Zavallı bunlar

NE yemekmiş be... Bir yemek yedik, herkes çatladı... Yahu biz sizin yediğiniz yemeklere bir şey diyor muyuz?

Şansal Büyüka beni, Mustafa Denizli'yi ve Ferhan Tezcan'ı yemeğe davet etti... İki gün sonra Bebek Balıkçı'ya gittik... Masada bizden başka Nezih Alkış, Alaettin Metin, Necil Ülgen gibi medya dünyasından dostlar var.

O sırada Aziz Yıldırım, Şansal Büyüka'yı ‘‘Ne yapıyorsun’’ diye arıyor. Büyüka, yemekte olduğumuzu ve masadaki isimleri sayıyor.

Aziz Yıldırım, ‘‘Madem öyle bende geliyorum’’ diyerek Bebek Balıkçı'ya geliyor...

Biz işimizi yaparız

Yahu arkadaşlar, herşey futbol değil, daha bunu anlayamadınız mı? İnsanların sosyal hayatları, arkadaşlığı ve dostlukları var. Eğer sosyal hayatın olmazsa, işinde ne yaparsan yap başarılı olma şansın olmaz. Kafesin içinde değil, saksının içinde ot gibi yaşarsın. Bebek Balıkçı, İstanbul'da üst düzey gazetecilerin, işadamlarınının aileleriyle yemek yediği bir yer. İçeride en az 40 kişi yemek yiyor. Bunun neresi gizli, saklı Allah aşkına. Eğer gizli kapaklı birşey yapacaksan, evinde randevu verir veya büronda buluşursun...

Edirnekapı'da bir otelde bile yemek yesen yine duyulur! Bazılarının yediği gibi... O da bir otelde olduğuna göre gizli kapaklı değil, çünkü otel çalışanları vardır.

Biz Mustafa ile şakalaşıyoruz... Diyorum ki, ‘‘Bu teknik direktörler işten ayrılınca, gazetecilerin çok iyi dostu oluyorlar, çalışırken tanımıyorlar...’’ Sonra mevzu futbolcuyken kim daha fazla atılıra, geliyor... Oy birliği ile karar foto finişe kalıyor... Hatta Mustafa daha da ileri giderek, ‘‘Vallahi bazı hakemleri iyice korkutmuştum, İzmir'de beni hiç atamazlardı’’ diyor.

Tam bu sohbetler sırasında Aziz Yıldırım geliyor. Mustafa ile de gayet medeni bir şekilde öpüşüyorlar. Aziz Yıldırım sandalyesine oturuyor, dönüyor bizim Necil'e... ‘‘Ne o, Mustafa hoca bizde çalışırken her gün tenkit ediyordunuz. Bakıyorum şimdi aynı masada sohbet ediyorsunuz.’’ Necil de ‘‘Biz işimizi yaparız başkan’’ cevabını veriyor.

Verecek hesabımız yok

Yani sohbet ve muhabbet gayet güzel. Herkes birbirine takılıyor... Benim ertesi gün sabah 06.00'da uçağım olduğu için erken ayrılıyorum. Kalktıktan sonra bu sohbete Nihat Özbağı da katılıyor. Masada teknik olarak konuşulan tek şey Bescastnih'in transfer olayı. 400 mü, 800 bin dolar mı, hikayesi. Bütün yemeğin alt tarafı da, üst tarafı da işte bu. Ama basınımızın kafasında devamlı şeytanlık olan bazı örümcek kafalıları olur olmaz senaryolar yazmaya başlıyorlar. Aslında onların söylemek istedikleri şu: Yahu kardeşim biz böyle muhabbetlere gelemiyoruz. Eğer biz yapamıyorsak, sizler hiç yapmayın. Yani hep tenkit var. Veya ne oluyor kuşkusu. Eğer, bu toplantıda haber olsaydı, müsaade edin de onu sizlerden evvel bizler, yani Alaettin Metin, Necil Ülgen ve ben gazeteme yazdırırdık.

