21 Kasım 2007
MİLLİ Takımımız, ümitlerimizin tükenme noktasına geldiği bir anda, finallere giden kapıyı araladı. Norveç maçı öncesindeki başarısız sonuçlardan hepimiz tedirgin olduk. Fakat eleştirilerin dozajı biraz fazla kaçtı. Unutmayalım ki, sonuçta söz konusu olan spor... Kazanmak da var, kaybetmek de... Evet, finallere gitmeyi zora sokan onlardı. Ama aynı federasyon başkanı, teknik direktör ve milli takımla, üstelik hiçbir dış müdahale olmadan, bayram arifesinin heyecan ve sevincini yaşıyoruz. Başarı hepsinin ortak malıdır.
Yunanistan yenilgisinden sonra her şeyin bittiğini zannederek yıkıcı eleştirilerini linç kampanyasına dönüştürmeye çalışanlar, Norveç zaferinin ardından "Biz Milli Takım'ı motive ettik" kılıfı ile ayıplarını örtme telaşına kapıldılar.
"Fatih Terim istifa etsin, yerine son iki maça ’Kalli Dede’ çıksın" diyerek teknik direktör atayanından, "falan oynasın filan oynamasın" diye takım kuranına kadar kimleri görmedik ki... Meğer onların da çorbada tuzu varmış (!)
Kimse kendine pay çıkarmasın
31 Ağustos 2008 tarihli yazımda da ifade etmiş olduğum gibi, Milli Takımımız'ın iskeletini oluşturan oyuncular, kendi takımlarında hiç oynamadan, maç günü soyunma odasında asılı duran formalarını giyip sahaya çıkıyorlardı. Bu durum, Milli Takımımız'ın performansında büyük bir düşüşe yol açtı. Oysa şimdi, İngiltere’de takımını kurtaran Emre, İspanya’da son haftalarda yeniden gündeme oturan Nihat, Avrupa’nın en iyi takımlarından Bayern Münih’i sırtlayan Hamit ve Yıldıray; üç büyüklerin alışılmış futbolcuları yerine ise form grafiği yüksek Denizlisporlu "olgun" Yusuf ve Fenerbahçeli "genç yetenek" Gökhan’ın yer aldığı milli takımla mücadele ediyoruz.
Tekrar söylüyorum: Bizi bu çıkmaza sokan teknik direktör ve futbolculardı. Çıkmazdan kurtarıp başarıya taşıyacak olanlar da yine onlar... Sakın ha, hiç kimse bu başarıdan kendine pay çıkarmaya kalkmasın! Yoksa komik duruma düşer.
Terim'in cesareti
Bu arada, federasyon başkanı ve yöneticileri biraz geç de olsa "Paça ıslanmadan balık tutulmadığını" anladılar. Teknik heyetin ve futbolcuların sonuna kadar arkasında durdukları için onları yürekten kutluyorum.
Galatasaray yönetimi ve teknik heyeti, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ta da top koşturmuş Emre Aşık’ı yedek bile tutmayıp Ankaraspor’a verdi ve yerine Bouzid’i aldı. Uzun bir süredir ortalarda gözükmeyen Bouzid’i herhalde UEFA finallerine (!) saklıyorlar. Ayrıca, Emre Aşık’ı oynatarak yeniden Milli Takım'a ve belki de ileride Galatasaray’a kazandıran Fatih Terim’e cesareti için teşekkür ediyorum.
Bugece çok kolay geçmeyeceğini tahmin ettiğim Bosna Hersek maçında millilerimizden final müjdesini bayraklar elimizde bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku 15 Kasım 2007
PUAN puana liderlik mücadelesi verdiği Sivasspor’un, bir gün önce Beşiktaş’ı sahasında mağlup etmesi, Galatasaray’ın pazar günü oynayacağı maçı daha da önemli hale getirmiş. Beklenen, taraftarın Ali Sami Yen’in tribünlerini doldurması... Ama stadyumun yarısından fazlası boş... Ve maçtan sonra, gerçekleri görmeyen ya da işlerine geldiği için görmezlikten gelen yöneticiler, taraftarın ilgisizliğini "hava koşullarına" bağlayan açıklamalar yapıyorlar.
Galatasaray’ın seyirci sayısı gün geçtikçe düşüyor. (Yönetimin "maça gelmeyin ricasını" kıramayan Beşiktaş seyircisindeki azalmanın geçici olduğunu düşünüyorum.) Oysa, istikrarlı veya iddialı bazı Anadolu kulüplerimizin seyircileri, kentlerinin mütevazı nüfuslarına ve uzun yıllardan beri şampiyon olamamalarına rağmen stadyumları dolduruyorlar. Trabzonspor taraftarları bunun en güzel örneği...
