Kurlarda son günlerde yaşanan artışın en önemli nedeninin Suriye’de yaşanan gerginlik olduğu belirtiliyor. Aslına bakacak olursak, “Ne olursa olsun gelip TL’yi vuruyor” da denilebilir. Piyasa oyuncuları “lafın gelişi; dolara karşı başka gelişmekte olan ülke paraları 3 değer kazanırken TL 1 değer kazanıyor, diğer paralar 1 değer kaybederken TL 3 kaybediyor” diyerek, TL’deki sürekli negatif ayrışmanın devam ettiğini vurgulamaya çalışıyorlar.
Bunun nedeni ise çok açık; uygulanan politikalar ileriye dönük olarak güven vermekten uzak. Yani Ağustos’taki kur atağından sonra TL bir miktar kaybettiklerini geri almış olsa da, bundan sonra olumlu seyrin devam edeceği konusunda piyasalara güven verilebilmiş değil. Piyasaların son günlerdeki TL’nin değer kaybı için üzerinde durdukları en önemli ihtimal Suriye’de yeniden yaşanmaya başlayan gerginlik. Daha doğrusu Suriye konusunda ABD ile yaşanan görüş ayrılığı denilebilir. Trump’un “Suriye’den çıkıyoruz” sözü üzerine içeride aşırı olumlu bir havanın oluştuğu görülürken, çekilmenin kolay olmayacağının ortaya çıkması, Türkiye’nin Suriye’deki olası hareketi konusunda uzlaşmaya varılmamış olması, bu kez de piyasaları bozmaya başladı. Piyasa oyuncuları Rahip Brunson’dan sonra TL’deki büyük değer kazancını hatırlatarak, Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşananların, ABD’yi değil ama, Türkiye’yi çok derinden etkilediğini hatırlattılar.
ABD ile görüş ayrılığı konusunda kötü ihtimallerin hala fiyatlanmamış olduğunu hatırlatan bir bankacı, seçimlerin de etkisiyle ilişkilerde sekter bir halin oluşması halinde, TL’nin değer kaybını hızlandırabileceğini söyledi.Tabi ki Suriye’de yaşanan gerginlik TL’nin son günlerdeki değer kaybında tek neden değil. Küresel gelişmelere bakacak olursak; tüm gelişmekte olan ülkeler için risk alma iştahında azalma hissediliyor. Çok önemli boyutlarda değil ama böyle bir hava söz konusu.
SON KARARLARIN ETKİSİ
Buna karşılık ABD ile Çin’in ticaret görüşmelerinde anlaşma umudunun giderek arttığı yolunda haberler geliyor. Bu duyumlar petrol fiyatlarının yeniden artışa geçmesine neden oldu. Yani dünyadaki büyümenin yeniden canlandırılması için umut oluştuğunda artan petrol fiyatlarının bizi derinden etkilediği çok açık. Yanısıra piyasalarda seçim ekonomisi adına bir gerginliğin de başladığını söyleyebiliriz. Seçim öncesi kredi kartı borçları konusunda kamu bankalarının devreye sokulması, enerji alanına genişletilen sosyal yardımlar, sübvansiyonlu esnaf ve KOBİ kredilerinin açıklanması, Merkez Bankası’nın 37 milyar TL’ye varacağı açıklanan karının seçim öncesi Hazine’ye alınıp biriken kamu ödemelerinin hızla gerçekleştirilmesi art arda geldiğinde piyasalarda haklı olarak, tedirginlik yaratmaya başladı. Hepsi birleşince de TL’nin değer kaybı kaçınılmaz oldu.
Kısacası ekonominin çok kritik olduğu bu dönemde bol keseden yapılan harcama artışları, he ne kadar “mali disiplinden taviz yok” dense de, ileriye dönük risk algısını yükseltiyor. Ekonominin geleceğini tartışmalı kılıyor.
