Bandırma–İstanbul hattına konulan feribot ve deniz otobüsleri sayesinde ulaşımda büyük gelişme oldu, adeta bir reform idi bu güzel gelişme… Bandırma-İstanbul arasındaki yolculuğun 4-7 saatten 2 saate inmesi, 1 olan sefer sayısını da günde 9 sefere kadar çıkması ve ulaşımda büyük kolaylık sağlanması nedeniyle ulaşım, ticaret ve ekonomi hayatına çok olumlu faydalar sağlanmıştı. İstanbul Deniz Otobüsleri A.Ş. (İDO) 1998 yılında seferlere başladığı yıl Genel Müdür bugünün Başbakanı Binali Yıldırım idi. İşte bunun için de Bandırma Ticaret Odası, o günün İDO Genel Müdürü Binali Yıldırım’a teşekkür etmiş ve Vergi Ödül Töreni’nde teşekkür plâketi takdim edilmişti.
*
Onun için şimdi diyorum ki, Başbakan Sayın Binali Yıldırım’a “Allah aşkına şu fındıkkabuğu gibi sallanan, azıcık esen rüzgâr nedeniyle haftada 1 ila 3-4 gün arasında iptaller nedeniyle yolculara eziyet çektiren deniz otobüslerini Bandırma- İstanbul hattından kaldırılması için aracı olur musunuz?” Zaman zaman feribotlar da; hani o okyanusu aşıp gelen ama Marmara’yı aşamayan feribotlar da var ya, olmadık havalarda, hele bir de yolcu azlığı varsa sefer iptali yapılıyor; ama asıl şu deniz otobüslerinin seferlerden alınarak, yerlerine yaz aylarında olduğu gibi feribot seferlerinin konulması gerekiyor. Hiç olmazsa sabah 07.45 seferi de kış ayları için haftada 1-2 kez feribot olarak düzenlenebilinir. İptallerin sadece hava muhalefeti değil yolcu azlığı nedeniyle de yapıldığı söyleniyor ama bu seferlerde kamu yararı olduğu için önce vatandaşların menfaatlerinin ön plana alınması gerekmez mi?
*
Şimdi bu iptaller nedeniyle yolculuk nasıl eziyete dönüşüyor kısaca bir bakalım: Deniz otobüsü kış tarifesinde Bandırma-İstanbul sefer saati sabah saat 07.45’dir. Bu seferlerden Bandırmalılar olduğu gibi çevre ilçelerden Erdek, Gönen, Susurluk ve hatta Biga İlçesi bile yararlanıyor. Biga neresi? 75 kilometre uzakta Çanakkale’nin ilçesi. Bandırma, Bigalıların da iskelesi. Sabahın köründe yola çıkmışsınız saat 07.45 seferiyle gideceksiniz İstanbul’a ama sefer iptal olmuş. Bandırma’da deniz sütlimandır ama İstanbul’da lodos vardır İPTAL… Poyraz olur, SİS olur yine İPTAL... Hangi havada iptal olmaz? Rüzgârlara söyleyelim, fazla esmesin hatta hiç esmesin daha iyi olur! Siz o yolcuların halini düşünün. Hemen her hafta sürekli iptaller bıktırdı. Bunun benzer karşılığı da İstanbul’da yaşanıyor. Hele cep telefonunuza 15 gün önce olduğu gibi mesaj gelmediyse, uzak yoldan gelmişseniz, iptal kararını terminalde öğrendiyseniz… Hadi gel de şimdi deme! Çoluk-çocuk yaşlısı genci o eziyeti yaşamayan bilmez. Parayla eziyet bunun adı… Lütfen buna bir çare…
FIBA Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final ilk karşılaşmasına kalmak bile Banvit için başarıydı. Güçlü bir takım olan Fransız ekibinde 20 sayı atan Kikanovic ile 18 sayı atan Robinson’u tutamayınca hiç olmazsa galip gelemiyorsan ve yenileceksen 1-2 farklı neticeyi ben şahsen istemiştim.
Hele Kikanovic hiç faul almadı ve çok rahat oynadı.