Ligdeki konumları ne olursa olsun, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın tribünleri hep doluyor. Liderden 6-7 puan geride olan Fenerbahçe’nin Avrupa Kupası maçlarını Şükrü Saracoğlu’nda 55.000 seyirci izliyor. Kasımpaşa ile oynadığı maça da bu sayıya yakın seyirci geliyor.
Yatırım yapılmayınca
Galatasaray’ın Ali Sami Yen Stadyumu’ndaki seyirci sayısı neden düşüyor?
Nasıl ki, iktisatta "Kötü para, iyi parayı kovar" ise futbolda da kötü seyirci, iyi seyirciyi hep stadyumdan kovmuştur. Çünkü parasını verip kombinesini alan kişinin yerinde oturma garantisi yoktur. Koltuklar kırık dökük ve pistir. Doğru dürüst tuvaletlerden yoksundur. Giriş-çıkışlar ilkel ve kontrolsüzdür. Yıllardan beri stadyuma tek çivi çakılmamıştır. Üstüne üstlük bilet fiyatlarına zam yapılması da seyirciyi stadyumdan uzaklaştırmıştır. En elverişli koşullarda dahi Galatasaray’ın Seyrantepe’ye kavuşması, daha en az 3-4 yıl alacaktır. Bu zaman zarfında Galatasaray’ın hasılattan elde edeceği gelir küçümsenmeyecek kadar fazladır. Fiziki koşulların bu kadar kötü olmasına rağmen, kimi zaman imkansızlıktan, kimi zaman da, nasıl olsa seyirci geliyor, düşüncesiyle Ali Sami Yen’e yatırım yapılmaması, seyircinin canına tak ettirdi.
Birkaç yıl önce F.Bahçe’nin Galatasaray’ın çok önüne geçtiğini söylemiştim. Basın dahil, herkes, bu tespitimin altında yatan gerçekleri aramak yerine, beni acımasızca eleştirmişti. Ama F.Bahçe her alanda önde olmaya devam ediyor. Hem seyircisine iyi hizmet sunuyor, hem Avrupa’da yüzümüzü ağartmaya devam ediyor. Ve şimdi, o zaman bana karşı olanlar, benim düşündüğümü ya içlerinden geçiriyor ya da kendi fikriymiş gibi söylüyor.
Adnan Sezgin’in tezi
Adnan Sezgin, bir röportajında Galatasaray’ın bu sezon yaptığı transferlerinden söz ederken "...Amerika’da TEZ konusu olur. Aslında futbol üzerine eğitim yapanların gelip Galatasaray’ın bu tablosunu incelemesi lazım" demiş. Belli ki, takdir edilme beklentisinin karşılanmamasının yarattığı burukluğun etkisinde... Yaptığı bilimsel (!) çalışmalar, ülkemizde anlaşılamadığından işi ta Amerika’ya kadar götürüyor. Yerel değil, uluslararası başarılara imza attığını demeye getirerek, sadece kendine değil Adnan Polat’a da paye çıkarıp böbürleniyor.
Türkiye’de defalarca şampiyonluklar kazanmış, UEFA ve Süper Kupa’yı kaldıran takımın transferlerini yapan yöneticiler dahi bu kadar iddialı konuşup övünmedi. Dereyi görmeden paçaları sıvamak, buna denir. Henüz ligde güçlü bir rakiple karşılaşmadık. UEFA Kupası’nda sıradan amatör takımlara yenildik.
Özhan Canaydın’ın bir müddet için takımın başından uzak kalması nedeniyle doğan otorite boşluğunu lehinize kullanmaya kalkmayın. "Erken öten horozların" değişmez akıbetinin ne olduğunu herhalde sizler de biliyorsunuzdur. Eski sağlığına kavuşup aramıza dönen başkanımızın da bu yolda gerekenleri yapacağından hiç kuşkunuz olmasın.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2007
DAHA başında sayılacağımız Süper Ligimiz’de F.Bahçe karşısında aldığı yenilginin Beşiktaş’ı bu kadar karamsarlığa itmemesi gerekirdi. 95 dakika süren derbinin artık son saniyeleri oynanıyor. Bir ikili mücadelede hakem, Beşiktaşlı oyuncunun Fenerbahçeli oyuncuya faul yaptığına karar veriyor ve düdüğünü çalıyor. Ama düdüğün sesini duymamış numarasına yatan Beşiktaşlı oyuncular, birkaç pozisyon sonra topu Fenerbahçe kalesinin filelerine gönderiyor. Ve kıyamet de bundan sonra kopuyor. Pozisyona yakın olan İbrahim’in, düdük sesini duyduğunu, söylemesi de Beşiktaşlıları ikna edemiyor.
