Paylaş
İyi niyetli bu yaklaşımını canı gönülden desteklemek gerek, ancak eldeki ünlü markalarımızın bile yok olup gittiği bir süreçte eyleme geçme zamanı gelmedi mi? Örneğin şahsının da ortağı olduğu Armada, Panora gibi AVM’lerde bu markalarımızı kurtarmaya yönelik bir girişimi var mı? Sözlerle eylemlerin birbirini tutması dileğiyle bu hafta, Ankara kökenli bazı yiyecek ve eğlence markalarını anımsatmak istiyorum. Eminim ki içinizden birçoğunuz o markaların Ankara’da doğup, büyüdüğünü bile bilmiyorsunuz.
Kapanan ya da yok olup gidenlerle başlayalım. Kuruluşu Cumhuriyetin ilk yıllarına dayanan Karpiç Restoran, Merkez Lokantası, Ankara Palas, Süreyya Gazinosu, Astorya Gazinosu, Gar Gazinosu, Ömür Pastanesi aklıma ilk gelerler. Gerçi Süreyya Gazinosu Beysukent’de bir villa da yaşam savaşını sürdürüyor ama nerede o eski şaşalı günleri! Kızılay Maden Suları, Akman Pastanesi, Gima, Birtat Yoğurt ise tarihin tozlu sayfalarında yerini alırken, Tekel Bira, Atatürk Orman Çiftliği Ürünleri ise eski parlak günlerine geri dönmeye çalışıyor. Bu arada en üzüldüğüm yerlerden biri de kuruluşu 1936 yılına dayanan Akman Pastanesi, ki o da bize veda ediyor.
Bugün birçok alanda faaliyet gösteren Koç Grubu’nun Divan işletmeleri, Eskiyapan Ailesi’ne ait Nuh’un Ankara Makarnası, Başman Ailesi’ne ait Kavaklıdere Şarapları, Gamze Cizreli’ye ait Big Chef’s Restoranları, Akman Ailesi’ne ait Ersu Meyve Suları, Boğaç Üner’e ait Quick China ve Kuki, Beypazarı Soda, Seğmen Reçelleri, Tadım Pizza, Kocatepe Kahve Evi ise ülke genelindeki bilinirliğiyle yüzümüzü güldürmeye devam ediyor.
ALLAH SAADET, PARA, AŞK VERSİN, AMİN
Bir çoğunun yaşam hikayesini daha önce de yazmıştım. Örneğin Aspava Kebap önemli markalarımızdan biriydi. 1950’li yılların polisiye roman yazarı Ümit Deniz, yarattığı roman kahramanı Murat Davman ile ünlenmişti. Suçlulara karşı aman vermez bir detektif olan Murat Davman, aynı zamanda yabancı güçlere karşı mücadele eden ve milli duyguları yoğun sıkı bir ajan tiplemesiydi. Bu roman kahramanının ilginç yönlerinden biri de, özellikle içki sofrasında “Şerefe” yerine “Aspava” diyerek kadeh kaldırmasıydı.
Doğal olarak, herkes Murat Davman’a, Aspava’nın anlamını sorar, o da “Allah, saadet, para, aşk versin, amin” diye kısalttığı dileğini açıklardı. İnsanlar bu dileği zamanla çok benimsedi ve halk dilinde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Öyle ki, dilenciler bile ellerinde Aspava yazılı levhalarla dolaşır oldu.
Toplumun bu denli benimsediği Aspava isimli lokantayı açan ilk kişi ise şampiyon güreşçilerimizden Mahmut Atalay oldu. Atalay, 48 yıl önce kurduğu işletmeyi “Aspava Şöhretler Pide ve Kebap Salonu” adıyla tescil ettirdi.