Dün bir banka raporunda gözüme çarptı; Eylül başından bu yana yabancılar 9.5 milyar doları TL’ye dönüp, TL varlıklara yatırım yapmaya devam ediyorlar. Bu rakam bile tek başına, bırakın seçim sonrasını seçime kadar bile, ürkütüldüğü takdirde TL başta olmak üzere başımıza çok iş açacak kadar büyük sayılabilir.
Dün biraz sakinleştiği söylense de, piyasaların geçen haftayı gergin geçirdiği görüldü. Bu hafta yapılacak PPK toplantısında faiz indirimi kararı çıkma beklentisinin piyasayı germeye yettiği konuşuluyor. Konuştuğumuz piyasa oyuncuları bu ay faiz indirimi yapılmasının piyasada tepkiyle karşılanmasını, özellikle kurlarda yukarı doğru bir hareket yaratacağını belirtiyorlar.
Bu beklentinin çok yüksek olmadığını ama duyumlara bağlı olarak zaman zaman canlanabildiğini kaydeden bir bankacı, ocak ayının indirim için çok erken olduğunu söyledi. Mart ayında bir faiz indirimi olabileceğini ama bunun da küçük oranda, yani 0.25 ya da 0.50 puan olması gerektiğini kaydeden bankacı, “Bu takdirde çeyrek ve yarımşar puanlık 6-7 kez indirim imkanı doğar ki; bu da yabancıların kâr görerek özellikle bonoya yatırım yapmasını beraberinde getirebilir” şeklinde konuştu.
Piyasalarda ocak ayına ilişkin indirim beklentisi olmasa da, mart ayındaki seçimden önceki son PPK toplantısında indirim yapma ihtimali yoğun olarak konuşuluyor. Bazı piyasa oyuncuları seçim öncesi hükümetin en az 2 puanlık faiz indirimi için Merkez üzerinde baskı kurmasını beklediklerini söylüyorlar.
Tabi ki tüm bu tahminler konuşulurken, ön şart olarak “Enflasyonun düşmesi ve beklentilerin düşüş yönünde oluşması” gerektiği ileri sürülüyor. Bu arada, yani marttaki PPK’ya kadar, enflasyon oranlarında düşüş olmaz, ileriye dönük düşeceği beklentisi oluşmazsa, o zaman küçük indirim yapılsa bile piyasaların tepki verebileceği belirtiliyor.
Enflasyon beklentilerinin düşmesinin yanında Fed’den gelen sinyallerin değişmemesi, yani bu yıl faiz artırımlarının duracağı beklentisinin sürmesi ve petrol fiyatlarındaki düşüşün devam etmesi de, enflasyon beklentileri ile birlikte birer ön şart olarak kabul ediliyor. Kısacası; Fed faizleri artırmaya devam eder, dolar güçlenirse o zaman içerideki faktörlerin de önemi azalmış olacak.
BİR SÜRE BEKLENMELİ DİYENLER
Bazı iktisatçılar ise faiz indiriminin teknik gerekçeleri oluşsa bile, enflasyonunun düşeceği beklentisi iyice pekişmeden Merkez Bankası’nın faiz indiriminin doğru olmayacağını söylüyorlar. Seçimden sonra, açıklanacak radikal yapısal tedbirlerle birlikte beklentiler değiştirilip, faiz indirimini o zaman başlatmanın doğru olacağı görüşünü savunuyorlar.
Konuştuğumuz bir bankacı,
Geçen kasım ayına ilişkin kesin konkordato rakamı da belli oldu. Kasımda 507 şirket konkordato ilan ederken, bu 2018 yılının aylar itibariyle tepe noktası oldu. Tahmin ettiğimiz gibi; konkordato koşullarında yapılan yasa değişikliği ve ekonomik iklimin getirdiği koşullar nedeniyle, aralık ayındaki konkordato sayısı kasımdan daha az oldu. Aralık ayında toplam 453 şirket veya kişi konkordato talebinde bulunup geçici mühlet hakkı kazandı. Aralık ayı rakamları ile birlikte 2018 yılındaki toplam rakam da bin 549’a ulaştı.