Üzerine oynanıp en azından 3 faul alması işimize yarayabilirdi. Bizde ise tersi oldu.
5 faul alıp çıktığı ana kadar hem de bitime 3 dakika kala takım içinde 17 sayı ile en çok basket atan Rautins kenara gelince 8 sayı farkla yenilmemiz kaçınılmaz oldu.
*
Son periyodun bitimine doğru 5 faulü doldurmadan önce basketiyle fark 3 sayıya kadar düşmüştü. (69-72)
Bu basket ile salona heyecan gelmiş, taraftar coşarken takımı da coşturmuştu.
1954 yılında yapılan, 3 kapısı olan ve Bandırma’nın tanınmış esnaflarının yer aldığı Kapalı Çarşı’da iç mekânda 23, iki caddeye bakan dış cephede de 14 iş yeri bulunuyordu. Fakat son 10-15 yıl içinde bazı iş yerlerinin ara duvarlarının yıkılmasıyla bu sayı değişmeye başladı o ayrı mesele!.. Üst katı da belediye olarak hizmet verdi. Sonradan yapılan ikinci katta düğün salonu vardı. Geceleyin içinde ve dışında beyaz, sarı ve kırmızı renkli floresan lambalarıyla gece aydınlanan çarşı güzel bir görünüme kavuşuyordu. Gündüz ise çatısı cam kaplamalı olduğu için iç mekân aydınlık ve ferahtı. Bandırma’nın özellikle tuhafiye esnafının alışveriş merkezi gibiydi. Hatırladığım kadarıyla özellikle tuhafiye, kumaş, ayakkabı, kolonyacı, zücaciye, Singer bayi, kolonyacı, eczane, kahve ocağı, Filiz meşrubat yanında iki de bakkal dükkânı vardı. Gerek Bandırmalılar gerek kent dışından gelenlerin ilk uğrak yerleri Kapalı Çarşı’ydı. Hiç alışveriş edilmese bile mutlaka gezmek için de gelinirdi.
Zamanla kent çarşısının genişlemesi, yakınında ve yakın çevresinde çok sayıda iş yerlerinin açılması Kapalı Çarşı’ya olan ilginin giderek azalmasına neden oldu. Üstüne üstlük 6 yıl önce belediye de bu yerden taşınınca tarihi çarşı giderek tenhalaştı. Buna rağmen çarşı esnafı direnmeye devam etti. Bu arada birçok iş yeri işsizlik nedeniyle el değiştirmeye başladı.
64 yıl kent merkezinde bulunduğu yere nostalji bir hava veren Kapalı Çarşı’ya özellikle iç mekanda bulunan iş yerlerine hareket gelsin, çarşı özelliğini kaybetmesin esnaf iş yapsın amacıyla belediye güzel bir çalışma yaptı. Buraya insanların daha çok gelmeleri için su tahsilat bürosu açıldı. Daha da önemlisi belediyenin boşattığı üst katlarda bazı dernek ve cemiyet ile bir spor merkezi, kafeterya gibi 22 birim yer aldı. En üst kat eskiden olduğu gibi yine düğün salonu, eski meclis odası da toplantı salonu oldu. Buraya kadar her şey çok güzel ama kapalı bölümdeki iş yerlerinin en az 4 kapısı kapatıldı, duvarlar yıkıldı ve ön cephedeki yani caddeye bakan iş yerleriyle birleştirilerek, kapalı bölümle olan irtibat kesildi. Bunun sonucu Kapalı Çarşı’nın özelliği giderek kayboldu. Çarşı, çarşı olmaktan çıkarılıyor, kim kafasına nasıl eserse kapıların yeri ona göre değişiyor, duvarlar ona göre yıkılıyor…
Geçen hafta Kapalı Çarşı’da, Bandırma Ticaret Odası Kadın Girişimciler Kurulu “Bandırma Alışveriş Günleri “ adıyla bir etkinlik düzenledi. Ne vardı bu etkinlikte sayalım: hediyelik eşya, ev dekorasyon, tekstil, takı, kozmetik, el işi örgü, aksesuar, nakış, oya işleri butik ve pasta gibi…Bu maddelerin satışı yapıldı. 3 gün süren etkinlik sırasında Kapalı Çarşı tarihi günlerini yaşadı. Tıpkı çarşının ilk yıllarında olduğu gibi yoğun bir kalabalık çarşıyı eski parlak günlerine döndürdü. Ancak sadece 3 gün…Sonra yine tehna, yine sessiz mi sessiz bir Kapalı Çarşı…
Belediye Başkanı hem esnafımıza, hem sosyal ve kültürel çalışmalara destek olmayı çok önemsediklerini söyledi. Tüm bu güzel gelişmelerin yanında Kapalı Çarşı’nın iç mekânında bulunan 4 iş yerinin kapılarını ve vitrinlerini kapatıp giriş kapısının cadde tarafında açılması çarşıyı hem çirkinleştirdi, hem de iç mekânı adeta körletti. Belediye’nin ”Kiralamış ne yapayım!” demesiyle olmuyor. Kira kontratlarında bir maddede “Kiracının yapacağı tamirat ve tadilatlarda kiralayandan izin alması mecburidir” der. İzin de alınmadığına göre belediyenin bu değişiklere izin vermemesi gerekir ki, çarşının özelliği bozulmasın. Eğer izin verilmişse bile yanlış yapılmış.
