Onu da kapatacağız 50 gün sonra…
Bu takdirde Marmara Denizi kurtulacak mı?
Ancak,“Fabrikamız doğayı kirletmiyor” demek de doğru değil…
“Diğer sanayi tesisleri ne kadar kirletiyorsa az veya çok biz de kirletiyoruz “ denilse daha doğu söylenmiş olmaz mıydı?
Nitekim önceki gün Bandırma Petrol-iş Sendikası fabrika önünde yaptığı basın açıklamasının bir yerinde doğruyu belirtmiş.
*
Bandırma’ya 10 km. yakınında dünün ilçesi, bugünün mahallesi, birzamanlar üzüm bağları ve ipek böcekçiliyle ünlü Edincik mahallesinin merasına göz dikenler…
Hiç de az değil, tam 6 bin 320 dönüm olan meraya taş ocağı açmak için mera komisyonuna başvuru yapılmış. Hem de bunu yapanın CHP üyesi bir Bandırmalı bir iş insanı olduğu söyleniyor…
Hem de bu bereketli mera toprağında Kurtuluş Savaşı sırasında şehit düşen askerlerimizin mezarlarının olduğu iddiaları da yabana atılmasın. Aynı yerde Roma, Bizans ve Osmanlı eserleri de olduğu için bölge SİT alanı içinde kalıyor demektir.
Şu anda bu bereketli toprakların sahibi Balıkesir Büyükşehir Belediyesi…
Bandırma Belediye Başkanı Tolga Tosun ise meranın kendilerine verilmesi için dava açmış.
Yani meraya taş ocağı açmak için müracaat eden Bandırmalı iş insanı demek istiyor ki, Edincik muhtarının verdiği bilgiye göre; 7 bin küçükbaş ile 1500 büyükbaş hayvanının otladığı meradan geçinen 500-1000 hane ne yaparsa yapsın!..
4 yıl önce ÇED toplantısı sonunda Bandırma’ya atık su biyolojik arıtma tesisi yapılması kabul edilmişti…
Yapım başlamış ama “kaplumbağa” hızıyla gidiyormuş…
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum konuşmasıyla herhalde mesaj alınmıştır.
Bakan Kurum 21 maddeyle hangi önlemlerle deniz salyasının önünün alınabileceğini söyledi.
Ama bana göre çok geç…
Keşke bu önlemler en az 20 yıl önce alınabilseydi…
Evet; Haliç gerçekten iyi temizlenmişti… O berbat kokuyu hala unutamıyorum ama temizlerken nereye verilmişti o atıklar?
DENİZ YERİNE TARLAYA
Hele tam da kent merkezinde yıkılan Çocuk Sarayı ile Evyapan Ortaokulu enkaz görüntüsünü gören yabancılar sanıyor ki bugün yıkıldı yarın yaparlar…
Aslında hiç de öyle değil.
Çocuk Sarayı ile Evyapan Ortaokulu yıkımı bir yılı geçti; yerine ne yapılacağı ve nezaman yapılacağı belli değil… Sadece Çocuk Sarayı 3 bin 200 metrekare, ortaokul ile birlikte 4 bin metrekare…
Sadece enkazın bir bölümünü kaldırdılar ama toprak yığınları hâlâ duruyor…
Yıkılıp enkazı kaldırıldıktan sonra başka var mı toprak yığınlı yerler?
Evet var!..
Şeker pancarı sadece şeker demek değil, ayni zamanda küspe ve melas demek, alkol demek kısaca Türk çiftçisinin gıdası demek…
*
Özetle; şeker pancarının stratejik ürünler arasında yer aldığını, ondan şeker, küspe ve melas yanında hijyen maddesi alkol üretildiğini, dünyanın başına bela olan korona virüs sayesinde bilmeyenler de öğrenmiş oldu.
*
Onun için pancar ekicisinin desteklenmesi çok önemli. Pancar ekimi genelde Bursa, Balıkesir ve Çanakkale’nin ilçelerinin verimli topraklarında yapılıyor. Bu yerler Bandırma, Mustafa Kemal Paşa, Karacabey, Susurluk, Gönen ve Biga…
*
Ama şeker pancarı değişik iklimlerde de yetişme özelliği nedeniyle Erzurum, Kars, Konya ile Trakya bölgesinde de üretimi yapılabiliyor…
Balıkhane 1965
Balıkhane 1980
Balıkhane 1990
Yani demek istiyorum ki 20 yıldan beri sahilin en güzel yerini işgal eden toptancı balık hali artık bu yerden kaldırılmalı.
Poyraz olsun, lodos olsun, rüzgar ve akıntı nedeniyle Marmara’nın çoğu atığı Bandırma Körfezi’ne geliyor ve burada çöküyor.
Müsilaj, yani balıkçıların deniz salyası dedikleri, deniz üstünü kaplayan hatta dibe de çöken yapışkan sümüksü beyaz köpüklü bir madde… Deniz tuzlu da olsa kirliliği artık kaldıramadığı, bu yıl her zamankinden fazla görülmesinden belli oluyor. Müsilaj, deniz sıcaklığının yükselmesi ve artan sıcaklık nedeniyle bakterilerin çoğalması nedeniyle oluşuyor.
Balıkçıların kâbusu olup avlanmayı zorlaştırıyor, deniz canlılarını öldürüyor. Sadece deniz yüzeyinde değil denizin derinliklerinde de oluştuğu ve balık yumurtalarına büyük zarar verdiği bilim insanlarınca belirtiliyor.
*
Marmara Denizi küçük bir iç deniz demiştik.
Ancak Bandırma dâhil Marmara Bölgesi’inde bulunan hemen tüm şehir ve fabrikaların atıklarını arıtmadan denize verildiği bilinen bir gerçek.
Deniz üstünde yaygın bir şekilde bulunan denizanalarını çok gördüm, balık larvaları nedeniyle deniz sathının kırmızıya boyandığını da çok gördüm ama bu balıkçıların salya veya kay-kay dedikleri maddeyi geçen yıla kadar görmediğime göre konu gerçekten ciddi boyutlarda… Belki vardı da çok az olduğu için görmemiş olabilirim.
Konuyla ilgili bir de fotoğraf vardı.
Yıl; 1990-1998
Bandırma Ticaret Odası’nda görev aldığım yıllarda zeytinyağı konulu seminerlere gidiyor konuyla ilgili görüşlerimi açıklıyordum.
İlk olarak 1990 yılında İstanbul Ticaret Odası’nın düzenlediği “Zeytin ve Zeytinyağı Semineri”ne katılmıştım.
Seminerdeki panelin ana konusu; zeytinyağı tüketimi ülkemizde neden çok az idi. Mesela Yunanistan, İspanya ve İtalya gibi zeytin üreticisi ülkelerde kişi başı tüketim 14-15 kg. iken yine bir zeytin ülkesi olan ülkemizde sadece 1 kilo 500 gram idi. Uzun süren panelde yabancı katılımcılar olduğu gibi tanınmış zeytinyağı üreticileri de vardı ve zeytinyağın insan sağlığına faydaları uzun uzun anlatılmıştı.
NELER YAPILMALI?
Sonunda; böyle güzel bir gıda maddesi Türkiye’de neden çok az tüketiliyor diye soruluyordu.