Daha önce uygulamada olan icra-iflas hukukunda yer alan iflas erteleme mekanizması nedeniyle zora düşen şirketler daha çok bu yola başvuruyorlardı. Bu nedenle 2018 Ocak ayında sadece 1, Şubat ayında ise 3 şirket konkordato talebinde bulunup geçici mühlet aldı.
İflas erteleme uygulamasında kötüye kullanım saptandığı ve ticaretin işlemesini zorlayan duruma gelmesi nedeniyle geçtiğimiz Şubat ayı sonunda iflas erteleme taleplerinin alınmayacağı yerine konkordato mekanizmasının genişletildiği yasal değişiklik yapıldı.
Sistem oturana kadar geçen süre nedeniyle 2018 Mart ayında konkordato ilanı gerçekleşmedi. Ancak nisan ayından itibaren iflas erteleme yerine konkordato mekanizması da devreye girdi. Nisan ayında 7, mayısta 28, haziranda 36, temmuz ayında 39 şirket konkordato talebinde bulundu. Kur patlamasının yaşandığı ağustos ayı ise konkordato taleplerindeki patlamanın ana nedeni oldu. Ağustos ayında konkordato sayısı 56 ile küçük artış kaydederken, eylül ayında da 89 şirket konkordato talebi için mahkemelerden olumlu yanıt aldı. Bu çalkalanmanın asıl sonuçlarını ekim ayından itibaren görmeye başladık. Ekim ayında 330 şirket konkordato talebine mahkemelerden olumlu yanıt alırken kasımda zirve yapan konkordato sayısı 507’ye ulaştı.
Bu kez de konkordatonun kötü kullanımı saptandığı için, konkordato mekanizması korunmasına rağmen koşullarının zorlaştırılması kararı alındı. Aralık ayında yapılan yasal değişiklikle şartlar zorlaştırıldı ama bu ay 453 şirket konkordato talebine olumlu yanıt alıp, toplam 2018 sayısını bin 549’a ulaştırdı.
YENİ YILDA NE OLACAK?
Verilere bakarsanız kur patlamasından önce de ticari koşulların zorlaşmaya başladığı rakamlardan belli oluyor. Ancak kur patlaması ve ardından piyasanın daralması sonucu sayı patlarken, yeni yeni yılda zorlaştırılan konkordato mekanizmasında sayının ne olacağı merak ediliyor. Konkordato yerine doğrudan haciz ve iflasların başlayıp başlamayacağı ise hem uygulamaya, hem de ekonomik koşullara bağlı olacak.
Konkordato talep edip geçici mühlet alan şirketlerin türüne bakacak olursak 2018’de 696 limited şirket,468 şahıs şirketi ya da ortağı, 332 anonim şirket, 51 gerçek kişi ticari işletmesi, 1 tane kollektif şirket, 1 tane de kooperatif olduğu görülüyor.
Bu oranda gerileme halinde bile, yıllık fiyat artışı yüzde 20’nin üstünde kalmış olacak. Yüzde 0.78’lik fiyat düşüşü olması halinde tüketici fiyat artışının yılı yüzde 20.6 oranında kapatması bekleniyor.
Hafta sonunda açıklanan İstanbul Ticaret Odası perakende satış fiyatları yüzde 0.14 oranında gerilemeyi gösteriyordu. Piyasaların beklentisi Türkiye’nin tümündeki artışın, iki endeks arasındaki fark da göz önüne alınarak, daha yüksek bir gerilemeye işaret edeceği yönünde.
