Piyasa anketlerine göre kasım ayında tüketici fiyatlarında yüzde 0.60 oranında düşüş bekleniyordu. Dün yapılan Türkiye İstatistik Kurumu açıklamasında kasımda tüketici fiyatlarının yüzde 1.44 oranında düştüğü, yıllık enflasyonun yüzde 21.62’ye gerilediği açıklandı.
Piyasa oyuncuları aralıkta düşüşün devam edeceğini beklerken, sonrasında düşüşün süreceği konusunda ise ciddi endişeler taşıyorlar. Zaten kasımdaki tüketici fiyatlarındaki düşüşün daha çok iki aylığına indirilen vergi oranları ve akaryakıt fiyatlarında yapılan indirimlerden kaynaklandığı görülüyor. Buna karşılık örneğin gıda fiyatları gibi tüketicilerin genelini ilgilendiren kalemlerde, oran küçülse bile, artışların devam ettiği görülüyor.
Kasım ayında ulaştırma sektöründe fiyatların yüzde 6.46 gerilediği bunun genele etkisinin yüzde 1.12 olduğu, otomobil fiyatlarında ÖTV düşüşü nedeniyle yüzde 10 gerileme yaşandığı bunun genele etkisinin 0.66 puan, benzin ve mazot fiyatlarında yüzde 3.8 gerileme yaşandığı, genele etkisinin 0.34 puan olduğu hesaplanıyor. Dolayısıyla tüketici fiyatlarındaki gerilemenin ÖTV indirimleri ve kamunun belirleyiciliğindeki fiyatlardaki düşüşten kaynaklandığı görülüyor.
Aralık ayında fiyat gerilemeleri sürse bile, ocak ayına ait endekslerden başlayarak fiyatlarda yeniden artışın başlaması bekleniyor. Memur ve işçi maaşlarına baz olacak yılsonu enflasyon oranının ise yüzde 21 veya biraz altında gerçekleşeceği tahmin ediliyor.
FED TOPLANTISI ARDINDAN PPK
Piyasa oyuncuları kendi beklentilerinden fazla gerçekleşen fiyatlardaki düşüşün ancak bir ay daha sürebileceğini, Şubat ayından itibaren yeniden artış görüleceğini düşünseler bile, dünkü olumlu fiyatları hemen satın aldılar. Dolar kurunun 5.15’lere kadar gerilediği görüldü. Ancak bu fiyatlama kısa sürdü ve piyasalarda çıkan “Merkez Bankası bu gerilemeye göre davranıp aralık ayı PPK toplantısında faiz indirim kararı alabilir” endişesi dillendirilmeye başladı. Bu kaygı nedeniyle, kurlar yeniden artışa geçti ve öğlen saatlerinde dolar kuru 5.22 TL’lere kadar çıktı.
12 Aralık’ta yapılacak Fed toplantısının ardından 13 Aralık’ta PPK toplantısı yapılacak. Piyasa oyuncuları Fed toplantısında faiz artışı yapılsa bile, 2019 için beklenen 3 faiz artışı sayısının 2’ye ineceğine ilişkin işaretlerin bu toplantıdan çıkmasını bekliyor. İşte Fed’in böyle bir açıklama yapması halinde, bir gün sonra yapılacak PPK toplantısında, kasım ayı enflasyon verisini de göz önüne alarak, Merkez Bankası’nın faiz indirimi yapabileceği dillendirilmeye başladı.
Halbuki kasım ayındaki fiyat düşüşünde belirleyici olan ÖTV indirimlerinin yılbaşında sona ereceği, dünya petrol fiyatlarının yeniden artışa geçtiği düşünüldüğünde, enflasyondaki düşüşün kalıcı olabilmesi mümkün görülmüyor.
Piyasaların bugünkü rakamlara bakarak kısa vade için tepki vermesi kaçınılmaz. Daha orta ve uzun dönem için ise belirsizlik hala hakim diyebiliriz.