Maçtan sonra mikrofonların başına geçen Beşiktaş başkan ve yöneticileri, laflarının nereye gideceğini hiç düşünmeden, pek de yabancısı olmadığımız bir biçimde sallamalarına başlıyorlar. Maç içinde birçok can alıcı pozisyon olmasına rağmen, gerçek olmayan gol üzerine odaklanıyorlar.
Başkan, yenilgiye hazırladığı kılıfı kamuoyuna yutturmaya çalışmakla kalmıyor, kendisini ve Beşiktaş’ı bağlayıcı beyanlarda da bulunuyor. Şimdi nasıl bir manevra ile bu beyanlarından çark edeceğini merakla bekliyorum.
Nasıl hesap vereceksiniz?
Sinan kardeşime gelince... Sen, takımın saha içindeki kurmaylarından birisin. Bir profesyonel olarak görevin, yanlışı yapan başkan da olsa, ona doğru yolu göstermektir. Allah korusun, bir afet durumu hariç, PAF takımıyla sahaya çıkılamayacağını en iyi bilenlerdensin.
Varsayalım, sözlerinizin arkasında durdunuz; sahaya PAF takımıyla çıktınız. Seyirciniz de sizi dinledi ve maça gelmedi. Pekiyi... Size milyonlarca dolar ödeyen yayın kuruluşuna, reklam verenler ve sponsorlarınıza, Sermaye Piyasası Kurulu’na, zorunlu gereksinimlerinden fedakarlık edip kombine bilet alan seyircilerinize, Türkiye’nin dört bir yanında televizyon ekranlarında maçınızı bekleyen taraftarlarınıza ve çok daha önemlisi, stadyumunuzun önünde bıçağını bileylemiş kokoreççilerle meşhur köftecilere nasıl hesap vereceğinizi hiç düşündünüz mü?
Yanlışlarınızı sorgulayın
Futbol Federasyonu’nun her üyesinin mensup olduğu, tuttuğu bir takım vardır. Ama başkan, yardımcısı ve üyeler, kendi takımlarının avukatlığını yapmak için federasyona seçilmezler. Seçildiklerinde takımlarının formalarını sandığa koymalı ve ona göre hareket etmelidirler. Zamanında da Ali Şen’e, Şenes Erzik’e kulüpleri tarafından ceza verilmişti. Birinin efsane Fenerbahçe başkanı, diğerinin de UEFA Asbaşkanlığı yapmış olduğunu hatırlayın.
Rize ve Konya’da elle atılan gollerden cesaret alarak açıklama yapmak yerine, kendi yanlışlarınızı sorgulayın... Örneğin, Beşiktaş’da oynamayacak futbolcuları neden aldığınızı düşünün... Hemen yanında, uygun durumdaki takım arkadaşına pas vermek yerine, yıldız olma hevesiyle kendisi gol atmaya çalışan 16 yaşındaki Batuhan’ın kulağını nasıl çekeceğinizi hesap edin... Bence, maç sonu heyecanıyla ve yenilginin verdiği üzüntüyle, maksadınızı aşan demeçler verdiğinizi kabul edip kamuoyundan da özür dileyin. Aksi halde bu çıkışınız, Sivasspor’un sizden alabileceği puanlara şimdiden mazeret bulma çabanız olarak da değerlendirilebilir.
Polat’ın son şansı
G.SARAY’da cicim ayları bitiyor. Şampiyon olmuş takımın hocasını, sezon ortasında "Ya o, ya ben" diyerek değiştirmeye kalkan Adnan Polat...
Aldığı oyuncuların, verdiklerinin yarısı kadar yeterliliğe sahip olmadığını herhalde görüyordur. Bu gelir bolluğunda, ocak ayında bir şansı daha olacak... Bilen danışmanları ve bu işte başarılı olmuş futbol adamlarından yardım alarak, "kendisinin ve hocasının bulduğunu" söylediği futbolcularını takviye etmeli. Aksi halde nisan ayında yapılacak seçimde oylarımızın Yılmaz Toköz’ün (Takoz Yılmaz) olacağını bilsin...
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2007
YILDIZIM pek barışmasa da Ersun YANAL’ın Trabzonspor için ideal bir teknik direktör olduğunu, dilimin döndüğünce camianın söz sahibi kişilerine aktarmıştım. Trabzonspor, Ersun YANAL’ı almakla zorunlu hale gelen kan değişikliğini yapmış oldu. YANAL’a da hakkında oluşmuş tereddütleri gidermek için bir fırsat daha doğdu. Umarım; son kez yakaladığı bu şansı iyi değerlendirir, Trabzonspor da özlediği tırmanışa geçer.
