"BANKACILIK, serbest piyasa dinamiklerine bırakılamayacak kadar nazik bir sektördür."
Bu lafı ben değil, serbest piyasa ekonomisinin en büyük savunucularından Milton Friedman etmiş. Bu yargının ardında birbiriyle iç içe geçmiş birkaç neden var.
Birinci neden: Bankalarla müşterileriler arasında bilgi asimetrisi vardır. Bankalar müşterilerini çok iyi tanıyabilirler, ama müşteriler bankalarını o denli iyi tanıyamazlar. Müşterilerin bankaları hakkında tam bilgi sahibi olmaları maliyetli bir süreçtir.
İkinci neden: Bankaların batması, bankaları hakkında çok fazla bilgisi olmayan mevduat müşterilerinin de kaybı anlamına gelir. Bu haliyle bankalar normal ticari şirketlerden farklıdır. Şirketler battığında, kredi veren bankalar da zarar görürler. Ama, bankalar kredi verirken aldıkları riskleri ölçebilecek durumdadırlar. Mevduat müşterileri için aynı şeyi söyleyemeyiz.
SORUMLULUKLAR
Bu nedenlerle bankacılık yapabilme lisansa bağlanmıştır. Devlet, belli kurumların bankacılık yapabilmesine izin verir. Verilen izin, mevduat müşterileri açısından, bankalara para yatırmalarının risksiz olduğu anlamına gelir. Yani, devletin bankalar üzerinde zımni bir güvencesi söz konusudur.
Devletin bankalar konusunda verdiği zımni güvence aynı zamanda devlete bankaları gözetleme ve denetleme hakkı yaratır. Bankaların devletin verdiği güvenceye layık bir biçimde çalışıp çalışmadığı ve güvenceye layık olabilmek için nasıl çalışması gerektiği devlet tarafından tespit edilir.
Devletin bankalar üzerindeki gözetim ve denetimi bankaları idare etmek anlamı taşımaz. Bankalar kendi aralarında rekabetçi kurumlardır. Hepsi devletin güvencesi altında çalışsalar dahi, biri diğerlerinden farklı alanlarda kendini ayrıştırarak daha fazla iş yapma yarışı içindedir. Amaç, devletin koyduğu sınırlamalar içinde azami kár etmektir.
Rekabet içinde ne kadar risk alınacağı, verilecek servisin kalitesi, yoğunlukla pazarlanacak bankacılık ürünleri ve servis ağı gibi konular bankaların kendileri tarafından tespit edilir. Bunlar iş kararlarıdır. Devletin görevi, bankaların kendilerine yönelik aldıkları iş kararlarının bankaların sağlığını ne denli etkilediğinin; alınan risklerin bankaya konulan sermaye ile uyuşup uyuşmadığının; bankanın faaliyetlerinin sistem riski yaratıp yaratmadığının; ve bankaların evrensel bankacılık kuralları içinde çalışıp çalışmadığının tespitidir. Bu tespitler sonucunda devlet bankaların zımni güvenceye layık olup olmadığına karar verir. Gerektiğinde, yaptırımlar uygular.
Kısacası, devlet, bankaların evrensel bankacılık ilkeleri içinde kendilerine çizdikleri iş stratejisini belirleyemez. Bankaların belirlediği iş stratejisinin evrensel bankacılık ilkeleri ve bankanın sermayesiyle uyumlu olmasını temin etmek devletin görevidir.
ŞAPKALAR KARIŞMAMALI
Bu çerçevede, sermayesine normal getiri elde eden bir bankanın yöneticilerine ne kadar ücret ve ikramiye verdiği devleti ilgilendirmez. Bu konu bankanın sermayedarlarını ilgilendirir.
Aynı şekilde, bankaların müşterilerine sundukları hizmetler karşısında talep ettikleri ücretlerin düzeyi bankaların gözetim ve denetimi ile sorumlu devlet kurumunu ilgilendirmez. Bu konu bankaların müşterilerini ilgilendirir. Müşteriler, fiyatını beğenmediği servisi almaz. Rekabette kaybeden bir takım bankalar olur.
Eğer bankalar, tümüyle ya da aralarında bazıları bir araya gelerek, bir takım faaliyetlerinde piyasada "hakim durum" yaratarak rekabeti bozuyorlarsa, bu konu gözetim ve denetimi değil, bu konularda uzmanlaşmış rekabet otoritesini ilgilendirir.
Şapkaları karıştırmamak gerekir. Şapkalar karıştığına, bankalar üzerindeki gözetim ve denetimin gerçek etkinliği giderek azalır.