Yıllık fiyat artışları yeni yılda birçok fiyat artışına baz olacağı için ayrı bir önem taşıyor. Asgari ücretteki yüksek oranlı zamdan sonra, hem özel sektörün personel maaş artışlarında, hem de kamuda emekli ve işçi maaşları ve emeklilerine yapılacak zamda bu oran belirleyici olacak. Dolayısıyla hem kamu personel harcamalarında, hem özel sektörün maliyetlerinde ve bunun yeni yılda satış fiyatlarına etkisi açısından yıllık enflasyonun önemi büyük.
Bu yıl ağustosta yaşanan kur patlamasının etkisiyle eylül ayıyla birlikte yıllık enflasyon oranları bir sıçrama göstermişti. Eylül sonu yüzde 24.52, ekim ayında yüzde 25.24 oranlarıyla rekorlar kıran yıllık tüketici fiyat artışları kasım ayındaki gerileme nedeniyle geçen ay sonunda yüzde 21.62’ye inmişti. Böylece yıllık enflasyon oranı yüzde 25’lerden yüzde 20-21 arasına çekilmiş olacak.
Enflasyonda son iki aydır yaşanan gerilemede hükümetin aldığı arizi kararlar ve yapılan baskının önemi büyük. Enflasyonla topyekün mücadele kampanyası kapsamında, zaman zaman abartılan, sıkı fiyat denetimleri gündeme getirilirken, bazı tüketim mallarında da vergi indirimleri yapıldı. Böylece iki ay içerisinde yaklaşık 5 puanlık bir yıllık enflasyon indirimi gerçekleştirilmiş oldu.
SEÇİM SONRASI POLİTİKALAR
Ancak bundan sonrası, daha doğrusu uzatılan vergi indirimleri, yani seçim sonrasında yaşanacak fiyat gelişmeleri çok önemli olacak. Seçime kadar, 2018 ilk aylarında gerçekleşen düşük enflasyon verileri nedeniyle, baz etkisi hükümete pek yardımcı olmayacak. Ancak seçimden sonra nispeten baz etkisinin avantajı ortaya çıkmaya başlayacak Kısacası; seçime kadar sürdürülecek değişik yöntemlerle enflasyon oranları yıllık bazda yüzde 20, hatta biraz altında tutulmaya çalışılacak. Daha sonrasında da baz etkisi kullanılarak bu seviyelerin korunmaya çalışacağı anlaşılıyor.
Ancak küresel finans hareketlerinde yaşanacak gelişmeler ve dünya petrol fiyatlarındaki seyir, enflasyonun seçimden sonraki seyrini büyük ölçüde belirleyecek diyebiliriz. Şu anda hem kurlar hem petrol fiyatları hükümete ciddi biçimde yardım ediyor, daha doğrusu şanslı bir iklim sunuyor. Bu durum devam ettiği takdirde seçimden sonrasında yüzde 15-20 arasında yıllık enflasyon oranları korunabilir.
Yaşanan dalgalardan sonra 2018 yılının tümüne baktığımızda başarılı bir yıl geçirdiğimizi söylemek pek mümkün değil. Buna karşılık son aylardaki performansın, rakamlara baktığımızda, nispeten olumlu olduğu da ortada.
Peki bundan sonrasına ilişkin neden belirsizlik hakim?
Her şeyden önce ekonomide gerekenlerin yapılacağı konusunda kesin bir güven oluşmuş değil. Ağustos’ta yaşanan büyük dalganın geldiği, ekonomik ve siyasi kararlarda yanlışlar yapıldığı, zaten düzelmenin nedenlerine baktığımızda açıkça görülüyor. Yani uzun süre Merkez Bankası’nın faiz artırımını engellediğinizde, Rahip Brunson davası gibi, sonradan düzeltmek zorunda kaldığınız hataları yaptığınızda, zaten dalgaya yakalanmamız kaçınılmazdı. Merkez Bankası’nın olması gerekenden çok daha yüksek faiz artırımına gitmek zorunda kalması, hep söylediğimiz, zamanında alınmayan kararların faturasının daha ağır olacağı gerçeğini bir kez daha ispatladı.