Trabzonspor’un, hacmi ile kıyaslandığında, içeride de dışarıda da ulaşılabilecek en yüksek başarıları yakaladığı bir gerçektir. Onca şaşaadan sonra, şampiyonluk dışında bir sonucun taraftarı memnun etmeyeceğini biliyorum. Ancak, bu sezon için ligi Avrupa kupalarına katılacak bir sırada bitirmek de başarı sayılmalıdır.
22 yıllık suskunluk döneminin her sezon açılışında, şampiyonluk parolasıyla yola çıkıp taraftarı hüsrana uğratan yöneticiler. Programla fazla haşır neşir olduğunu bildiğimiz Ersun YANAL. Hemen, Trabzonspor’un sorunlarını masaya yatırıp uzun vadeli bir çalışma planı hazırlamalıdırlar. Ersun YANAL’ın, Trabzonspor’un eksiklerini çekinmeden yönetime bildirmesi, yönetimin de bu eksiklerle ilgili yapacaklarını kamuoyuna açıklaması gerekir.
İlk defa Trabzonspor gibi büyük bir takımın başkanlık koltuğuna oturan Nuri ALBAYRAK’ın bugüne kadar yaptıkları tatmin edici değil. Trabzonspor’un ona mahkum olmadığını bilmeli ve derhal bir "seçim beyannamesi" hazırlayıp taahhütlerini kongreden önce deklare etmeli.
Aksi halde, Trabzonspor içinden iyi bir başkan çıkarabilecek potansiyele sahip.
Kongreye gidilirken, her kulüpte görmeye alışık olduğumuz bazı maceraperestlerin medyadaki çıkışlarına gülmemek elde değil. Galatasaray’da bir Yılmaz TOKÖZ ağabeyimiz vardır. Her seçimde başkanlığa aday olur. 15 gün boyunca televizyonlarda arz-ı endam eder. Sonunda ya bir listeye girer ya da kimse listesine almazsa, kendisi bir liste yapar. Ama listesindeki üye sayısı kadar dahi oy alamaz.
Demeç ve davranışlarıyla devamlı irtifa kaybeden İbrahim HACIOSMANOĞLU, medyada yer bulabilmek uğruna patavatsızlıklarına devam ediyor. Yetki ve kapasitesi olmadığı halde, başkanlığı kazanmış gibi bir edayla "teknik direktörlerle anlaşma yaptığını (!)" ilan ediyor.
HACIOSMANOĞLU, Trabzonspor’un Bakan Mehmet Ali YILMAZ’a dahi "çek, git" diyebilecek kadar takım sevgisiyle dolu, mağrur insanların camiası olduğunu unutma ve biraz daha ciddi ol!..
ASKER BÜLENT
YILLAR önce Fenerbahçe’de oynarken attığın gollerden sonra verdiğin "asker selamları" bugün gibi gözümün önünde.. Selam vere vere gol kralı olmuştun. Ancak, futbola kral gibi veda edemedin. Buna çok üzülmüştüm. Sonra, Sivas’ta ortaya çıktın. Menajer olarak başladığın görevinde teknik direktörlüğün zirvesine ulaştın.
Hainlerin kol gezdiği şu günlerde, asker selamınla yine sembol oldun. Bir önceki hafta Vestel Manisaspor maçında,15.000 seyirciye dağıttığı bayraklarla tribünleri gelincik tarlasına çevirdiler. Konyaspor maçında birlikte sahaya çıktıkları küçüklere şehitlerimizin resimlerini taşıttılar. Gösterdikleri duyarlı yaklaşımla, futbolda "gönüllerimizin şampiyonu" olmayı şimdiden hak ettiler.
Asker Bülent’inden başkanına, yöneticisinden futbolcusuna tüm Sivassporluları kutluyorum.
DİLİMDE tüy bitti. Ancak, "Telegol" programında bedava biletçileri seyrettikten sonra tekrar yazma ihtiyacını hissettim. Milli Takım sorumluları dahil, bütün kulüpler bedava bilet dağıtmaya devam ediyor. Bedava bilet dağıttıklarını memnun edemezler. Geçmişte benim de zaman zaman bedava bilet dağıttığım olduysa da tribünlerde lehime slogan attırma dım. Ve gün geldi, üzerime yürüdüler.
Kendilerine bedava bilet dağıtan başkan, takımının aldığı 2 kötü sonuçtan sonra bunlar yüzünden maçlara gelemez oldu. Bilet dağıtanlara söylüyorum; bilet verdiğiniz insanları hiçbir zaman tatmin edemezsiniz.