Geçen hafta katıldığım sektör toplantılarından edindiğim genel izlenimim o ki; kurlardaki gerileme ya da enflasyonda birkaç aylık düşüş beklentisi memnuniyetle karşılanıyor ama bu olumlu sürecin devam edeceği konusunda güven verilebilmiş değil. Özellikle yaşanan kur şokunun etkisinin her sektörde ağır tahribatlara yol açtığı, bu tahribatların onarılmasının zaman alacağı açıkça gözüküyor. Kısacası; enflasyonda tartışmalı yöntemlerle iki aylığına enflasyon artışı durdurulsa, seçimlere kadar başka yöntemler devreye alınıp olumlu hava uzatılsa bile, sorunlar ortada duruyor. Sorunlara kalıcı tedbir yerine geciktirici kararlara yaklaşılması ise ileriye dönük tablonun daha ağırlaşacağı karamsarlığını artırıyor.
Aslında sadece yaşadığımız kur şoku ya da enflasyon patlaması değil, çok daha eskiden gelen yapısal sorunların bu dönemde ağırlaştığı, yaşanan şokların temel sorunları ağırlaştırıp görünür kıldığı da söylenilebilir.
Geçen hafta Antalya’da turizmcilerin Konya’da tarımcıların katıldığı toplantılarda bulundum. Özellikle tarım kesimini sorunlarının çok büyüdüğü açık biçimde görülüyor ve çiftçiler şikayetlerini dile getirmeye başlamışlar. Tarımda sorun o kadar çok ki; et ithalatının içeriye etkisi, buğday fiyatları, şeker pancarıyla ilgili özelleştirmenin de artırdığı şikayetler, mazot fiyatlarıyla ilgili yakınmalar, sulamayla ilgili sorunlar, kredi faizleriyle ilgili klasik şikayetlerin iyice artması art arda sıralanıyor.
Tarım kesiminde son dönemde, etkisi iyi hesaplanmadan, yanlış kararlar alınmasının tabloyu ağırlaştırdığı kesin. Kur ve enflasyondaki son atak şikayetlerin artmasında tetikleyici rol oynamış. Aslında kur şoku belirgin hale getirse de tarımdaki yapısal sorunların varlığı ve büyüklüğü inkar edilemez. Bence biran önce siyasi uzlaşma havası yaratılması, bu konuda da uzun vadeli ulusal bir politika saptanması, hükümetlere bağlı olmadan kalıcı bir strateji izlenmesinin şart olduğu açıkca görülüyor.
Bugünkü siyasi ortamın böyle bir uzlaşmaya izin vermediği aşikar olsa bile...
SADECE TURİZM
Geçen hafta Başkanlığını Erkan Yağcı’nın yaptığı Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeler Birliği AKTOB’un Antalya’da düzenlediği 8. Uluslararası Resort Turizm Kongresine de katıldım ve gördüm ki; mevcut ortamda yüzü gülen yegane sektör turizm. Bakanın katılmadığı Kongre’nin genel moderatörlüğünü yapan duayen turizmcilerden Yusuf Hacısüleyman’la toplantı arasında genel bir değerlendirme fırsatı buldum. Hacısüleyman sektörlerinde de konkordato ilan eden büyük firmalar olsa bile, sektörün önümüzdeki dönemden çok umutlu olduğunu söyledi. Geçen yıl patlama gösteren Rusya’dan turist sayısının fiyat artışları ve açılacak Mısır pazarı nedeniyle 2019’da biraz azalsa bile, Pound üzerinden fiyat verdikleri İngiltere’den çok umutlu olduklarını, yeni rekorlar kırılacağına inandıklarını söyledi. Hacısüleyman sektörün tek sıkıntısının uluslararası ilişkilerdeki siyasi gerginlik olduğunu, ilişkiler olumlu olduğu sürece turizm sektörünün ekonomiye katkısının artarak devam edeceğini söyledi.
Daha önce küresel gelişmelerin yarattığı fırsatların yerinde kullanıldığını söylemek zor. Sık sık yapılan seçimlerin etkisiyle, karşımıza çıkan bu imkanların daha çok harcamaları ve altyapıyı büyütmek için kullanıldığını gördük. Şimdi de Mart sonunda yapılacak yerel seçimler, bu fırsatların istikrar için kullanılacağı konusunda ciddi endişe yaratıyor.
Suudi Arabistan’ın üretiminin rekor seviyeye çıktığına ilişkin haberler petrol fiyatlarının düşüşünde etkili oldu. Vadeli petrol kontratları New York’ta geçen hafta yüzde 4.7 oranında düştü. ABD’nin ham petrol stoklarının yükselmesi de 9. haftasını tamamladı.