İşte piyasadaki tedirginliğin önemli nedenlerinden biri yine hatalı kararlar alınma ihtimali. Piyasaların düzeltilmesi sürecinde piyasaya müdahale edilmesi, bu tavrın süreceğinin görünmesi de ayrı bir tedirginlik konusu.
Henüz yapısal bir kararın alınmaması, müdahaleler ile piyasanın düzeltilmiş görünmesi, seçim nedeniyle oluşabilecek mali bozulmanın dozunun hala netlik kazanmamasını da tedirginlik yaratan unsurlar olarak görebiliriz.
SEÇİM SONRASI
Seçimden sonrasına ilişkin gerekenlerin yapılacağına ilişkin kesin bir güven de oluşturulabilmiş değil. Enflasyonun düşük görünmesini seçime kadar sağlasanız, hem içtalebi artıracak maaş artışları, hem enflasyonu ciddi biçimde geriletecek kararların seçimden sonra alınıp alınmayacağındaki belirsizlik nedeniyle piyasa emin olamıyor.
Buna karşılık bankaları kredi vermeye zorlayarak, faizleri suni biçimde aşağı çekerek üretimin yeniden canlandırılmasının mümkün olamayacağının da herkes farkında. Üretimin yeniden canlandırılması için yatırıma ihtiyaç var ama hem yerli hem yabancı sermayede böyle bir istek görülmüyor. Bu isteğin yeniden oluşması için artık hukuk reformu, demokrasinin güçlendirilmesi adına somut adımların atılması gereği ortada ama yapılır mı, belli değil.
Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak geçen cumartesi günü İstanbul’da bizim de katıldığımız, iktisatçı, akademisyen ve gazetecilerden oluşan bir grupla ikinci kez bir araya geldi. Katılanlardan 2018 değerlendirmeleri ve 2019 beklentilerini dinleyen Albayrak, ilk toplantıda olduğu gibi notlar tuttu ve değerlendirmeler sırasında araya girip sorular sorarak, konuların detaylandırılmasına çalıştı.
Bakan Albayrak’ın ilk toplantıda üzerinde önemle durduğu “ekonominin tek elden yürütülmesi” konusunda alınan yoldan memnun olduğunu gözledik. Bu sayede hızlı kararlar alarak, piyasalar üzerindeki yoğun baskıların üstesinden geldiklerini olayların detaylarına girmeden anlatırken, idari sistemde görülen eksikliklerin belirtilmesi üzerine bunun yine de geçiş süreci olduğunun altını çizdi.
Gözlemimiz o ki; Bakan Albayrak özellikle piyasa dengelerinin oturtulması konusunda sağlanan başarının altını çizerken, “işin tamamlandığı” gibi bir havadan da uzak. Hatta “işimiz yeni başlıyor” tavrında olduğunu bile söyleyebiliriz. Albayrak’ın konuşmalarından yılın ilk üç ayı da dahil, tedbirlerin alınmasına devam edileceği ama 1 Nisan’dan sonra kendi deyimiyle “4-4.5 yıllık seçimsiz süreç” içerisinde çok daha radikal adımların atılmasına hazırlanıldığı izlenimi de edindik.
Albayrak’ın küresel ekonominin 2019’da gelişmekte olan ülkeler lehine seyredeceği yorumlarına temkinli yaklaştığını, 2008 krizinde ülkeler arasında koordineli çalışma çabası varken son dönemde bunu görmediğini, bu durumun gelecek dalgaların küresel ekonomi açısından daha ağır yaşanma riskini artırdığı görüşünde olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde hem Avrupa hem bölgede çalkantılı bir dönem yaşanabileceğini belirtirken, tüm bunlara rağmen uluslararası ilişkilerde gelinen nokta ve yönetim olarak sağladıkları başarı sayesinde bu sıkıntıları fırsata çevirmek adına umutlu olduğunu da gözlemledik.
