DÜZEYLİ bir iktisadi tartışma, hem tartışanların (en azından kendi adıma) hem de izleyicilerin yeni şeyler öğrenmelerine, görmediklerini görmelerine, gördüklerinin önemini kavramaya katkı yapıyor.
Bir gazete köşesinde böyle bir tartışmanın olmasını çok güzel bir gelişme olarak yorumluyorum.
Öteden beri, düşük kur ve yüksek faizin bir politika olduğu iddia edilir. Halbuki, böyle bir politika yoktur. Gözlenen, bir dengedir. Dengenin oluşmasının arkasında para politikası değil, maliye politikaları ve ekonomideki ileriye dönük beklentiler yatar.
SIKI PARA POLİTİKASI
Son on beş yıldır kamu borç stokunun artışın yüzde doksanı, faiz öncesi açıktan değil, yüksek reel faizlerden kaynaklanmıştır. Bu yargı büyük ölçüde doğrudur. Ama, reel faizler neden yüksek olmuştur? Para politikasını oluşturanlar mı reel faizin yüksek olmasını istemişlerdir, yoksa kamu sektörünün borç ihtiyacı mali sistemin kaldıramayacağı boyutlara mı vardığından reel faizler yüksek olmuştur?
Türkiye bütçesi 1994 yılından beri kesintisiz olarak faiz dışı fazla vermeye başlamıştır. 1980 yılından 1993 yılına kadar, 1988-90 yılları hariç, Türkiye bütçesi daima faiz dışı açık vermiştir. Yani, 1980-1993 yıllarında, 1988-90 hariç olmak üzere, Hazine, vadesi gelen borçların anapara ve faizlerini yeniden borçlanmakla yetinmemiş, üzerine piyasalardan biraz daha borç almak istemiştir.
Devletlerin borçlanması mutlaka kötü bir şey değildir. Ama, mali sistemin kaldıramayacağı kadar borçlanmak mutlaka sorunlar yaratır. Türk Lirası vadesiz ve vadeli mevduatlarından oluşan para arzı, M2 denilen büyüklükle karşılaştırıldığında, devletin bütçe açıklarının göreli boyutu daha iyi anlaşılacaktır.
Bütçe açığının M2’ya oranı 1985 yılında yüzde 109’ken 1993 yılında yüzde 174’e ulaşmıştır. Yani, bütçenin faiz dışı fazla verdiği 1988-90 dönemi dışarıda bırakılacak olursa, devlet, borçlanma yoluyla giderek ekonomide yaratılan TL kaynağından daha fazla pay almak istemiştir. Özel sektörü mali piyasalardan bir anlamda kovmaya çalışmıştır. Bunun para politikasıyla ne alakası vardır?
Para arzı bütçe açıklarından daha hızlı büyütülseydi, bu sorun elbette yaşanmazdı. Bütçe açıkları paralelinde M2 büyütülseydi, reel faizler bu denli yüksek olup bugünkü durum yaratılmazdı. Yani, sıkı para politikası(!) yüksek faizlerin sorumlusudur. Bu yargının bizi götüreceği sonuç, para arzının 1985-1993 döneminde yıllık ortalama yüzde 100’ün artırılması anlamına gelecekti. Halbuki, para arzı aynı dönemde yüzde 60 civarında artmıştı. Para arzını iki kat artırmanın enflasyona olası etkisi ise tartışılacak bir başka konudur.
BORÇLANMA İŞTAHI
Konuyu fazla dağıtmadan söylenebilecek söz şudur: Devlet borçlanabildikçe borçlanmadan çekinmemiştir. Bankaların dövizde açık pozisyon alma iştahı ve sermaye hareketlerinin serbest bırakılıp sermaye piyasalarına kısa vadeli sermaye girişinin olanaklı hale gelmesi, devletin borçlanabilme kabiliyetini artırmıştır.
Bütün bunlar devletin borçlanma ihtiyacına yetmeyip reel faizler belli dönemler hariç giderek yükselmiştir. 1994 yılında yaratılan krizle riskler daha da artırılmış ve reel faizler daha da yükselmiştir.
‘Paracı iktisatçılar siyasete güvenmiyor. İktidarlar, sıkı maliye politikasını yeterince uygulamaz, öyleyse istikrar için sıkı para politikasında ısrar etmek şarttır diye düşünülüyor’ yargısını ise bir başka yazıda irdeleyeceğim.