Tarihi “Kapalı Çarşı”nın temelli kapanmasını istemiyoruz..
Amerika Basketbol Ligi NBA skorlarına benzedi. NBA’da 100’den aşağı skora hemen hemen hiç rastlanmıyor da...
Banvit maşallah daha ilk dakikalardan itibaren öne geçti ama bu önde geçmişliği hemen yanıp sönmedi; oyunun büyük bir bölümünde uzun süre sürdü.
Yani Banvit dedi ki lider TOFAŞ’a, “Biz kolay lokma değiliz!…Daha üç gün önce FİBA Şampiyonlar Ligi’nde Fransız takımını her iki maçta da yenip evine göndermiş çeyrek final vizesini almış bir takımız…”
Ki kolay lokma olmadığını da son periyotta gösterdi zaten.
Kağıt üzerinde TOFAŞ bana göre Banvit’e göre bir gömlek daha üstün.
21 maçtır liderliği sürdürüyor kolay mı? Başlarında daha önce Banvit baş antrenörü olan, Banvit’in başarılarında büyük emeği geçen Orhun Ene. Oyuncularından da Mejia ve Barış Ermiş var. Diğer oyuncuları da çok iyi.
Mesela devrenin bitimine 5 dakika kala 28-39 skorla 11 sayı önde giden Banvit’e mola sonrası TOFAŞ öyle bir alan savunması yaptı ki Bandırma ekibini potaya sokmayıp üçlük atmaya zorladı. Tam 3 dakika Banvit skor üretemeyince adeta dağıldı, 16 sayı fark bir anda kapandı ve devreyi 1 sayı farkla 42-43 önde zor kapadı. Bunlar hep iyi oyuncuların eseriydi.
*
Bu olay bana 22-23 Nisan 1951 tarihinde Kore savaşında şehit düşen Bandırmalı kahraman askerimiz 3 nolu ileri gözetleyici topçu üsteğmen Mehmet Günenç’i hatırlattı.
Adı Bandırma’da bir liseye verilen Şehit Mehmet Günenç de tıpkı Afrin’de şehit düşen Konyalı Uzman Çavuş Abdullah Taha Koç gibi kendisinin de içinde bulunduğu yerin koordinatlarını vermiş Kore’de 402 rakımlı tepede diğer kahramanlarla birlikte şehit düşmüştü. Bir Türk subayının son sözleri o günün birçok gazetesinde yer almış. Ünlü gazeteci harp muhabiri Hikmet Feridun Es gazetesinde “Son Muharebelerde Kahramanlık Sahneleri” başlığı altında 5 sütün üzerinden o kritik anı şöyle haber veriyor: “Düşman topçu gözetleme subayının yerine, yani Mehmet Günenç’in bulunduğu mevkie kadar sokulmuş. Mehmet kalabalık bir düşman yığını arasındadır. Hemen telsizden seslenir: ‘Size son koordinatı veriyorum. Toplu ateş ediniz. Düşman kalabalık halde bu koordinatta bulunmaktadır’ Mehmet Günenç’in koordinatlarını vererek üzerine toplu ateş istediği yer tam kendi bulunduğu yerdi.”