ABD’nin İran yaptırımları nedeniyle dünya ham petrol fiyatlarının yükselmesi beklenirken, ambargoda petrol muaf tutulunca bu beklenti kayboldu. S. Arabistan’ın arz artışı fiyatları iyice düşürdü. Uluslararası ajanslar geçen haftaki petrol volatilitesinin 2016 yılından beri en yüksek seviyeye ulaştığını belirtiyor. Ocak vadeli brent petrol fiyatı varil başına 59.71 dolara inerken, batı Teksas tipi ham petrol fiyatı 51.73 dolara kadar indi.
Trump’ın uyarıları üzerine OPEC ve S. Arabistan’ın tavır değişikliği ham petrol fiyatlarındaki düşüşte önemli rol oynadı. Ancak OPEC’in fiyatlardaki aşırı düşüş üzerine önümüzdeki günlerde yeni bir anlaşma isteyebileceği belirtiliyor.
OPEC’in başarılı olması halinde dünya fiyatları biraz yükselebilir ancak mevcut koşullar büyük ham petrol ithalatçısı Türkiye adına büyük bir şans anlamına geliyor. Buna bağlı olarak akaryakıt fiyatlarında aşırı artışı engellemek için gidilen vergi indirimleri, otomatik olarak eski düzeyine çıktı. Ek olarak akaryakıt fiyatlarında indirimler başladı.
Seçimler yaklaşırken enflasyonun düşürülmesi amacına dönük olarak indirimlerin sürebileceği ama ham petrol fiyatları artsa bile seçim yaklaşırken akaryakıt zamlarının zorlaşacağı konuşuluyor. O takdirde bütçenin vergi tahsilatı yara alabilir. Seçimlere giderken akaryakıtta hükümetin nasıl bir yol izleyeceği, önümüzdeki dönemde netleşecek.
DOĞALGAZ İNDİRİMİ
Bu arada seçimler yaklaşırken doğalgaz fiyatlarında indirim yapılacağı da konuşulmaya başladı. Doğalgazdaki sübvansiyon bilinirken, doğalgaz alımında fiyatlar düşse bile tüketici fiyatlarının düşmesi pek beklenmiyordu. Ancak bu konuda da endişeler olduğunu söylememiz gerekiyor.
Geçtiğimiz hafta düzenlenen Ekonomi Zirvesi nedeniyle iki gün boyunca Adana’yı gezme imkanı bulduk. Bize ev sahipliği yapan, Adana’yı bizzat gezdirip, heyecanla yatırımlarını ve şehrin gelişimini anlatan Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’nün katıldığı oturumda ekonomiyi ve şehri de tartışma imkanımız oldu.
Bu ziyaret sırasında en gözüme çarpan gelişmelerden biri Valilik, Belediye ve işaleminin ortak bir sinerjiyi yakalamış olmalarıydı. Uzun yıllardır, Adana’nın devlet yönetimleri tarafından yeterli ilgiyi görmediği, şehrin ekonomisinin diğer bölge illerine kıyasla geriye gittiğinden yakınılır. Adanalıların bu yakınmalarında haklılık payı olduğu kesin. Ancak diğer yıldızı parlayan illere baktığımızda başarının sırlarından birinin şehirde yaratılan sinerjinin uzun zamandır Adana’da görülmediğini de görmek lazım. İşte şimdi bu işbirliğinin yakalanmış olması, hem ülke hem ilin geleceği açısından umut verici.
Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü ile şehri gezerken, vakti olduğunda Vali Mahmut Demirtaş da bizlere katıldı. Adana Sanayi Odası Başkanı Zeki Kıvanç’ın liderliğinde ilin tüm oda başkanları da yine bizle beraberdiler ve hepsi birlikte ortak bir dil kullanarak yapılanları, yapılması gerekenleri anlattılar.
Adana Sanayi Odası Başkanı Zeki Kıvanç aynı zamanda hem TOBB yönetim kurulu üyeliği, hem de TİM Başkanvekilliği görevini yürütüyor. Bu görevlerinin ilin ekonomik sorunlarının çözümüne büyük katkı yaptığı açık. Ancak “Zeki Başkan”ın asıl etkinliği tam bir Adanalı dobralığıyla, girdiği tüm camialarda çok sevilen biri kişi olmasından kaynaklanıyor. Başkan hem tüm oda başkanlarıyla, hem ilin yönetimiyle yakın işbirliği içerisinde olduklarını, Vali Demirtaş’ın işalemiyle yakından ilgilendiğini, Belediye Başkanı Sözlü’nün iş aleminin taleplerine büyük bir iyiniyetle yaklaştığını, çözüm için elinden gelen tüm çabayı sarfettiğini söylüyor.
