Ankara’nın dünden bugüne 88 yıllık sosyal yaşamı (II)
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
GEÇEN haftaki köşe yazımda 88 yıllık Ankara eğlence ve sosyal hayatının 23 Nisan 1923 tarihiyle, yani TBMM’nin kuruluşuyla başlayan yolculuğunu anlatmaya başlamış,
1950’li yıllara kadar da gelmiştim. Özetle de medeni bir toplum için tasarlanmış şehircilik anlayışını, mekanları ve bu mekanların Ankara sosyal hayatı üzerindeki etkilerini satırlara dökmüştüm. Bu süreçte çağdaş anlamda neler yapıldığını örnekleriyle aktarmıştım. Kaldığımız yerden devam edeceğim ama araya kısaca Elton John konserine yönelik notları iliştireyim. Geçtiğimiz Çarşamba akşamı dünyanın gelmiş geçmiş en iyi 50 müzik sanatçısından biri olarak gösterilen, “Sir” ünvanlı İngiliz şarkıcı Elton John’un Ankara Arena’da konseri vardı. O gece yaklaşık dokuz bin kişi unutulmaz bir müzik ziyafetine tanıklık etti. Konseri izleyenler arasında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve ailesi de vardı ki birazdan anlatacağım çok özel anlara şahit olan birkaç kişiden biri oldum. Elton John’un Dünya turnesi kapsamındaki Ankara konserinde gözüme ilk çarpan unsur, etkinliği üstlenen Vokaliz Organizasyon’un bu işten alnının akıyla çıkmasıydı. Hem medeni ölçüler içinde bir konser düzenlemenin nasıl olabileceğini gösterdi, hem de uzun süreden beri özlemini duyduğumuz kesimi bir araya getirmeyi becerdi. O kitle ki Ankara sosyal hayatının yozlaştığını ve tek düzeliğe dönüştüğünü söyleyenlere cevap niteliğindeydi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a dönecek olursak, aynı gün açıklanan yeni kabinede koltuğunu muhafaza etmenin sevincini Elton John ile kutlamayı yeğlemişti. Bakanla Arena’nın giriş kapısında denkleştik ve beraber içeri girdik. Yanımızda turizmci Ali Özdoğan ve eşi de vardı. Hep beraber bir kapıdan girdik ve sıkı güvenlik önlemlerinin alındığı koridordan geçip, ön sıradaki yerimize oturacağımızı düşünürken Elton John ile burun burana geldik. Meğer önceden planlanan randevu gereği bakan, dünyaca ünlü sanatçıya “Hoş geldin” demek istemiş. Bir de ülkemizi tanıtan kitap hediye edecekmiş. ELTİM VE AZAP ÇEK(TİR)EN GÜVENLİKÇİLER Tüm basının farkına varmadığı o anları mobil telefonumun kamerasıyla çekmeye başladım. Elton, hem bakanla, hem ailesiyle, hem de bizlerle fotoğraf çektirirken hayli sıcak anlar yaşadık. Bir dünya starıydı ama sanki karşımızda kırk yıllık dostumuz vardı. Sonra biz yerlerimize geçtik, o da iki dakika sonra sahneye çıktı. Öyle bir performans sergiledi ki, tam 2,5 saat gözümüzü kırpmadan izledik. Ne bir kapris, ne bir küçümseme, ne de geçiştirme yaptı ki, bizim kendini star zanneden isimlerimize duyurulur. Konser öncesi fuayede bekleyen tanıdıklarla sohbet etme imkanım da oldu. Bir çoğu sanki sözleşmişçesine o kötü espriyi yaptı ki içim daraldı. “Vallahi eltim gelmiş, o nu göreceğim” Eltın’ı(Elton), “eltin” olarak telaffuz etmek sanki büyük bir yaratıcılık gerektiriyor! Konser anı dikkatimi çeken bir diğer unsur da sahne önünde, bir sandalyeye oturarak yüzünü seyirciye dönen ve koruma görevini yerine getirmeye çalışan güvenlikçilerdi. İçlerinden yarısı konser boyunca esnedi, cep telefonuyla konuştu ve zaman zaman da uyukladı. Belli ki “Arena Arena olalı böyle eziyet görmedi” diyen Ankaralı Turgut hayranlarıydı. Elbette ki Elton John konserini beğenmek zorunda değiller ama görevlerini uyuyarak, telefonla konuşarak ve ön sıradaki protokolü umursamayarak yaparlarsa da ortada bir sorun var demektir. ANKARA’NIN KADERİ 1950’DE DEĞİŞMEYE BAŞLIYOR Neyse biz dönelim geçen haftaki yazının devamına. Tek parti döneminin bitip, çok partili sisteme geçildiği 1950 yılına gelindiği zaman Ankara yeni bir bakış açısı ve hayat tarzıyla buluşuyor. Yeni fabrika ve yatırımlarıyla sanayi kenti de olmayı beceren Ankara, büyük göçler