BANKACILIK VE REEL SEKTÖRÜN DURUMU
Bu arada Bakan Albayrak’ın hem 2018 hem gelecek yıla ilişkin büyüme beklentisinin, piyasada konuşulan ve iktisatçıların belirttikleri rakamlara kıyasla iyimser olduğunu, reel sektör ve bankaların durumu hakkında da yine durumun belirtilenler kadar karamsar görmediğini söyleyebiliriz. Başka bir gözlemimiz de; enflasyonla mücadelede uygulanan yöntemler ve Hazine kağıdı ihalelerinde faizi düşürmek için uygulanan yöntemler konusundaki eleştirilere katılmıyor.
Toplantıda bankalar için yapılacağı söylenen stres testi konusu üzerinde duruldu, BDDK’nın son yaptığı açıklamanın yetersiz olduğu ve detay değerlendirmeler beklentilerine de değinildi. Hatta üretimin yeniden canlandırılması için bankaların sermayelendirilmesi, kamunun buna katkıda bulunması düşünceleri de ifade edildi. Bakan Albayrak’ın sermaye artırımları için son dönemde bulunan sermaye benzeri tahvil gibi yöntemlerini başarılı gördüğünü, açıkça söylemese bile, kamunun bankalara katkısı önerilerine sıcak bakmadığını söyleyebiliriz. Toplantıda yer alan akademisyenler büyüme, Merkez Bankası’nın faiz indirimi, reel sektör borç sorununun çözümü, yüksek enflasyonun sonuçları, önümüzdeki dönem enflasyon trendi, banka kredileri ve batık kredilerin durumuyla ilgili birbirlerinden çok farklı fikir ve önerilerde bulundular.
Hükümete yakın kaynaklar, bu kararların bir anlamda seçim yatırımı olduğunu kabul ediyorlar. Muhalefetin daha önceki bir seçimde asgari ücrette yüksek oranlı artış vaadiyle ortaya çıkmasının oylarda etkisinin görüldüğünü, daha sonraki secimde bu yolun kapatıldığını belirterek, asgari ücrette yapılan yüzde 26 oranındaki artışın yine seçimde muhalefetin kozunu elinden almak amacı taşıdığını kabul ediyorlar.
Asgari ücretle kamuda çalışan sayısının az olduğunu buna karşılık vergi tahsilatını artıracağını kaydeden bir yetkili, kısacası asgari ücrete yüksek oranlı zammın bütçeye yükten çok getiri sağlayacağını ifade etti.
Sorumuz üzerine asgari ücretin asıl yükünün özel sektör üzerinde olacağını teyit eden aynı yetkili, özel sektörün bu yükü fiyatlara yansıtacağını dolayısıyla enflasyona artırıcı yönde etki yapacağını da kabul etti. Bu kararın aynı zamanda iç talebi artıracağını kaydeden yetkili, bu kanaldan da enflasyonda artırıcı yönde etki yapmasının kaçınılmaz olduğunu kaydetti.
Buna karşılık asgari ücretteki artışın psikolojik bir etkisi bulunduğunu kaydeden hükümete yakın kaynağımız, artık muhalefetin “belediyelerde asgari ücret 2 bin 200 Tl olacak” vaadinin belediye seçimlerinde etkisi olacağını sanmadığını söyledi. Bunun bir seçim yatırımı olduğunu kabul eden kaynak, 3-4 secim öncesinde muhalefetin başlattığı popülist vaatlere iktidar partisinin de katılmak zorunda kaldığını belirterek, “keşke muhalefet bu yola açmasaydı, maalesef açtı ve artık böyle gidiyor” yorumunu yaptı.
PETROLÜN ETKİSİ
SGK primlerine devlet katkısının zaten daha önce çıkarılmış bir kolaylık olduğunu, bunun devam edeceğini ve bütçeye ek bir yük getirmeyeceğini kaydeden hükümete yakın kaynak, enerji fiyatlarındaki indirimi de doğal karşılamak gerektiğini söyledi.
