BANKACILIK sektörünü kendi ayakları üzerinde sağlam durmasını sağlayan iki önemli destek vardır: sermaye ve likidite. İkisi de bankaların sağlığı açısından olmazsa olmaz olgulardır.
Sermaye ve likiditenin önemi son bir yıldır Amerika ve Avrupa’da yaşanan olaylarla çok daha iyi anlaşıldı. Dünyanın en büyük bankaları, sağlam sanılırken, sermaye dilenmeye başladılar. UBS gibi bir bankanın piyasa değeri yarı yarıya düştü. Dünyada likidite bolluğundan söz edilirken, bankalar karşılıklı birbirlerine olan borçlarını ödeyebilsinler diye merkez bankaları piyasalara para pompalamak zorunda kaldılar.
İşler kötüye gittiğinde, bankalarda hiçbir sermaye düzeyi yeterli olmayabilir. Hiçbir likidite düzeyi bankaları yüzdürmeye yetmeyebilir. Bankacılığın esası borçlanılan paranın borç verilmesine dayanır. Borç verilen para geri tahsil edilemeden borçlanılan paranın geri ödenmesi söz konusu olabilir. Sermayenin düzeyi borçlanılan para miktarını belirlerken, likidite borç verilen para geri dönmeden borçların ödenebilme kabiliyetini gösterir.
KÖTÜYE HAZIRLIK
Uluslararası piyasalar zor bir dönemden geçiyor. Kimin ne zaman daha fazla sermaye ve daha fazla likiditeye ihtiyacı olacağının önceden kestirilemediği bir dönem yaşıyoruz. Bugüne kadar yurt dışındaki krizin Türkiye’ye yansıması göreli olarak çok ılımlı oldu. Ama, Türkiye’deki bankalar da çok daha kötüye hazır olmak zorundalar.
Son yedi yıldır Türkiye’deki bankaların doğru yönde aldığı yol küçümsenemez. Bankalarımızın sermaye yapıları 2001 yılı öncesine göre çok daha sağlam hale geldi.
Bankalarımız geçmişe göre likiditelerine çok daha fazla önem veriyorlar. Çeşitli riskleri çok daha iyi idare edebilecek bir konuma geldiler. Zor, ama zorunlu yapısal değişimin sonunda, bugünkü ortamda, bankalarımız gerçek anlamda çok daha kárlı bir yapıya kavuştular.
Geçenlerde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı bankalarımızın 2007 yılı içinde elde ettikleri kárları hissedarlara temettü olarak dağıtmak yerine bünye içinde bırakmalarını tavsiye etti. Tavsiye çok yerindeydi.
Bankaların temettü dağıtması likiditelerini azaltan, öz kaynaklarını düşüren bir uygulamadır. Halbuki, içinde yaşadığımız şartlarda, bankalarımızın en ihtiyacı olduğu şeyin sağlam sermaye yapısı ve yüksek likidite olduğu unutulmamalı. Dolayısıyla, bankacılık sektörünün sağlığı açısından, bugünkü ortamda, geçen yıl elde edilen kárların bünyede bırakılması ileride doğabilecek risklere karşı bankalarımızı çok daha sağlam bir konumda tutacaktır.
Bu açıdan, BDDK Başkanı’nın tavsiyesi, bir tavsiyeden de öte, bankalarımız tarafından gayri resmi bir talimat olarak alınmalıdır.
KAMU BANKALARI
Bu tavsiye yalnızca özel sektör bankaları ile de sınırlı olmamalıdır. 2001 yılı ve sonrasındaki sermaye artışları ve devletin eski borçlarını kapatmasıyla bilançolarını düzelten kamu bankaları da bu tavsiyeye uymalıdır.
İşler kötüye gittiğinde, onların da sermayeye ve likiditeye ihtiyaçları olacaktır. Onlar hastalanırsa, tüm sektör de hastalanır.
Son yıllarda, devlet, kamu bankalarından oldukça yüksek miktarlarda temettü aldı. Kamu bankalardan alınan temettü bütçe gelirleri arasına girer. Devletin kamu bankalarından gelecek temettüden feragat etmesi bütçe gelirlerinin azalması anlamına geleceğinden, devleti ikna etmek ya da devletin BDDK Başkanı’nın tavsiyelerine uyması zor görünüyor.
Dolayısıyla, BDDK, Başkanı’nın yaptığı tavsiyeyi resmi bir talimat haline getirmesi gereklidir. Biz gayri resmi tavsiyelerden değil, ancak resmi talimatlardan anlarız.
Unutmayalım ki, işler karışıp bankacılık sektörü bir kez daha zor duruma düşerse, bunun sorumlularından biri de BDDK olacaktır.
İşler kötüye gitmezse de, daha yüksek sermaye ve daha fazla likidite hiçbir bankayı zor durumda bırakmaz! Kaldı ki, böyle bir uygulama Türkiye’deki bankacılık sektörünün uluslararası itibarının artmasına katkıda bulunacaktır.