MUHAFAZAKAR AKIMLARLA AÇILIMI DEĞİŞTİ
Hal böyle olunca da, Ankara’nın Ulus semtinde açılan bu lokanta, kısa sürede ünlendi. Atalay’ın pide ve kebap salonuna koyduğu isim o kadar tutulmuştu ki, ardı ardına aynı isimde yerler açıldı. Ancak daha sonra başına ve sonuna başka bir kelime eklenerek çok sayıda kişi aynı ismi yine tescilli olarak kullanmaya başladı. Onun yanında yetişen ustalar bile Aspava isimli lokanta açmaktan geri kalmadı.
Sonrası mı? Birkaç yıl öncesine kadar Ankara Lokantacılar Odası’nın kayıtlarına göre, 117 adet Aspava isimli lokanta bulunuyordu. Aspava ismiyle ülkenin başka şehirlerinde de çok sayıda işyeri açılmaya başlandı ki, özellikle lokantalar bu isme daha çok rağbet etti. Ancak lokantalar, muhafazakar akımların gitgide güçlenmesinden olacak bu kısaltmanın açılımını biraz değiştirerek, “Allah sağlık, para, afiyet versin, Amin” şeklinde kullanmaya başladı. Zaten mevcut iktidar sayesinde de Aspava’nın gerçek adının esamesi bile kalmadı.
BU KEBAPÇILAR GURURLARINDAN AÇ GEZDİLER
Aslında Ankara’nın yemek kültüründe güreşin, daha doğrusu güreşçilerin önemli bir yeri bulunuyordu. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Başkente gelen genç güreşçiler bazen günlerce aç geziyorlardı. Karınlarını ise sayısı sınırlı olan lokantalarda veresiye doyuruyorlardı. Borçları çok birikince de gururlarından kimseye bir şey söylemeyerek, aç geziyorlardı. Örneğin, Mahmut Atalay, üç gün aç gezdikten sonra bir güreş müsabakasını kazanınca yemek yiyebilmişti. Zaten gençliğinde yaşadığı bu olumsuzluklar nedeniyle şampiyon olduktan sonra lokanta açmaya karar vermişti.
Onun bu girişimini başka güreşçilerde takip edip, lokanta açmakta gecikmedi. Güreş, o dönemlerde halk arasında çok rağbet gören bir spor olduğundan ve vatandaşların güreşçileri şimdiki gibi televizyonda görme imkanı olmadığından, şampiyonların lokantaları dolup taşıyordu. Ankara’nın ünlü lokantalarından Kebabistan’ın sahibi Sadrettin Özkan ve TK Kebap’ın sahibi Tevfik Kış da girişimci eski şampiyon güreşçiler arasında yer alıyordu.
Aslında Ankara, Aspava hadisesinden çok önce Kebap-49 adını taşıyan lokantalar arasında da bir savaşa tanık olmuştu. Hatırlayanlar bilir; Kebap-49’lar en az Aspava’lar kadar yaygındı. 1949 yılında açıldığı için bu ilk lokantaya Kebap-49 adı verilmiş. Sahipleri dava açınca Türkiye genelinde bütün Kebap 49’lar tabelalarını indirmek zorunda kalmıştı. Şimdi Ankara’da bu isimde sadece üç lokanta kaldı ki, diğerleri Kebap-9, Kebap-48, Kebap-47 gibi isimler alarak yollarına devam etti.
CEM YILMAZ’LA TEKRAR GÜNDEME GELDİ AMA!
Geçenlerde Ankara Hürriyet’in manşetinde kapanma duyurusuyla yer alan bir markamız var ki, ilginç öyküsüyle hep ilgimi çekmişti. Özellikle Balkanlar’dan gelen göçmenlerin açtığı işletmelerle birlikte Ankara’nın beslenme alışkanlıkları köklü değişikliklere uğramıştı. Yeni nesil ve sayıları az da olsa bir kısım Başkentli, birazdan aktaracağım markanın ismini GORA filmiyle tanımıştı. Cem Yılmaz’ın bu filmin sonlarında söylediği “İki Goralı sandviç” sözü bir anda o meşhur markayı akıllara getirmişti.