Bir başka ünlü harp muhabiri Faruk Fenik de telsizle geçtiği haber gazetesinde 3 sütün üzerinde “Kore’de Komünistlerin Taarruzları Yavaşladı “ başlığıyla, hemen alt başlıkta da “Bir Türk subayının topçuya son sözleri: “Düşmanla boğaz boğaza geldik. İçimize ateş edin, ziyanı yok ölelim, bizi onlara teslim etmeyin vatan sağolsun” şeklinde yer almış.
Kore araştırmacısı Emekli Kurmay Albay Ali Denizli de yaklaşık 323 sayfalık “Topçu Üsteğmen Mehmet Günenç” adlı kitabında Kore Savaşı ve Şehit Mehmet Günenç ile ilgili çok geniş açıklamalarda bulunmuş. Kitapta Mehmet Günenç’in nasıl şehit düştüğü tafsilatlı bir biçimde anlatılıyor.
Bandırmalı Kahraman Şehit Mehmet Günenç’i unutmayan Güney Kore Devleti büyük bir vefa örneği göstermiş. “Güney Kore Vatanseverler ve Gaziler Bakanlığı” 2014 yılında yeğeni Ahmet Faruk Kayapalı ve eşi Sulhiye’yi, Güney Kore’ye davet etmiş. Başkent Seul’de düzenlenen törende Güney Kore Cumhurbaşkanı’nın imzasını taşıyan bir kahramanlık beratı ve “Devlet Şeref Öğünç Nişanı” verilmiş. Mutlu bir şekilde ülkesine dönen yeğen Ahmet Faruk Kayapalı “Devlet Şeref Öğünç Nişanı”nı Polatlı Topçu Okulu Müzesi’ne bağışlamış. Güney Kore Devleti de büyük vefa örneği göstermiş. Biz de unutmadık şehidimizi… Askeri makamlar tarafından 27 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul Harbiye Orduevi’ndeki, “Türkiye Şehitlerini Anıyor” töreninde şehidimizin yakını Ahmet Faruk Kayapalı’ya onur belgesi verilmiş. Şehidimizi ve dolayısıyla yakınlarını hatırlamak güzel bir vefa örneği. Adını bir liseye verdik ama yeterli mi? Acaba o lisede yani Şehit Mehmet Günenç Lisesi’nde okuyan öğrenciler Mehmet Günenç’in kim olduğunu, nerede ve nasıl şehit düştüğünden haberi var mı? 3 yıldan beri anma töreni yapılmıyormuş. Zor mu? Şehitlerimiz kendileri için değil bizler için şehit oluyorlar bizler bir anma törenini çok görmeyelim… Kahramanlar unutulmamalı…
Deprem denince Bandırmalıları çok yakından ilgilendirmesi nedeniyle bazı sempozyumlarda veya panellerde olsun ilgisizlik nedeniyle boş kalan salonun hemen tamamen dolu olmasına şaşırmadım.
*
Hele Balıkesir Üniversitesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Türkmen sinevizyon gösterisinde Türkiye fay haritasında kıpkırmızı bir hat gösterdi ki, salon adeta nefesini kesmiş “çıt” çıkmıyordu. O kırmızı kuşak 1939 büyük Erzincan depreminin yaşandığı Doğu Anadolu’dan başlıyor Karadeniz’e paralel uzandıktan sonra Ege Bölgesi’nin neredeyse tamamıyla birlikte Güney Marmara’yı da içine alıyor. Bunun içinde Bandırma’da var; yani Bandırma 1. derece deprem bölgesi içinde yer alıyor. Bu gerçek çok iyi biliniyor da Bandırma tedbirini buna göre alıyor mu? Mesela kent imar edilirken bu gerçek nereye kadar kendisini gösteriyor. Bandırma Kent Konseyi Başkanı, CHP’li Belediye Meclis Üyesi ve İmar Komisyonu Başkanı Mimar Şerafettin Engüdar konuşmasında mimarların, mühendislerin öncelikle can kaybını önleyici tasarımlar yapması gerektiğine dikkat çekerken inşaatların planlama safhasında depreme karşı en iyi şekilde nasıl projelendirilmesi gerektiği konusunda bilimsel açıklamalarda bundu. Zaten Prof. Dr. İbrahim Türkmen de yerel yönetimlerin deprem konusunda hassas davranması gerektiğini vurgulamıştı. Yerel yönetimlere, yani belediyelere “DİKKAT EDİN” diyordu.