almaya başlıyor. Bir plan dahilinde büyüyen şehrin yeni yerleşimcileri oluyor. Kırsal kesimin akınına uğrayan şehirde mevcut siyasi yapının da geçit vermesiyle her istediğini yapma gücünü kendinde bulan, kural tanımaz bir kısım vatandaş profili ortaya çıkıyor. Oy kaygısı nedeniyle bu kuralsızlığa prim tanıyan yöneticiler sayesinde de şehrin fiziki ve sosyal yapısı alaturkalığa teslim oluyor. Artık Ankara’nın devrimleri sekteye uğramaya başlıyor. Bu dönem aynı zamanda gecekondulaşmanın başladığı, plan dışı yapıların çoğaldığı bir süreç... Dahası, yeni zenginlerin türediği, toprak ağalığının tekrar güçlendiği bir dönem. O güne kadar batılı tarzdaki yaşam tarzını benimsemiş Ankara, “Yeter söz milletin” sloganları eşliğinde Anadolu’nun değişik köşelerinden göçe uğruyor ve farklı bir sosyal yapıya bürünüyor. Kebapçı akını başta olmak üzere alaturka işletmeler ve pavyon hüviyetindeki mekanlar çoğalıyor. Tabii mevcut iktidarın ekonomik politikası sayesinde her alanda olduğu gibi sosyal hayatta da tüketim alışkanlığı çoğalıyor. GENÇLİK PARKI PARAN KADAR EĞLEN PARKI OLUYOR Bir yandan yeme, içme, gezme ve eğlence yerlerinde seçenekler çoğalırken, diğer yandan serbest piyasa ekonomisinin koşulları da kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlıyor. Mekanların olduğu kadar müşterilerin profili de değişime uğruyor. Örneğin o günlere kadar ailece yemeğe, eğlenceye gidecek bir gelire sahip olan eğitimli kamu ve özel sektör çalışanlarının ekonomik gücü zayıflıyor, yerine göç ettiği yerdeki alışkanlıklarını Ankara’ya taşıyan kitlelerin ekonomik gücü egemen oluyor. Para ve gücün el değiştirdiği bu süreçte bu günkü fast food işletmelerin atası sayılabilecek işletmeler de çoğalmaya başlıyor. Dışarıda yenen yemeklerin aynı zamanda bir sosyalleşme aracı olduğu unutulmaya, hızla ye ve çık tarzı mekanlar gözde olmaya başlıyor. Dolayısıyla batılı tarzda hizmet sunan işletmeler de bu akıma kayıtsız kalmıyor. Belki de ülkemizin ilk faast-food tarzındaki restoranı Piknik ve Goralı gibi markalar bu dönemde doğuyor. Ekonomik değişime bir örnek de Gençlik Parkı’nda yaşanıyor. 1950’li yıllara kadar sandal ve plaj sefalarının yapıldığı, müzik ve dans gösterilerinin sunulduğu park, yeni kurallara boyun eğiyor. O tarihe kadar tüm vatandaşların elini kolunu sallayarak girebildiği, çay bahçelerinde keyiflendiği, suyun kenarındaki restoranlarda yemek yediği park, uygulamaya sokulan yeni yaptırımlarla paran kadarına kavuş parkına dönüşüyor. Konuyu daha açmak gerekirse, Gençlik Parkı’na giriş ücreti alınmaya başlıyor, çay bahçelerinin büyük kısmı meyhane, gazino gibi yüksek hesap pusulalarının ödendiği mekanlara dönüşüyor. AMERİKAN TARZI YAŞAM EGEMEN OLUYOR 1950’ler Sıhhiye, Kızılay, Maltepe gibi yeni semtlerin yıldızının parladığı, dolayısıyla sosyal hayatın da bu istikamette ilerlediği yıllar oluyor. Pavyon ve kebapçıların arttığı bir süreçte batılı tarzda yaşam alışkanlıklarına cevap verecek mekanların çoğaldığı Kızılay semti gözdeler arasına giriyor. Bu arada gerek radyolardan yayılan müziklerle, gerekse Hollywood filmlerinin etkisiyle Amerikan tipi yaşam alışkanlıkları da gözler önüne serilmeye başlıyor. Rakı, şarap ve bira üçgeninde sıkışan içki alışkanlıklarına viski, konyak gibi ürünler de dahil oluyor. Haliyle de bar, gece kulübü gibi işletmelerde caz ve blues müziğinin eşliğinde küçük sehpa gibi masalarda kadeh tokuşturma devri başlıyor. 1960’lı yıllar Rock’n Roll gibi müzik akımlarının, Elvis Presley, Roy Charles gibi sanatçıların Beatles gibi grupların yeni bir çığır açtığı dönem ki, bu Ankara’nın sosyal yaşamını da etkiliyor. Bu süreç aynı zamanda o döneme kadar aileleriyle eğlenebilen gençlerin, bağımsız hareket edebildiği, bu arzularına hitap edebilen mekanlara gidebildiği bir süreç... Bu hafta da yerimiz kalmadı, devamı haftaya.