Paylaş
Bence bankalar başta olmak üzere, özel sektör hiç bu kadar büyük psikolojik baskı altında kalmamıştı. “Hamasetle ekonomi yönetimi”nin piyasa koşullarına ne kadar uyacağını, bence yakında görmeye başlayabiliriz.
Bunun yanında ekonomide çok ciddi teşvikler açıklanıyor, ileriye dönük özel sektörün kullanabileceği büyük kaynaklar taahhüt ediliyor. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; beklentileri aşırı yükseltirseniz, bu şişirilmiş beklentiler gerçekleşmediğinde hayal kırıklıklarının ve bunun ekonomiye maliyetinin de abartılı olacağını unutmamak gerekir.
Son günlerde ekonomiyle ilgili neredeyse tüm bakanlar demeçler veriyorlar; bir yandan ekonominin ne kadar yolunda olduğunu anlatıp, öte yandan çok büyük imkanların yolda olduğunu söylüyorlar. Söylenenlere bakacak olursak; bu teşvikleri ve lanse edilen fonları kullanmak için yerli-yabancı özel sektör kuruluşları sıraya girecek, çok büyük ekonomik atılımlar gerçekleştirilecek. Böyle pembe bir dünyanın olmadığını gözden ve akıldan uzak tutmamak gerek. Türkiye ekonomisinin istediği büyüme oranlarını kendi başına yakalamayacak düşük tasarruf oranlarına sahip olduğunu, yabancı sermaye olmadan artık yüzde 3’ün üzerinde büyümenin olamadığını hatırlarsak, iyi olur. Yüksek büyümeyi köklü ekonomik reformlar yapıp, küresel ortamın uygun olmasıyla, yüksek yabancı sermaye girişleriyle yakalayabildik. 2007 yılından itibaren, IMF programı ardından, önemli bir ekonomik reform yapılamadığını da hatırlayalım.
Şimdi ise küresel ortamdaki kötü gidişat belli ve üstüne üstlük Batı’yla hala çözemediğimiz büyük güven sorununu yaşamaya devam ediyoruz. Bunun üstüne hamasetle ekonomi yönetimi eğilimi de abartılmış durumda...
Türkiye’nin imkanları sınırlı, bundan sonra küresel ortamın etkisiyle, daha da sınırlı olabilir. Para politikalarında, Merkez Bankası ve bankalara faiz baskısı ile birlikte, gevşek bir seyir izlemeye başladık. Parasal gevşemeye mali gevşeme de eklenirse, ipin ucunun kaçacağı çok açık.
Demem o ki; teşvikler başta olmak üzere, herkese bol keseden dağıtacak kaynak yok. Yani bakanlar açıklama yaparken, abartılı olmaktan beklentileri şişirmekten kaçınmalı. Çünkü bu kaynak yetersizliği ortada iken, ister istemez “acaba ne yapmaya çalışıyorlar” diye soru soran çok olabilir. Bir yandan SGK ve vergide çeşitli kesimlere kıyaklar, öte yandan harcamaların artma eğilimi, içerde kimse sesini çıkaramasa da, dışarıda ister istemez sorgulanır.
Son dönemin bir başka moda taahhüdü ise Türkiye Fonu başta olmak üzere önümüzdeki dönem altyapıya, özelleştirmeye dönük yeni fonların oluşturulacağı ve bunların kullanımı ile özel sektör dahil yeni bir yatırım atağına girişileceği.
Fon rakamları çok abartılıyor ama tasarrufların küçüklüğü unutuluyor. Aynı kısır havuza Hazine kağıdı mı satacaksınız, hisse senedi mi, yatırım fonu mu? Eskinin gelir ortaklığı ya da köprü senedi diye bildiğimiz menkul kıymet tasavvurları, başka süslü isimler altında pazarlanmaya çalışılıyor. Mevcut koşullar altında büyük rakamlara ulaşacak fonlara kaynak yaratmanın imkansıza yakın olduğu unutulmasın.Türkiye’nin hamasetle ya da abartılı demeçlerle ekonomi yönetimine değil, küresel iklimde azalacak fonları nasıl daha fazla çekebiliriz diye çağdaş vizyon çabalarına ihtiyacı var. Bunun için de önce siyasi ve diplomatik olarak, Batı başta olmak üzere, dünyaya yeniden güven vermemiz gerekiyor. Yabancı sermaye olmazsa, yatırımlara ayrılacak fonlar artmaz, aksine düşer.
Paylaş