Belediye Bakanı Sözlü’nün ise herşeyden önce heyecanını koruyan, halkla yakın ve hoşgörülü bir yönetim tarzını benimsediğini, bir kamu yöneticisinden çok büyük şirket yöneticisi profilini çizdiğini söylememiz gerekiyor. Gezdirdiği Türkiye’nin ilk beşine giren yeni köprü inşaatını en ufak detayına kadar heyecanla anlatırken, Uluslararası Heykel Sempozyumunda yeralan eserleri ve heykeltraşları da aynı coşkuyla anlatıyor.
Sadece belediye imkanlarıyla yaptırdığı köprü ve şehrin gelişiminin ihtiyacı olan diğer yatırımları anlatırken, devletten alamadığı desteği, hatta engellemeleri özetliyor ama üstünde fazla durmadan geçiyor. Yani siyasi gerçeklik içinde varolan sıkıntıları artık kabullenip, zorlukları şehrin ihtiyaçları için aşmak zorunda olduğu defakto bir durum olarak görüyor.
Adana’da, AKP ile MHP’nin seçim ittifakını yeniden görüştükleri günlerin hemen öncesinde bulunduk. Yeniden adaylığını MHP yönetiminin ilk açıkladığı kişi olan Hüseyin Sözlü’ye ittifakı sorduğumuzda, üzerinde fazla durmadığını, ne olursa olsun yeniden başkan seçileceğine inandığını gözlemledik.
Adana’daki yöneticilerde şahit olduğum başka bir ortak nokta da şehrin evvelden beri varolan dini ve kültürel çok çeşitliliğini benimsemiş, bunu bir zenginlik olarak görmeleriydi.
Görebildiğimiz kadarıyla; kurlarda son dönemde görülen denge bankalar için stres testi yapılıp, sonuçların açıklanması aciliyetini ortadan kaldırdı. Buna karşılık bankacıların, kendilerine özellikle iş dünyasından gelen “Hangi bankanın sağlam olduğunu nereden bileceğiz, stres testi açıklamaları ne oldu?” sorularına yanıt vermekte zorlandıkları gözleniyor.
Resmi açıklama yapılmaması, stres testi açıklanmasa bile bankaların mali durumlarının yakından izlenmediği anlamına ise gelmiyor. Konuyla ilgili çok sayıda banka üst düzey yöneticisi ile konuştum ve stres testi konusunda yeni bir gelişmeden haberdar olmadıklarını gördüm. Sürekli olarak bankalarda bulunan murakıplar kanalıyla BDDK’nın bilgiler aldığını, bankalarda risk yönetim birimleri ve bağımsız denetim kurumlarının benzer çalışmalar yaptığını hatırlatan banka yöneticileri, buna karşılık resmi otorite ve ekonomi yönetiminin nasıl bir yol izleyeceği konusunda fikirlerinin olmadığını söylediler. Eylül ayında Yeni Ekonomi Programı (YEP) açıklanırken, kurlardaki ateş devam ederken konunun aciliyeti bulunduğunu hatırlatan bir bankacı, kendilerinin de son dönemdeki olumlu gelişmeler nedeniyle, ekonomi yönetimin konuyu beklemeye aldığı izlenimi taşıdıklarını söyledi.
Bir bankacı ise aciliyeti olan bazı kamu bankalarının, sermaye benzeri tahvil ihraçlarıyla acil sermaye ihtiyaçlarının giderildiğini hatırlatarak, “Bunun ardından yeni bir ihtiyaç görülmemiş olsa gerek ki, konu gündemden düştü” yorumunu yaptı. Bankacılar stres testi konusunun bankaların ve otoritenin sürekli yaptığı risk analizlerinden farklı olduğunu, resmi otoritenin baz senaryolar ortaya koyup ileriye dönük riskleri detaylı belirlemeye çalışması anlamına geldiğini, kendilerinin tüm rakamlarının otoritenin elinde olduğunu ama daha kapsamlı stres testi yapıldığı konusunda bilgileri bulunmadığını söylüyorlar.