Dünya petrol fiyatlarının 80 dolarlık beklentiye karşılık 58 dolarlarda seyrettiğini, bunun çok önemli bir avantaj sağladığını kaydeden yetkili, akaryakıt fiyatlarında zaman zaman yapılan indirimlerin yanında doğalgaz ve elektrik fiyatlarında da indirime gidilmesinin doğal olduğunu söyledi. Yetkili, bu indirimler nedeniyle KİT dengesinde önemli bir sorun oluşmayacağını da iddia etti.
Ayın yetkili küresel ekonomik gelişmeler hakkında da aşırı iyimser bir tablo ortaya koydu. Fed’in artık kolay kolay faiz artıramayacağını, bunun bizim gibi ülkelere yarayacağını, küresel büyümede yaşanan yavaşlamanın 2019 için Türkiye’ye avantaj sağlayacağını söyledi.
2018 yılının enflasyon oranı önümüzdeki hafta ortasında netleşecek. Yıl sonu enflasyon oranının düşük çıkması için hükümetin elinden geleni yaptığı görülüyor. Bu nedenle dünya petrol fiyatlarında düşüşe bağlı yapılan son akaryakıt fiyat indirimlerinin bile bu amaca dönük yapıldığı söyleniyor. Yıllık enflasyon oranının, özellikle memur işçi ve emekli maaş zamlarında, belirleyici olması bu yöndeki spekülasyonları da artırıyor.
Aralık ayı tüketici fiyat artışının sıfır ya da küçük oranda eksi çıkacağı beklentisi hakim. Kısacası; 2018 yılı tüketici fiyatlarındaki artış rakamının yüzde 20-21 arasında sonuçlanacağı tahmin ediliyor. Akaryakıt fiyatlarındaki indirimin yanı sıra son aylarda uygulanan bazı vergi indirimlerinin de enflasyonun düşük görünmesine büyük katkı yaptığı bir gerçek.
İşte buradan yola çıkılarak, seçime kadar enflasyonun düşük gösterilmesine devam edileceği, bunun için de vergi indirimlerinin süresinin 3 ay daha uzatılacağı tahmin ediliyor. İndirimlerin süreceği açıklamasının ise satışları etkilememesi için bu haftanın sonunda, yani hemen yılbaşı öncesi yapılacağı da tahminler arasında. Aksi takdirde, yani vergi indirimlerinin yılbaşından sona ermesi halinde bunun hemen enflasyona arttırıcı yönde etki yapacağı, hükümetin bunu göre göre indirimlerin bitmesine izin vermeyeceği konuşuluyor.
SEKTÖRLERİN TALEPLERİ FARKLI
Bu arada sektör temsilcileri yeni yıla ilişkin, vergi dahil taleplerini hükümete çeşitli yollardan iletmeye çalışıyorlar. Örneğin otomotivcilerin vergi indirimleri konusunda Ankara’ya, “Yeni yıla indirimli vergi oranlarıyla başlayalım, daha sonra 6 aylık aralarla 5’er puan artırım yapıp, 18 ay sonra eski yüksek vergi oranlarına dönebiliriz” yönündeki taleplerini ilettiler.
Beyaz eşya ve mobilya sektörü temsilcilerinin de indirimlerin sürmesi taleplerini Ankara’ya ilettikleri biliniyor.
Vergi indirimi uygulanan sektörlerin yanında, her yıl başında vergi düzenlemesine tabi sektörlerde ise yılbaşına ilişkin değişik beklentiler var. Hükümetin özellikle enflasyonu düşük göstermek için bazı sektörlerdeki vergi artışlarını 3 ya da 6 ay sonrasına öteme eğiliminde olduğu konuşuluyor.
İşte bu kapsamda örneğin sigara sektörü,