Ankaralı Hanımlar sadece bedeniyle değil beyniyle de insanı etkiler
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
ALIŞVERİŞ merkezlerine pek gitmem ama geçenlerde yolum ikinci kez Kentpark AVM’ye düştü.
Yeni Kara Mürsel’in hemen giriş bölümündeki yeni mağazasının tanıtımı için verilen davette hazır bulunurken de alıcı gözle etrafı inceledim. İki kata ve oldukça geniş bir alana yayılan mağaza gerçekten güzel dizayn edilmiş ve en az yabancı markalar kadar yerli markaların da görsel şölenine katkı sağlamıştı. Reyonları hızlıca gezip, mağaza müdürünün anlattıklarını can kulağıyla dinlerken markanın atılımları hakkında bilgi sahibi oldum. Ancak esas ilgimi çeken YKM’nin Kentpark AVM girişine hakim kafe restoranı oldu. Lezzetli mönüsü kadar konumu da çok hoştu ve oturduğum yerde önümden akıp giden kalabalığı izleme imkanım vardı ki ben de öyle yapıp, piyasanın nabzını ölçmeye başladım. Özellikle de kafenin tam karşısındaki Harvey Nichols’a girip çıkanları göz hapsine aldım. Lüks arabalardan inip, mağazaya giriş yapan kadınların podyum üzerinde yürüyen mankenlerden farkı yoktu. Tabii aralarına tesettür modasının temsilcileri de karışmıştı. O an İstanbul basınının moda ve dedikodu yazarlığıyla meşhur hanımlarının satırlara döktüğü görüşler aklıma geldi. Bir uçak dolusu İstanbullu sosyetik hanımın da katıldığı Harvey Nichols’un açılışında özetle ne yazmışlardı: “Açılış çok kalabalıktı ama davetlilerden hangisinin Ankaralı, hangisinin İstanbullu olduğu hemen belli oluyordu...” Yani giyimiyle davranışıyla İstanbullu sosyetikleri övüp, Ankaralı hanımları kategorize ediyorlardı. Sanıyorum bu yargıya da siyasi ve bürokratik erkanın eşlerine bakarak varmışlardı.
HANIM YAZARLARA İNAT ŞIKLIK YARIŞI VARDI
Ama gazeteci hanımların atladığı önemli bir unsur vardı. Açılışta İstanbullu zannettikleri hanımlardan birçoğu Ankaralıydı. Tamam Harvey Nicols’un açılışında İstanbullu sosyetiklerden, siyasetçi ve bürokrat eşlerinden dolayı geri planda kalmışlardı ama bu silikliklerinden değil, mütavaziliklerindendi. Bu açılıştan birkaç gün sonra Beymen’in terasında bulunan Papermoon’da gerçekleşen organizasyona özellikle gittim. Daveti eski bakanlardan Nejat Arseven’in eşi Düriye Hanım vermiş ve İstanbullu dedikodu yazarlarına inat, bütün Başkentli şık hanımları çağırmıştı. İnanın o gün, Ankaralı hanımlar bırakın İstanbul’u bir kenara, dünya Jet setinin bir üyesi kadar şık ve zariftiler. Şimdi size davetin detaylarını filan aktarmayacağım. Belirtmek istediğim konu ise şu:
ANKARA’YI NEDEN KÜÇÜMSEDİKLERİNİ BİR TÜRLÜ ANLAMAM
İstanbul’dan gelenlerin Ankara’yı küçümseme huylarını bir türlü anlamam. Tamam, İstanbul doğal güzellikleri ve kültürel birikimiyle bir dünya şehridir, Türkiye’nin panoramasını yansıtır, uç noktalarda yaşar, Kısacası sayamayacağımız kadar özelliği vardır ama Ankara’nın sosyal ve kültürel birikimini hiç bir zaman gölgede bırakacak ağırlıkta değildir. Bazıları iyi bilmelidir ki, Ankara, başkent olmasından dolayı dünyayla entegredir ve kültürel birikimi parmak ısırtacak ölçüde büyüktür. Üstelik Ankaralı hanımlar vücuduyla beraber beyniyle de karşısındakini etkilemeyi iyi bilir. Bu yüzdende bu şık giyimli hanımlarla uzun uzadıya sohbet edebilir, ülke ve dünya gündemini yorumlayabilirsiniz. Laf giyimden açılmışken de küçük bir hatırlatma yapayım; İyi bir ürünü şehrinde açılan bir mağazadan almakla yetinmez, dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, merkezine gidip alırlar. Bu yüzden de bazı giysileri daha Türkiye’de moda olmadan onların üzerinde görürsünüz. Tek kaygıları vardır, radikal olmadan yakışanı giymek.