Verdikçe,daha fazlasını isterler. Vermezseniz "istifa" diye bağırırlar. Verdiğiniz biletleri satacak yeteri kadar insan bulamayıp istedikleri hasılatı elde edemediklerinde maraza çıkarırlar.
Herkesin bir an evvel taraftarları için cazibe merkezi olacak stadyumunu yaptırması gerekiyor. Yoksa,bu kargaşanın önü alınamayacak.
* PKK’ya terörist diyebilen tüm vatandaşlarımızın Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2007
İNSANLAR, yaptıkları işlerde başarılı olamayınca, kendilerine güven duygusu azalır. Daha çok çalışmak ve yanlışları düzeltmek yerine, bozulan ruh hallerinin etkisiyle de çareyi ilgisiz şeylerde aramaya başlarlar. Hurafelerden bile medet umar hale gelirler. Yıllar önce Finlandiya ile oynayacağımız milli maç Antalya’ya alınmıştı. Bizim akl-ı evveller, soğuk iklime alışkın Finlandiyalılar’ın Antalya sıcağında bunalacaklarını, bu sayede Milli Takımımız’ın galip geleceğini sanmışlardı. Sonuç ne mi oldu? Yenildik...
Hurafelere inanmayın
Bir tarihte Galatasaray’ın Ankaragücü ile oynayacağı deplasman maçı için Ankara’ya gittik. Kongre üyemiz Oğuz Çarmıklı, sahibi olduğu Sheraton Oteli’nde takımı bedava ağırlayacak... Ama profesyonellerimiz, Galatasaray için yeteri kadar konforlu sayılamayacak (...) otelinin bize uğurlu geldiğine, burada kalırsak maçı kaybetmeyeceğimize beni de inandırdılar. İstedikleri uğurlu (!) otelde kaldık. Ertesi gün, Galatasaray Ankaragücü’ne 2-0 yenildi.
Federasyon yöneticileri ve teknik heyet de, uğuruna ve akustik avantajına dayandırarak, Yunanistan milli maçını Ali Sami Yen Stadı’nda oynattı. Kimsenin, hurafelere inanarak, tuvaleti dahi olmayan, uluslararası normlara uygun bulunmayan, düşük kapasiteli stadyumda bizi rezil etmeye hakkı yok. Anlaşılıyor ki, bazıları hala doksanlı yıllarda yaşıyorlar. Ali Sami Yen Stadı’nı efsaneye çeviren Hagi, Popescu ve diğer yetenekli Türk futbolculardı ve artık mazide kaldılar.
Kulüplerimizi de kemiren falcılardan ve kahinlerden bir an evvel kurtulmak gerekiyor.
Maçı, yabancı devlet ve UEFA başkanlarına ülkemizi ziyaretlerinde gezdirerek gurur vesilesi yaptığımız Şükrü Saracoğlu Stadı’nda oynatmayanlar, hesap vermek zorundadırlar. Muhteşem İsviçre maçını kepazeliklerle berbat edenlerin, uğursuzluğu kendilerinde aramaları gerekirdi. Milli Takım sorumluları ve Yunan maçını İsviçre’yi eleyemediğimiz için Saracoğlu’nun uğursuzluğuna bağlayan şimdiki sorumlular da hesap vermelidirler.
Televizyon kahinleri
TELEVİZYONDAKİ maç nakli sırasında yorumculuk yapan arkadaşlar... Takımlarını kaybetmiş, iş bekleyen eski hocalar ve diğerleri... Yayın sırasında, ekran başındaki izleyicilere "vay anasını" dedirten "kehanetlerde (!)" bulunuyorlar. İşin ekrandan görülen kısmı böyle... Bir de göremediğimiz yanı var... Örneğin, maç oynanırken takımın teknik direktörü oyuna sokacağı futbolcuya hazırlanmasını söylüyor. Futbolcu da soyunuyor ve ısınma hareketlerine başlıyor. Tribündeki yorumcularımız da öğrendikleri bu değişikliği kendi fikirleriymiş gibi bize aktarıyorlar.
İşin beni en çok güldüren yanı da, sözünü ettikleri oyuncu değişiklikleri gerçekleştiğinde, beraber yayın yaptığı spikerin "Hocam bravo, tahmininiz tuttu; 3’te 3 yaptınız" diyerek onları pohpohlamaları...
Terim yanlış yoldan döndü
NİHAYET, Fatih Terim de doğruyu gördü. Özel yaşamına, ailesine, arkadaşlarına ayırması gereken zamanın büyük bir bölümünü, bazıları kendisini hiç ilgilendirmeyen işlere harcamaya başladı. Ve bu yaklaşımı, kendisine yardımcı olacak birçok profesyoneli işlevsiz hale getiriyor, devre dışı kalmasına neden oluyordu. Sonuçta, aşırı yorulmakla kalmadı, sempatisi de erozyona uğradı.