Tarihler 1945 yılını gösterirken Yugoslav göçmeni Şefik Goralı’nın Sakarya Caddesi’nde açtığı büfede hazırladığı özel sandviç öylesine meşhur olmuştu ki, kısa sürede dünya yemek literatürüne bile ismini yazdırmıştı. Goralı sandviç’in özelliği, içinde köfte, salam, sosis, dil, döner, mayonez, Rus salatası, ketçap, tereyağı bulunmasıydı. Ekmeği ağızda tatlımsı bir lezzet bırakır ve özel yapılırdı. Zaten Goralı Sandviç’in tutunmasını sağlayan ana madde de bu ekmekti.
Bütün sandviç çeşitleri dahil, Kadın Budu köftesinden mayonezine, ketçapından garnitürlerine kadar her ürün müessese tarafından hazırlanırdı. O yıllarda günde üç bin adet sandviç satılırdı. Başta kolej öğrencileri, radyo sanatçıları, bürokratlar olmak üzere, politikacılar bile Goralı’nın müdavimiydi.
Gelelim bu günlere... Şimdilerde Goralı Sandviç’leri adı altında Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, ünlü birçok pastane ve kafeterya satış yapıyor. Hal böyle olunca da, Goralı Sandviç’leri üzerine hararetli bir “patent” savaşı yaşanıyor. Ankaralıların halen gerçek “Goralı”olarak bildikleri yer ise kapanmanın arifesinde.
BANKA ZIRHLI ARAÇLA TAŞIMAKTAN YORULDU, ŞUBE AÇTI
Eski Ankaralılar ve yolu sıkça Başkente düşenler RV ismindeki lüks bir restoran iyi bilirdi. 1953 yılında Türkiye’yi fast-food gerçeğiyle ilk kez tanıştıran Piknik’in ardından Reşat ve Vahit Önat kardeşlerin yarattığı ikinci mekandı. Piknik’de bira ile birlikte patates tava ve sosisli sandviç yemek, et türevi ürünlerden oluşan aperatifleri atıştırmak çok modaydı.
RV ise gerek mönüsüyle, gerek servis anlayışı ve dekoruyla üst seviye bir restorandı. O dönemin ünlü yazar, sanatçı, diplomat, bürokrat, politikacı ve işadamlarının buluşma noktasıydı. Kısacası RV, o yıllarda öyle bir rağbet görmüştü ki Sophia Loren gibi dünya yıldızlarının bile beğenisini toplamıştı.
En son Kuğulu Park’ın karşısındaki müstakil binasında faaliyet gösteren bu mekan, yıllarca hizmet verdikten sonra kapandı ve sahipleri Amerika’ya gitti. Daha sonraki zamanlarda RV gibi dekore edilen ve mönü sunan birçok yer açıldı ama hiçbiri aynı tadı vermedi. Ne o ambiyans yakalandı, ne de o tarihi lezzetler damaklarda hoş bir keyif bıraktı.
Piknik ise ta 1980’li yılların başında Başkentlilere veda etti. Daha sonraki yıllar Reşat Bey, biri Armada Alışveriş Merkezi’nde, diğeri Filistin Caddesi’nde iki Piknik mağazası açtı ama sürdüremedi. Piknik, Ankara, hatta Türkiye için o kadar önemli bir mekandı ki, İş Bankası bile her gün hasılatı taşımak için zırhlı banka aracı yollamaktan yorulmuş ve işletmenin karşısındaki binaya bir şube açarak bu problemden kurtulmuştu. Dahası ülkemizin ilk fast-food işletmesi olan Piknik’e ruhsat çıkarken zamanın belediyesi “lokanta desen lokanta değil... Bar desen bar değil!” diyerek konumlama yapamamış, ruhsata “Piknik tipi” diyerek işin içinden sıyrılmıştı. Halen bile birçok kafe ve fast-food işletmesinin ruhsatında yazan “Piknik Tipi” ibaresi buradan geliyor.
Paylaş