ANKARALILAR İSTANBUL’DA NEDEN BAŞARILI OLUYORLAR?
Aslında hangi iş dalında olursa olsun Ankaralıların İstanbul’a taşındıkları zaman neden çok başarılı olduklarını hiç düşündünüz mü? Sebebi gayet basit, ülke içi ve dışındaki tüm akımları doğru sentez edip, enternasyonal birikimlerini çoğalttıkları ve girişimcilik konusunda cesaretli adımlar attıkları için. Örnek mi? Şöyle bir düşünün uçağa binip Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya derken havalimanlarından birini tercih edip, yurt dışına gideceksiniz... Peki, bu limanların sahibi kim? Tabi ki Ankaralı yatırımcılar. TAV Holding’in işlettiği İstanbul Atatürk, İzmir Adnan Menderes, Ankara Esenboğa havalimanlarının sahibi Ankaralı yatırımcılar, Hamdi Akın ile Doğramacı ailesi. İstanbul Sabiha Gökçek Havalimanı’nın sahibi ise Limak İnşaat’ın patronları Nihat Özdemir ile Sezai Bacaksız. Madem Antalya’yı da örnekler arasına soktum, onu da söyleyeyim. IC Holding’in sahibi Ankaralı İbrahim Çeçen.
BAŞKENTLİLER LÜKS YAŞAMDA DA BİR ADIM ÖNDE
Yeme içme ve eğlence mekanlarında da Ankaralıların ismini saymakla bitmez. Emre Ergani, Ali Sayar, Kaya Demirer, Gamze Cizreli bugün İstanbul, Bodrum derken tüm Türkiye’ye keyif veren mekanlar yaratıyorlar. İnşaat ve lüks konutlardan bahsetsek, Türkiye’nin en büyük müteahhitleri Ankaralı. Müteahhitler Birliği’nin üye profiline bakın, İstanbulluların esamesinin okunmayacağı çoğunluktalar. Otel, turizm filan mı diyeceksiniz, Türkiye’nin 5 yıldızlı otellerinin yüzde 65’i Ankaralı. Üstelik en büyük ve görkemlilerini de ellerinde tutuyorlar. Mesela sosyetenin son gözde sporu Golf’un tesis sahiplerini bir araştırın. Onların da yüzde 70’i Ankaralı... Yat turizminde Türkiye’nin en çok kaptan ehliyetine sahip il yine Ankara. Yani yeme, içme, eğlence, giyim derken lüks yaşamın öncüleri hep Ankaralılar. Son örneği de bizim meslekten vereyim. Yazılı ve görsel medyanın yönetim tabakasına bir göz gezdirin, çoğunun Ankara kökenli yöneticiler olduğunu görürsünüz.
TAMAM 90 YIL ÖNCE KÜÇÜK BİR KASABAYDI AMA..!
Bu kadar örneği niye mi verdim? Para ve sosyal yaşam üzerinde bu kadar gücü olan bir şehrin insanlarını küçümsemek bence yanlış bir düşüncenin ürünü... Ankaralı yemesini de, içmesini de, giyinmesini de, eğlenmesini de çok iyi bilir ama bunları yaparken yerine göre davranmayı hiç ihmal etmez. Ayrıca karşısındakini vücuduyla olduğu kadar beyniyle de etkilemenin en geçer yol olduğunu iyi bilir. Evet, 1920’li yılların başında küçük bir Anadolu kasabası görünümündeki Ankara’da, bırakın sosyal yaşamı, doğru dürüst bir yapılaşma dahi yoktu. Ancak, başkent olmasıyla birlikte kaderi büyük bir hızla değişti. Siyasiler Ankara’nın geleceğini öylesine etkiledi ki, Cumhuriyet devrimleri Türkiye’de kendini ilk olarak Ankara’nın sosyal hayatında hissettirmeye başladı. Bir yandan opera, bale, tiyatro gibi çağdaş sanatlarla tanışan Ankara, öte yandan modern yaşama cevap verecek mekânlara sahip olmaya başladı. Tabii, büyükelçiliklerin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması da bu gelişimi hızlandırdı. Bu süreçte Ankara ve Ankaralı girişimciler kendi ruhunu yarattı. Verilen yoğun eğitimin etkisiyle de moderniteye açık, dünyayla entegre olmuş bir kent doğdu. Türkiye’nin panoramasını en iyi koklayabileceğiniz şehir olan Ankara, bugünlerde yanlış anlaşılsa da sağlam temeller üzerinde varlığını sürdürmesini iyi biliyor. Haksız mıyım sevgili Ankaralılar?