Bugüne kadar, "tek adam olma hevesi" ile çalıştığı tüm kulüplerde, işi futbol olan başkanın ve yönetim kurulu üyelerinin görevlerine el koymaya kalktı. Hak ve yetki tanımadığı insanların şevkini kırması, kendi başına da işler açtı ve yalnız kaldı. Sonra da, yalnız bırakıldığından şikayet etti.
1996-2000 yılları arasında Galatasaray’da, daha sonra Fiorentina ve Milan’da bunca başarısına karşın, yöneticilerin ondan nasıl kurtulacağız diye çare aramalarına neden oldu.
Bunları, bizzat yaşayan biri olarak söylüyorum. Çalışkanlığına, dürüstlüğüne, teknik direktörlüğüne, tok gözlülüğüne kimsenin bir lafı olamaz. Bugün de bana "Fatih Terim ile çalışmak ister misin?" diye sorsalar cevabım, "Görev sınırlarının belirlenmesi koşuluyla; evet" olur. Fatih Terim, yanlış yoldaydı. Yoksa, geldiğinde emekliler takımı layık görülen Kalli’ye artan iş gücü (Süper Lig, UEFA ve Türkiye Kupası) yanında Milli Takım hocalığını layık görecek insanlar çıkar mıydı?
Şimdi, fazladan aldığı yetkileri iade ederek, işinde de özel yaşamında da huzuru bulacak... Biraz geç kalmış olsa da, yanlışından dönen Fatih Terim’i kutluyorum.
Kötü temsil ediliyoruz
FUTBOLUN da bir kültürü ve anlayışı olduğunu göz ardı eden federasyon yöneticilerinin bizi getirdiği yer ortada... Futbolda başarılı olan ülkelerin neden hep milli maçlarını olimpiyat statlarında veya uluslararası müsabakalar için yapılmış stadyumlarda oynadıklarını, acaba hiç akıllarına getirdiler mi?
Canlı yayın sırasında, şeref locasındaki UEFA Asbaşkanı ve eski yöneticimiz Abdürrahim Albayrak’a vücut dili (!) ile yapmadığını bırakmayan görüntüleri ile ekrana gelen Haluk Ulusoy, ülkemizi komik durumlara düşürmeye devam ediyor. Bu federasyon, ne başkanlar gördü. Başarılı ya da başarısız oldular. Ama, hiç bu kadar kötü temsil edilmemişti. Bırakalım hangi futbolcunun oynadığını, oynaması gerektiğini... Futbolumuzda, bu federasyon yönetimiyle başlayan düşüş devam ediyor. Milli Takım da ister istemez bundan etkileniyor. Diğerleri teferruat...
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2007
DÜNYANIN başka yerlerinde de hiçbir neden yokken bile önemli ve kritik maçlardan önce basına yasak koyulduğu oluyor. Yine de derim ki, basının görüntü ve haber alma özgürlüğünü elinden almayalım. Gazeteler bir ay spor yazmazsa, televizyonlar göstermezse oluşabilecek maddi ve manevi boşluklar içinden çıkılmaz bir mecraya girer. Fatih Terim’in hassasiyetini anlayışla karşılıyorum. Ancak, içlerinden biri hata yaptı diye tüm basını cezalandırmak gibi bir yanlış anlayışı sürdürmekten derhal vazgeçmeli... Basın da içindeki çürükleri temizlemeli...
Terim’in özellikle işinde, kısa sürede duygularının etkisinden sıyrılacağına eminim.
* * *
Basındaki, sadece hafta sonu oynanan maçların sonuçlarına bakarak bazı takımları öve öve bitiremeyen, bazı teknik direktörleri yere göğe sığdıramayan, bazılarını da istifaya zorlayan anlayış, seyirciyi de yöneticileri de zor durumda bırakmaya devam ediyor. Uzun lig maratonunda daha önce yazdıklarını unutup "Ben dememiş miydim?" yalanının arkasına sığınanları çok gördük... Hatta ve hatta, "Böyle tehdit etmeseydim, Zico doğruyu bulamaz şampiyon olamazdı" diyen zavallılar, büyük gazete sütunlarını işgal etmeye devam ediyorlar.
İstemem yan cebime koy
MASANIN diğer yanında otururken benim de "Ah bu basın!..." diye sızlandığım oldu. Şimdi masanın öbür tarafındayım ve olayları daha objektif müşahede edebiliyorum.