*
O zaman Bandırma’ya bir bakalım, Bandırma yerel yönetimleri deprem konusuna ne kadar ‘DİKKAT’ etmişler! Mesela; daha önce 2-3 kat olan 5 metrelik sokaklara 7-8 kat imar izni verilirken deprem gerçeğini yok mu farz etmişler? Tabi konu sadece bugünün meselesi değildi. 1922 Kurtuluş Savaşı sırasında işgalci Yunan kaçarken Bandırma’yı ateşe vermişti.
Özellikle enkaz yığınına dönen Hacı Yusuf Mahallesi adeta dümdüz olmuştu. Bu güzelim mahallede yapılaşma başlayınca Hükümet Konağı, Tekel İdaresi gibi resmi binaların yanında 2 katlı bahçeli villa tipi evler yapılmıştı. 1968 yılından sonra sanki deprem gerçeği yokmuş gibi çok katçılık moda oldu.
*
Nasıl gelmesin ki, Susurluk Şeker Fabrikası Bandırma’yla birlikte komşu önemli pancar ekim alanları olan ilçelerden Manyas, Gönen ve Biga ekonomisiyle de yakından ilgilidir. Fakat genel manada değerlendirecek olursak Türkiye ekonomisiyle yakından ilgilidir; hem de çok yakından ilgilidir.
Şeker fabrikası demek; üretim, üretim, üretim demek; özetle ekonomi demek.
Fabrikanın önemini bilenler, fabrikanın kapatılması halinde Susurluk’un can damarının kesilmiş olacağını söylerken yerden göğe kadar haklılar... Sadece Susurluk mu? “Şeker pancarı” demek; Karacabey, M. Kemalpaşa, Susurluk, Manyas, Bandırma, Gönen ve Biga demektir. Bu bölgelerde çok geniş alanlarda pancar ekimi yapılır. Ülke genelinde konuşacak olursak Erzurum’dan Edirne’ye kadar olan yerlerde pancar ekimi yapılıyor. Bunun neticesinde tam 25 şeker fabrikası... Şeker ve şeker pancarının stratejik ürünler arasında yer aldığını bilmem söylemeye gerek var mı? Daha önce de defalarca söylendi defalarca yazıldı. Şeker fabrikası demek; pancar demek, şeker demek, ispirto ve küspe demek. Türk çiftçisinin “gıdası” demek...Çok önemli hayvan gıdası hem de bedava...
*
Özelleştirme deyince eğer şeker üretmek şartıyla satılacaksa geç bile kalındı derim. Ülke genelinde satışa sunulan 14 fabrika mutlaka şeker üretmek şartıyla satılmalıdır. Aksi halde bu yerler TOKİ örneğinde olduğu gibi inşaat ekonomisi hâkim olursa nişasta bazlı şeker yemeye devam edilecek demektir. Bölge ekonomisi başta işsizlik olmak üzere müthiş olumsuz yönde etkilenecektir. Susurluk Şeker Fabrikası bilindiği gibi 3-5 yıl kapalı kaldıktan sonra Bursa ve Balıkesir milletvekilleriyle, belediye başkanları, ticaret odaları ve ziraat odaları başkanları Ankara’da bakanlık nezdinde ortak güzel bir çalışma yapılarak fabrikanın üretime geçmesi sağlanmıştı. Kim kazandı? Çiftçi kazandı, söken, temizleyen, taşıyan, çalışan, esnaf ve topluca özetlersek Türkiye kazandı.