HAZIRLAYIP DA NE YAZDIĞINI ANLAYAMADIĞIM TEK YAYIN
Doğan Burda Dergi Grubu olarak şu sıralar Antalya’nın Kemer bölgesinde Rusça tabloid boyda gazete çıkarmaya başladık. Haberinden fotoğrafına tüm hazırlığına katkı sağladığım ama basılınca hiç bir satırını anlamadığım tek yayın. Zira Kiril alfabesiyle hazırladığımız gazete Ruslara yönelik. Bizim Türkçe hazırlığımızı iki Rus editör kendi dillerine çeviriyorlar. Bu fikir ise tatil yörelerine akın akın gelen Ruslara ülkemizi daha iyi tanıtma gayretimizden doğdu. Tabii bir de sırf Antalya’da 25 bin sayısını bulan Rus gelinlerimize ulaşabilme çabamızdan. Ancak deminde belirttim ya, dil büyük sorun. “Şurada hata yaptınız” diye eleştiride bulunanlara Rus editörler olmadan cevap bile veremiyoruz. Hatta Türkçe- Rusça bilen editörlerin bizim Türkçe olarak hazırladığımız haberlerde yer verdiğimiz birkaç normal kelimeye de “Rusçası Muzır” diyerek ambargo koymasına alıştık.
HUYUM KURUSUN TARKAN’IN DUDUSUNU GEÇ ÖĞRENDİM
İşte bu dil problemi bana bir süre önce yaşadığım komik olayları hatırlattı. Moldovalı Elana ile samimiyet kurmasaydık, bu kadar komik durumlara düşeceğimi ve birkaç kelimenin ülkeler arasında nasıl sorunlar yaratacağını öğrenemeyecektim. Moldova’da üniversite eğitimi gören, Türkiye’de ise çocuk bakıcılığından harçlığını çıkaran Elana, 21 yaşında oldukça güzel bir genç kızdı. Gagavuz Türkü olduğu için Türkçeyi rahat konuşuyor, sempatik tavırlarıyla da herkesle kolayca dost olabiliyordu. Aralarında bulunduğum ailelerle de kaynaşmış, günlük sohbetlerimize katılır olmuştu. Ancak, bir arkadaşımın, beni anlatırken “Huyu çok güzeldir” demesiyle Elana’nın tavırları değişmişti. Bir iki gün, ne oldu bu kıza derken, Tarkan’ın “Dudu dudu dilleri” şarkısının çaldığı bir anda işin gerçeği ortaya çıkmıştı. Üstelik “Dudu”nun anlamı da... Tarkan, şarkının nakarat kısımlarında “Dudu dudu dilleri, lıkır lıkır içmeli” dedikçe, Elana da, “Bu ne ayıp bir şarkı” diyordu. Meğer Gagavuz Türkçesinde “Dudu”, kadın cinsel organı anlamına geliyordu. Onların konuşma dilinde “Huy” kelimesi de erkek cinsel organı demekti. Arkadaşım, “Huyu çok güzeldir” dedi ya, aksiliği ondandı. İşin aslı ortaya çıkınca Elana, tekrar sıcak diyaloglarına geri döndü ve bu sefer kullandığı kelimelerin sakat bir pozisyon yaratmaması için hep yüzüme baktı. Sonradan birkaç kelimenin daha sakıncalı durumlar doğurduğunu anladık.