Yalnız, tabii şunu da unutmayın, maalesef bazı şeyleri karıştırmayın. Bu yenilen yemeklerin paraları merak etmeyin kulüp başkanları tarafından değil, biz gazeteciler tarafından ödenir. Yurt dışına seyahatlerine gidip para biriktirenlerden olmadığımız için hem kazanırız, hem de kazandığımız parayı, dostlarımızla ve gerekirse kulüp başkanlarıyla da afiyetle yeriz. Kimseye verecek hesabımız yok.

Kanun çalar adalet oynar

TRABZONSPOR
-Adana maçı ve eski FIFA Hakemi Mustafa Çulcu. Mesafe pozisyona 4 metre. Kaptan Fatih, kaleci Murat'ın üzerinden balıklama atlayıp, onu aldatmaya kalkıyor. Maç 0-0, zırt diye bir penaltı düdüğü çalıyor. Çulcu, Adana'nın guardını düşürünce, Trabzon alıyor, parçalıyor...

Geçen hafta Bursa-Galatasaray maçı. Dakika 34, Bursalı Glauber, Galatasaraylı Baliç'e çift dalıyor, kırmızı kartı görüyor... Doğru karar. Hakem İsmet Arzuman. Ve Bursa, o dakikadan sonra nakavt oluyor. Dönüyorsunuz, bu kez Galatasaray-Malatya maçı. Hakan Ünsal, rakibi sert girdi diye, dönüyor bir kontra yumruk burnunun üstüne çakıyor. Hakem eski FIFA'lı Ali Aydın. Pozisyonu görüp, dönüp arkasını gidiyor. Atamıyor. Bakın atmıyor demiyorum, atamıyor. Bu örnekleri daha çoğaltırız.

Korkarım, bunlar artarak devam edecek. Niye biliyor musunuz? Çünkü eski FIFA hakemleri eyyam yapmaya devam ediyorlar.

Geçen gün bir taksiye bindim. Adaletten, kanundan bahsediyorduk. Şoför bir cümle söyledi. Hepimiz sustuk, kımıldayamadık. ‘‘Siz ne konuşuyorsunuz abiler? dedi, ‘‘Bu ülkede kanun çalar, adalet oynar’’ diye devam etti. Alın bu cümleyi, nereye koyarsanız, koyun...

Meclis harekete geçmeli

TORİNO-Milan maçında yine olaylar... Bu Torino'nun seyircilerinin çıkarttığı üçüncü hadise... Ama, İtalya parlamentosu işi kökünden halletmeye kararlı. Geçenlerde kabul edilen bir yasaya göre, kameralara yansıyan maçlarda olay çıkaran kişiler, 36 saat zarfında gerekirse evlerinden alınarak tutuklanacaklar. Yani olayları yapanlar yanacak.

Bakın bizde yeni çıkan yasaya göre, ancak mülki amirlere sakıncalı olan hallerde arama yetkisi veriliyor. Avrupa'da ise makul şüphe durumunda arama izni veriliyor. Yani, adamın beli biraz kabarıksa, ‘‘Acaba silah mı var?’’ şüphesiyle polisin adamı arama yetkisi bulunuyor.

Bizim polisimizde böyle bir yetki yok. Ancak suç işledi mi, arama yapabiliyorsun. Mesela 20 bin kişi maça gidiyor. Bu maçlardaki arama iznini hangi savcı, hangi hakim veriyor. Bizim yasaya göre eğer 20 bin kişi de potansiyel suçluysa, o zaman hakim bunu verebilir. Ama hiç bir hakim de böyle saçma sapan bir gerekçe ile arama izni vermez. Bakın, bu kanunu iyi araştırın, çok yanlış tarafları var. Yarın bir gün, maça giden birisi ‘‘Benim üstümü arayamazsın arkadaş’’ derse, şu andaki kanuna göre haklı durumda. Onun için de meclisin çok acil olarak bu işlerin üstüne yürümesi ve seri net kanunlar çıkarması gerekiyor. Aynı İtalya'da olduğu gibi.

