta.
Eğlenceli bir yaklaşım
Recaizade Ekrem’in ünlü romanı "Araba Sevdası" da Tanzimat’la başlayan batılılaşmanın özümsenememesini eleştirir. Her iki yazarın topluma aşılanan batı değerlerinden yana olmalarına karşılık, Peyami Safa "Fatih Harbiye" adlı romanında Cumhuriyet’in toplumu geleneksel köklerinden kopardığını savunur.
Şimdi akla gelen şu: Ülkemizi bugün bile uğraştıran batıcı-gelenekçi çekişmesi gibi çok önemli bir toplumsal sorun İzmir’de devletin sahnesinde nasıl boy gösterecek? Eğlenceli bir yaklaşımla da olsa, eleştirel bir bakış mı seyirciyi bekleyen? Yoksa kantolu şarkılı bir "vur patlasın, çal oynasın" mı?