Bir önemli gerçeğin altını çizelim: Ne futbol basınsız ne de basın futbolsuz olabilir. Yöneticisinden teknik direktörüne, futbolcusundan taraftarına sabah eline gazeteyi alan önce kendisini arar. Birkaç gün gazetelerde görünmezlerse burulurlar. Bunları bizzat yaşayan birisi olarak söylüyorum. Futbolun içinde olan herkesin de benim gibi düşündüğünü biliyorum. Bakmayın siz onların yakınmalarına... "İstemem, yan cebime koy"u oynuyorlar.
Gabarlı Ferudun çavuş
AMELİYATIM sonrası Ankara’daki T.S.K Rehabilitasyon Merkezi’nde dört ay tedavi gördüğümü daha önce yazmıştım.
Sağlığımla ilgili ciddi sorunlarıma rağmen, hayatımın en anlamlı günlerini burada geçirdiğimi söyleyebilirim. Çoğu Güneydoğu gazilerinden oluşan hastalarla köklü dostluklarımız oluştu. Bunlardan biri de "Gabarlı Ferudun çavuş"tu. Kürt kökenli, aslan gibi bir Türkiye Cumhuriyeti kahramanıydı. Gabar dağında çarpışırken arkadaşları şehit düşmüş, kendisi öldü sanıldığı için ağır yaralı olarak kurtulmuştu. Dört ay boyunca bıkmadan usanmadan anlattıklarını dinledim. Kandırılmış, başı bozuk, dağlarda dolaşan PKK’lıların, hudutlarımızda ve ülkemizin kalbinde onlara yardım ve yataklık eden destekçiler sayesinde kanlanıp canlandıklarına beni inandırdı. Tabii bunlara "Tek dişi kalmış dünya canavarı"nı da eklemek gerekiyor.
Vatan hainliğinin, cumhuriyet düşmanlığının, bölücülüğün bu kadar prim yaptığı bir başka ülke tasavvur edemiyorum.
Kalplerimize gömülen şehitlerimizin arkasından ağıtlar yakıp nutuk atmak yetmiyor. Madem "sözün bittiği yer"deyiz, o zaman eyleme geçilmelidir. Şehitlerimize rahmet, ulusumuza başsağlığı diliyorum.
Bir karikatür bir puro
YAZILARIM arasında yer alan karikatürleri yapan Derviş Pasin, çocukluktan arkadaşım... Bir çizgi film ustası... Zamanın meşhur "Elmor reklamının" mucidi... Sızlanmadan yazılarımı süslemeye devam ediyor. Ben de kendisine, haftanın en az üç akşamı birlikte yediğimiz yemeklerde içtiğim purolardan ikram ediyorum.
Bir keresinde, çizeceği karikatürle ilgili kendisine müdahalede bulundum. Hemen sanatçı ruhu galeyana geldi ve "O zaman sen karikatürü yap, ben de yazıyı yazayım! Zaten bir acı puroya karikatür yapıyorum, daha ne istiyorsun?" diyerek, beni fırçaladı. Ben de kendisine "Unutma, büyük ressamımız Fikret Mualla, Hollandalı Vincent van Gogh değer biçilemeyen tablolarını bir bardak ucuz şaraba yapmıştı" diye karşılık verdim. Gözleri parladı, hoşuna gitti, gülüştük...
Yazının Devamını Oku 5 Ekim 2007
KALLİ’nin Hakan ve Lincoln’e uyguladığı cezaları duyunca, başta teknik direktörler olmak üzere, futbol yaşamımdaki pek çok yönetici gözümün önünden gelip geçti... Kimi heyecan yaratmak, kimi başkalarının yapamadığını yapmış görünmek, kimi sıra dışı olduğunu kanıtlamak, kimi de bir başka nedenle düzgün ve yolunda giden işleri bozmuşlardı. Bilirsiniz; bu kişiler için "rahatlık battı" deriz. Evet, galiba Kalli’ye de rahatlık battı... Takımın iyi bir seri tutturup azımsanmayacak puan farkıyla öne geçmiş, şampiyonluğun en yakın adayı gösteriliyor... Ama sen, kaprislerine engel olamayıp bu takımı iki as oyuncusundan mahrum sahaya sürüyorsun... Futbolcu ile kulüp arasında düzenlenen sözleşmelerde, nelerin yasak olduğu ve hangi cezayı gerektirdiği bellidir. Ya işinin başında kendin duracaksın ve anında müdahale edeceksin ya da vekil tayin ettiğin kişilere yetki verip onların çözüm getirmesini sağlayacaksın. Hiç şüphe yok ki, kimse sana "Vay anasını, ne büyük teknik direktör, Galatasaray’ın en büyük iki oyuncusunu kadro dışı bıraktı" demez.