*
Şimdi bugün özelleştirilecek 14 fabrika şeker üretmek şartıyla satılırsa Susurluk Şeker Fabrikası’nda olduğu gibi diğer eski fabrikalar modernize edilerek çok daha olumlu üretim yapması sağlanır. Üretim daha da artırılarak ülke ihtiyacı karşılandıktan sonra ihraç da edinilebilir. Yazının bu yerinde Susurluk Şeker Fabrikası’nın satış listesinden çıkarıldığını ve 15 milyon lirayla fabrikanın yenilenilerek daha randımanlı çalışmasının sağlanacağını haberi geldi. Üstelik kotanın da kaldırılarak çiftçinin geçen yıldan daha fazla bölgesinde pancar ekiminin sağlanacağı da müjdelendi. Bu karar alkışlanır. Ancak diğer 13 fabrika ne olacak? 13 fabrikanın çok geniş bir ekonomik yelpazeye olumlu etkileri bütün hafta boyunca medyada tartışılırken bu altın yumurtlayan tavukları kesmek doğru olur mu?
17 Eylül 1922 tarihinde işgalci Yunan kuvvetleri tarafından bir bölümü yıkılmış, ardından cami bugünkü görünümüyle yeniden yapılmış. Son olarak 2001 yılında minaresi de yeniden yapılmıştı. Görüldüğü gibi ilk yapımı dahil her yenilemede onca mimar, mühendis ve ustalar görev almış; cami bahçesine şadırvan da yapmışlar ama bir tuvalet yapmayı akıl edememişler! (mi?)
*
Yüzyıllar içinde yapılan ve sağlamlıkları nedeniyle günümüze kadar gelen yapılarda estetik güzelliklere de önem vererek harikalar yaratan mühendislerimiz ve mimarlarımız, hatta hatta ustalarımız cami bahçesi içine bir tuvalet yapmayı bilememişler ama bugün ise artık kim akıl ettiyse ki, aklınla bin yaşasın; karşı sokakta bir tuvalet yokmuş gibi cami bahçesi içine bir tuvalet yaptırmak akıllarına gelmiş...Taa 2 asır sonra … Tebrikler!
Hem de tam da cenazelerin konulduğu 3 musalla taşı karşısına… Yapılalı neredeyse 2 yıl oldu. 2 yıldır konuyla ilgili şikâyetler hiç bitmediği gibi halen çoğalarak devam ediyor. Hemen her cenazede namaz için saf tutan cenaze sahipleriyle cemaat hemen 2 adım ötede tuvaletten çıkanlarla göz göze gelmek istemiyor! İslam âleminde var mıdır eşi benzeri?
Cami tescilli tarihi eser. İzinsiz bir şey yapmak mümkün değil. Sözde, ‘Kurul’ izin vermiş. Ama o ‘Kurul’un görevi anıtları, eski eserleri korumak değil mi? Tuvalet ilk yapıldığı günlerde ilk müsteciri tepkileri azaltmak için çevresi selvi ağacı fidanlarıyla çevrilerek kamufle edilmişti. Ama daha sonra gelen yeni müstecir daha çok müşteri çekmek için fidanları yok etti. Cephesine de görmeyen gözler görsün diye olacak herhalde; dev ebatta 1 metre boyunda WC yazısı yazıldı.
*
Konuyla ilgili basında olsun sosyal medyada olsun şikâyetler devam ederken ilginç tepkilerde görüyoruz. Mesela bir vatandaş sıcak suyu da bulunan şadırvandan haberi yok olacak ki tuvalet olmazsa cemaatin nerede abdest alacağını soruyor. Belli ki Haydar Çavuş Cami’yi hiç görmemiş, hatta hiç gelmemiş. Hem sonra; tuvaletler ne zamandan beri abdest alma yeri olmuş ki? Cami için tuvalet hiç sorun değildi. Hemen yakın çevrede tam 3 tane tuvalet var. Onun için bahçe içindeki musalla taşı karşısındaki tuvalet bana göre fazla. Yıkılarak bahçe eski haline getirilmeli. Hiç olmazsa çevresi ilk gün olduğu gibi selvi ağacı fidanlarıyla çevrilerek kamufle edilmelidir.