Bakın polis, ligin ilk yarısının ortasında olayların biraz üstüne gitti, o tribün teröristleri biraz durakladılar. Bakın tribün teröristleri diyorum. Ama maalesef, biz polisi bazı yerlere yollarken, onun elindeki haraket kabiliyetini kısıtlıyoruz. Suçluyu yakala diyoruz, ama öbür taraftan polisin eline kelepçe vuruyoruz. Benden söylemesi. Yarın olaylar çıktı mı, akıl veren çok olur. Ben musluklardan değil, vanadan bahsediyorum. Suyun çıkış noktasından.

Not: Şu anda stada girenler aranıyor, ama bu eldeki kanuna göre yasal değil.

Genç ve heyecanlı yöneticiler

GEÇEN hafta Sadettin Saran ile ilgili yazdığım bir yazıdan sonra bizzat Saran'dan bir faks aldım. Anlaşılıyor ki, sayın Saran çok üzülmüş. O yazının 4'te biri ona ait, diğer bölümü de başkalarına. Neden bu kadar alınmış anlamadım. Tabii bu yazıdan sonra bazıları arayıp, ‘‘Hocam bu Sadettin Saran hassas bir adamdır... Bayram harçlığı olarak Samandıra personeline 20 milyarı cebinden dağıttı’’ yorumunu yaptı.

Yalnız bu duyduklarımdan sonra Saran'a benim ufak bir tavsiyem olacak... Futbolda duygusallığa yer yoktur. Kurallar katıdır ve oyun çabuk oynanır. Eğer hatayı az yaparsan, kazanırsın. Aynı futbolcu gibi...

Önceki gün Fenerbahçe Asbaşkanı Hakan Bilal Kutluap ile de bu konuda bir görüşme yaptım... Çok net bir şekilde şu ifadeleri kullandı... Biz Bescastnih'in transferinde 800 bin doları kulübe hiç bir külfet olmadan 31 Ocak 2003 tarihinde ödedik. Nasıl dedim, ‘‘İmece usulü ile hocam. Diğer kulüpleri bilmem ama biz primler dahil, böyle hassas konularda yönetimde ellerimizi cebimize atar, paraları toplar ve öderiz. Kulübe de yüklemeyiz’’ diye devam etti...

Kutlualp, sonra şunları ekledi... Hocam yönetim olarak Fenerbahçe kulübünden yediğimiz tek şey nedir bilir misin? Yönetim kurulu toplantılarının aralarında verdiğimiz çay molasında gelen kurabiye ve kanepeler. Biz bazı kulüp yöneticileri gibi, kulüplerden para kazanmıyoruz.

Bu nasıl fikstür?

BU fikstürü kim yapar arkadaş? Lütfen bir ortaya çıksın... Önümüzdeki senenin maç trafiği 8 Ağustos'ta başlıyor. Düşünebiliyor musunuz, Adana, Diyarbakır, Gaziantep, İzmir, Malatya, Elazığ ve Ankara'nın o günlerdeki hava sıcaklığını. Oynayanlara resmen Çin işkencesi. Sonra gidiyorsun, devre arasını kışın göbeğinde 7 hafta tutuyorsun... Neymiş Milli Takım hazırlığı varmış. Onun da organizasyonunu yapamıyorsun. Kulüpler zaten o arada futbolcu vermek istemiyor. Sonra geli yorsun, yabancılar için Noel tatilini getirip, liglere ara veriyorsun... Ama senin için en önemli dini bayram olan kurban bayramının göbeğine maç dayıyorsun. Ondan sonra da diyorsun ki, ‘‘Takvimde yer yok.’’ Niye, boylu boyunca uzanıp takvimin üzerine yatarsan, biraz sıkışınca haliyle yer bulamazsın.
Yazarın Tüm Yazıları