Hakan ve Lincoln’ün de kendilerine yapılan uyarıları espri ile geçiştirip işi tatlıya bağlamaları gerekirdi. Onların da yeterince masum olduklarını söylemek zor...
Geçmiş olsun Özhan ağabey
GEÇMİŞ olsun sevgili Özhan ağabey... Ameliyat sonrası seni dimdik ayakta görmekten çok mutlu oldum. Aynı kaderi paylaşmış bir kişi olarak söylüyorum, göreceksin bundan sonra yaşamı daha çok seveceksin. G.Saray’ın ligimizde aldığı güzel sonuçlar için de seni kutluyorum.
Kısa zamanda sağlığına kavuşmuş olarak G.Saray’ın başına dönüp beni, seni eleştirme zevkinden mahrum bırakmayacağına eminim.
Korkusuz F.Bahçe için bir uyarı
F.BAHÇE seyircisiyle, takımıyla, G.Saray’ın 1996-2000 döneminde yakaladığı başarılara ulaşmak için start almış görüntüsü veriyor. Gerçek şu: F.Bahçe, yurt içinde başarısız gibi gözükse de Şampiyonlar Ligi’ni kazanan takımlar karşısında korkusuz ve güzel bir futbol ortaya koyuyor.
Tuttukları takımların formalarını giyerek Avrupa’da oynadığı maçlara gelen Türk seyircilerin F.Bahçe’yi desteklemesi de futbolumuz adına sevindirici bir gelişme...
F.Bahçe’nin bu çıkışını devam ettireceğine inanıyorum. Ancak her başarıdan sonra yaşadığımız yetki kargaşası ve başarıyı sahiplenme çekişmeleri sonucu meydana gelen düşüşün, F.Bahçe’de de tekrarlanacağından endişe duyuyorum. İnşallah F.Bahçe, G.Saray ve milli takım örneklerinden gerekli dersleri çıkarır. F.Bahçe, uluslararası arenada bugüne kadar oynadığı futbol ve aldığı sonuçlarla herkes tarafından kutlanmayı hak etti. Kazanamayanlar, kazananları aşağı çekmek yerine kazananların yanına çıkmak için çaba göstermeli...
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2007
BİZİM çok bilen yöneticilerimiz, ancak sezon sonunda futbolcu izlerler... Hatta kimi zaman izlemeye dahi gerek görmeden, aracıların allayıp pulladığı oyuncuları yıldız diye transfer ederler.
Oysa geçen hafta gördük ki, Juventus, gelecek yıl forvet hattına katmayı düşündüğü Holosko’yu Manisa’ya gelerek şimdiden takibe aldı. Yani pek alışık olmadığımız bir durum...
Dört büyüklerimiz de dahil tüm takımlarımız, bırakalım şimdiden eksiklerini belirlemeyi, transferlerini son güne bırakma acemiliğini devam ettiriyorlar. Beşiktaş, Trabzonspor, Lincoln hariç Galatasaray’ın transferleri gerçek ihtiyaçları değil... Uzun maratonun devamında bunu daha iyi göreceğiz...
İnandığım yöntemSon dönemim hariç, yöneticiliğe soyunduğumdan beri transfer çalışmalarımı hep sezon sona ermeden başlattım. Ama 20 yıl önce, gelecek sezon transferini tasarladığı oyuncularla ilgilenene iyi gözle bakılmıyor, ayıplanıyordu. Çaresizlikten, saklayabildiğim kadarıyla bu işleri gizli gizli yapıyordum. Örneğin Rıdvan Dilmen, Tanju Çolak, Hasan Vezir’in transferlerini böyle gerçekleştirdim. O dönemlerde tüm başkanlarımız bana son derece geniş yetkiler vermişlerdi. Ancak işin bir de basın yanı vardı... Yaptığım transfer biçiminin yanlış olduğunu söyleyip sayfalar dolusu yazılarla beni itham ediyor ve acımasızca eleştiriyorlardı. Fakat yılmadım, doğru olduğuna inandığım bu yöntemi yıllarca uyguladım.
Özhan Canaydın ile aynı çalışma ortamını bulamadım. İki yılımı da mutsuz bir şekilde geçirdim. Ne yazık ki, çok daha başarılı işler yapabileceğim dönemde yetkim olmadığı için istediğim sonuçları alamadım ve görevimi bıraktım. Ama sonunda Canaydın da doğru yolu buldu. Beğenmesek de Adnan Polat ve ekibine transfer konusunda sınırsız yetkiler verdi. O kadar ki, bu sayede, Canaydın ve arkadaşlarının karşı çıktığı transferleri dahi yaptılar.
Yazının Devamını Oku