‘ACİL İHTİYAÇ KALMADI’ İZLENİMİ
Başka bir sektör yetkilisine ise test için hangi dönemin baz alınması gerektiğini sorduğumda, “Aslında son çıkan Eylül sonuçları kur ve faizlerin yarattığı tahribatın bilançolara yansıdığı bir dönemi gösteriyor. Yani Eylül sonu rakamları senaryolar için baz alınabilir” dedi. Buna karşılık kendisinin de stres testi çalışmalarında hangi aşamada olduğunu bilmediğini kaydetti. Aynı bankacı, bilançolardaki kur ve faiz etkisinden sonra, sırada ekonomik daralmanın bilançolarda yaratacağı etkinin bulunduğunu, ancak bunun görülmesinin epey zaman alabileceğini, stres testi için bunun beklenmesinin gerekmediğini söyledi.
YEP’deki konuyla açıklama ardından BDDK mali bünye tespit çalışmaları başlatmış, Maliye ve Hazine Bakanı Albayrak, “Bankacılık sektörümüze yönelik yaşanan tüm süreçler önemli adımlar atmamızı ortaya koyuyor. Bankaların güncel yapılarını tespit etmek için mali bünye değerlendirme çalışmalarını başlatıyoruz. Bu çalışma sonucuna göre gerekli görülürse mali yapıyı güçlendirecek kapsamlı bir politika setini devreye sokacağız” demişti. Ardından bankalara sermaye enjeksiyonu ve kaynağın nereden bulunacağı tartışmaları da başlamıştı.
Kısacası; işlerin rayına girdiği görüntüsü, bu acil ihtiyacı ortadan kaldırmış gözüküyor. Ancak belli ki otorite bankaları daha yakından takip ediyor.
Umarız bundan sonra hata yapılmaz da, böyle bir yola gerek kalmaz.
Eylüldeki yüzde 2.7’lik sanayi üretimi daralmasının, yılın son çeyreğinde hız kazanacağı kesin. Bu nedenle de bu yıl ve gelecek yılki büyüme rakamları yeniden tahmin edilmeye çalışılıyor. Piyasa analistleri bence iyimserliklerini koruyarak, bu yılki büyümenin yüzde 3’e, 2019’da yüzde 1’lere inebileceğini söylüyorlar. Bunlar uluslararası tahminlerden daha iyimser. Gerçi yabancılar da isabetli tahminler yapamıyorlar ama büyümenin bizim piyasacıların tahminlerinden daha aşağıda çıkması, sürpriz sayılmamalı.
Aslında büyüme tahminleri, özellikle 2019 yılına ilişkin tahminler için eldeki veriler sağlıklı değil. Kısacası; mart sonunda yapılacak yerel seçimlere kadar hükümetin büyümeyi etkileyecek kararları belli olmadığı için, şimdiden büyüme tahminleri yapmanın zor olduğunu düşünüyorum.
Örneğin yılbaşında açıklanacak olan memur, işçi ve emekli aylıklarına yapılacak zamların ne olacağı büyüme tahminlerinde önemli rol oynayacak. Enflasyonun birkaç ay mevcudu korusa da, artmaya devam edip 2019 Mart ayı sonunda zirveye ulaşacağı konusunda genel bir tahmin var. Durum böyleyken, seçim öncesinde hükümetin enflasyonun yani yüzde 25’in altında zam yapma ihtimali düşük. Yüksek zam iç talebi körükleyip, enflasyonu besleyecek. Buna karşılık yılbaşındaki vergi artışı ve KİT zamlarının yerel seçimler nedeniyle 3 ay öteleneceği konuşuluyor. Sübvansiyonlu olmasına rağmen yüksek kalan doğalgaz ve elektrik fiyatlarında indirim yapılacağı bile söyleniyor. Akaryakıtta düşürülen vergiler sayesinde artırılmayan fiyatlar, dünya petrol fiyatları ve kurlar düşük seyrini korursa seçime kadar zam görmeyecek. Tersi olursa vergi indirimlerinin seçime kadar büyütülmesi kaçınılmaz.
Önümüzdeki dönem netleşecek tüm bu kritik kararlar hem büyüme tahminlerini hem de bütçe ve mali dengeyi yakından etkileyecek siyasi kararlar olacak.
DARALMA SIKINTISI
Bu arada son dönemde piyasalarda “kur ve faiz şokunun atlatıldığı”na ilişkin bir yargının oluşmaya başladığını görüyoruz. Bu konuda kesin yargıya varmak için henüz çok erken olduğunu düşünenlerdenim. Piyasalar bu şokları atlatıp bundan sonra büyümedeki daralmanın yaratacağı şoklara hazırlanırken, umarım yeni kur ve faiz şokları yaşamayız.
Eğer bozulacak mali dengeler ve enflasyonun düşürülememesi sonucu yeni kur ve faiz şokları tetiklenirse, dengelerdeki tahribatın katlanacağı kesin. Örneğin 2018’de 14 milyar TL’ye yaklaşacak garanti ödemeleri gibi bütçe yüklerinin, 5.6 TL’lik dolar kuruna göre hesaplandığını, kurlardaki sapmaların bütçeye ve mali dengeye çok önemli etkiler yapacağı unutulmamalı.
Özetle; ekonomide dengelenmenin başladığı hatta hız kazandığı rahatlıkla söylenilebilir ama dengelenmenin dozu, derecesi ve nasıl seyredeceğini söylemek için henüz erken. Şahsen dengeleme sürecinde dozun sert tutulma riskini fazla görmüyorum. Ancak konuttaki devlet katkısı, kısa vadeli görünümü kurtarmak için hazine tahvil ihalelerinin iptali gibi son dönemde yaşadığımız hatalar, süreci bozabilecek sapmaların devam etme riskine işaret ediyor.
Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın geçen hafta konkordato ilan eden şirket sayısını 356 olarak açıklaması tartışmaları yeniden alevlendirdi. Bakanlığının TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda tartışılması sırasında bakanın açıkladığı bu sayının “eski veri” olabileceği iddia ediliyor.
Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan hem alacaklıyı hem de borçluyu koruyan bir taslak üzerinde çalıştıklarını vurgulamış, “Konkordato da Adalet Bakanlığının takip ettiği bir proje. Adalet Bakanlığına biz de bakanlık olarak görüş veriyoruz ve hem borçluyu hem alacaklıyı koruyucu bir taslak üzerinde çalışılıyor ama şu ana kadar konkordato ilan eden firma sayımız 356. İstanbul’da 132, Ankara’da 50, İzmir’de 27, Kocaeli’nde 26, Bursa 13, Hatay 11, Mersin 9, diğer iller 88 olmak üzere toplam 356 firmamız bulunmaktadır” demişti.
Konkordato ilanları Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlanıyor ve en doğru veri buradan alınabiliyor. Bu yılın ticaret sicil gazetelerinde kabaca bir göz geçirdiğinizde, sadece Ekim ayında yılın ilk 6 ayındaki konkordato ilanlarından daha fazla ilanın bir ayda yayımlandığı görülüyor. Buradan yola çıkarak Bakan Pekcan’ın ekim öncesi, belki ilk 8-9 aylık konkordato ilan sayısından söz ettiğini tahmin etmek daha doğru olacak.
Kesin bir rakam belirleyemedik ama; şu ana kadar, bu yıl ilan edilen konkordato ilan sayısının bakanın söz ettiği rakamın iki katından fazla olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yani bu yıl şimdiye kadarki konkordato sayısının 750 civarında olduğunu söyleyebiliriz.
Ticaret sicil gazetesi taramalarımızda gözlediğimiz bir başka gelişme de ekim ayında patlayan konkordato sayısının, kasımın ilk haftası itibariyle aynı hızla devam ettiği yönünde. Kısacası; bu hızla devam ederse, yıl sonuna kadar şahsen konkordato sayısının bine ulaşmasa bile bu rakama yaklaşacağını tahmin ediyorum.
Taramalarımızda gördüğümüz başka bir açı da, konkordato ilan eden şirketlerin merkezlerine bakıldığında, doğal olarak en çok İstanbul’daki şirketlerin gözükmesi. İstanbul’u sırasıyla Ankara ve İzmir’in izlediği görülüyor. Bakan Pekcan da zaten 356 firma açıklaması yaparken, İstanbul’da 132, Ankara’da 50, İzmir’de 27, Kocaeli’nde 26, Bursa 13, Hatay 11, Mersin 9, diğer illerde ise toplam 88 firma sayısı vermişti.
Şirketlerin faaliyet alanına baktığımızda ise, gazetede yazılı çok farklı iştigal alanları yazıldığı için, sektör itibariyle kesin bir şey söylemenin zorluğunu gördük.
ARTMASI KAÇINILMAZ
2017 Eylül ayında 4.4 milyar dolar cari açık veren Türkiye’nin ödemeler dengesi bilançosunun bu yıl aynı ayda 2.6 milyar dolar fazla vermesi bekleniyordu. Beklentilerin altında da kalsa cari fazla rakamı 1.8 milyar doları aştı. Bu rakamlarla birlikte eylül ayı sonunda 12 aylık cari açık rakamı da 46.6 milyar dolara kadar inmiş oldu. Geçen yıl eylül sonunda 12 aylık açık rakamı 52.3 milyar dolar olarak gerçekleşmişti.
Bu rakamlar aynı zamanda azalan döviz ihtiyacı nedeniyle kurlar üzerindeki baskının neden hafiflediğinin de bir göstergesi. Bir yandan ABD ile iyileşen ilişkiler öte yandan alınan tedbirlerin etkili olduğu kesin ama cari açık kanalıyla dövize olan ihtiyacın azalması kurlardaki düşüşte önemli rol oynadı. Cari açık rakamlarındaki değişimin kurlar üzerindeki etkisi, gecikmeli olarak görülüyor.
Bu rakamlar aynı zamanda daha sonra açıklanacak büyüme ve işsizlik rakamları için de bir gösterge niteliğinde. Bu rakamların ardından piyasadaki ekonomistlerin büyüme rakamlarını tekrar tartışmaları da bunun bir göstergesi. Yeni Ekonomik Programda yüzde 3.8 olarak revize edilen 2018 yılı büyüme rakamının, cari açığa bakılarak, düşük tahmin edilmeye başladığını görüyoruz. Dün yayımlanan analizlere baktığımızda, ekonomistlerin 2018 yılı büyüme oranını yüzde 2.5 civarında tahmin etmeye başladıklarını gözlemledik. Buna bağlı olarak 2019 yılı büyüme rakamlarına ilişkin tahminlerin de giderek düşmesi kaçınılmaz olacak.
KAÇINILMAZ SONUÇLAR
Kısacası; cari açığın azalması elbette olumlu bir gelişme ama genel makro denge içinde değerlendirildiğinde öneminin biraz azaldığı da kesin. Çünkü Türkiye’nin üretim yapısı ithalata dayalı, yani sizin ithalatınız azaldığı zaman bilin ki üretiminiz de azalıyor. Zaten şu anda ekonominin içine girdiği sıkıntıda en önemli payı da, bu sorun üreten dışa dayalı üretim yapısı oluşturuyor. Sorunların çözümü için önce bu yapının değiştirilmesi gerektiği hep söyledi ama bu yapılamadı. Bu nedenle de Türkiye ekonomisi yüzde 5’lerin üzerinde büyüdüğü zaman hep cari açık sorunuyla yüz yüze geldik. Cari açık büyüdükçe dış kaynak ihtiyacı arttı, faiz ve kurlar bunun sonucunda makro dengeleri bozacak rakamlara ulaştı.
Yıllardır bu üretim yapısıyla yüksek büyüme nedeniyle cari açık sorun olurken, şimdi azalan cari açık büyüme sorununu beraberinde getirecek gözüküyor. Bu durum da ekonominin ne kadar dengeli ve siyasi etkilerden uzak yönetilmesi gerektiğini gösteren en çarpıcı örneklerden birini oluşturuyor.
Türkiye sürekli yapılan seçimlerin de etkisiyle siyasi kararlarla aşırı büyümeye başvurduğunda, bunun sonucunda bir daralma da kaçınılmaz oluyor. Dengeleri düzeltebilmek için bu dengelemeyi yapmanız gerekirken, buna rağmen siyasi kararlar almaya devam ederseniz, ekonomi de şoklarla karşı karşıya kalıyor.
Şimdi cari fazla verilince kurlar üzerindeki baskı azalmış görünüyor ama bunun sonucu olarak büyüme oranlarındaki daralmaya razı olmak zorundasınız. Önümüzdeki tehlikelerden biri ise bu gerçeğe rağmen ekonomi yeniden ısıtılmaya çalışılırsa, sakinleşen dengelerin yeniden eskisinden çok daha bozulma riski bulunması.