Enis Berberoğlu: Gazi'nin omzuna binen yük ve mirası

Enis BERBEROĞLU
Haberin Devamı

29 Ekim 1933 gecesi... Cumhuriyetin onuncu yıldönümü kutlamaları için Ankara'da Ziraat Bankası binasında düzenlenen balodayız... Atatürk, geniş salonun orta yerindeki masada gençlerle sohbet ediyor...

Gazi'nin söz verdiği Tıbbiye'den yeni mezun Doktor Zeki soruyor:

- Gazi Paşam, milletlerin babadan oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz, bize böyle bir ideal aşılamadınız...

Bu soruyu hemen yanıtlamayan Atatürk kısa süre sonra Doktor Zeki'yi yanına alarak Ziraat Bankası'nın Genel Müdür odasına geçiyor. Atatürk'ün oturduğu koltuğun arkasındaki duvarda Türkiye haritası asılı duruyor.

Gazi karşısında oturan Doktor Zeki'ye soruyor:

- Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?

- Evet Paşam.

- O haritada, Türkiye'nin üstüne abanmış bir blok var. Onu da görüyor musun?

- Evet, görüyorum Paşa hazretleri.

- Hah... İşte o ağırlık, benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için, ben konuşamam. Düşün bir kere. Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün, bunlar vardılar. Dünyaya hükmediyorlardı. Avrupa'yı ürküten Almanya'dan bugün ne kaldı?.. Demek hiçbir şey, sürgit değildir. Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun (Sovyetler) yönetiminde dil bir, inanç bir, öz bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız. ‘‘Hazır olmak’’ yalnız o günü susup beklemek değildir, hazırlanmak lazımdır (1).

* * *

Mustafa Kemal, genç doktora gösterdiği haritada Türkiye'ye abanan blokun çözüldüğünü göremeden aramızdan ayrıldı...

Sovyetler'in ancak yıllar sonra gerçekleşen çöküşü Gazi'nin Türk dünyası için öngördüğü işbirliği zeminini yaratmaya yetmedi.

Çünkü Türkiye ne yazık ki, Atatürk'ün istediği ölçüde ‘‘hazır’’ değildi. Türk toplumunun Soğuk Savaş günlerindeki parçalı görüntüsü Avrasya dosyasına da aynen yansımış durumdaydı...

Sovyet topraklarındaki Türkler, bu ülkeyi model alan sol güçler açısından tabuydu. Sosyal demokratlar da ‘‘Yurtta sulh, cihanda sulh’’ anlayışıyla bu meseleye pek bulaşmadı.

Sonuçta, ‘‘Büyük Türk Dünyası’’ hayali, ülkeleri Rus işgalindeki mülteci soydaşlar ile Kemalist çizgiyi reddeden, Sovyet düşmanlığı nedeniyle Nazi Almanyasıyla ittifakı bile sakıncalı bulmayan radikal örgütlerin ipoteğinde kaldı...

Berlin Duvarı'nın yıkılması bile bu manzarayı değiştirmedi.

Türk Cumhuriyetlerine ilk koşanlar, Birinci Dünya Savaşı günlerindeki maceracıların torunu, iyi niyetli hayalperestlerdi. Onları ne yazık ki, devlet kurumları veya sivil toplum örgütleri yerine kumar patronları, mafya ve çeteciler takip etti. İşin kötüsü, bu şaibeli icraatın faturası Türk devletine, milletine çıkarıldı. Türkiye sanık sandalyesine oturtuldu.

* * *

Halbuki, Türkiye İslam dinine sadık laik yapısıyla, ekonomisiyle, yetişmiş insan gücüyle, hatta kör topal bile olsa yürüyen demokrasisiyle bu ülkeler için ideal modeldi.

O yüzden Bill Clinton, gelecek yüzyılın Türkiye'sinin ‘‘Müslüman, laik ve illa ki demokratik bir ülke’’ olması gerektiğini düşünüyor... Boris Yeltsin muhtemelen böyle bir Türkiye'den çekiniyor.

Dün de bu köşede aynı dilekte bulunduk.

Lütfen İstanbul'da ikinci bin yılın son zirvesine bu bilinçle bakın... En az yüz yıldır beklenen bu randevunun tadını çıkarın.

*

(1) İsmet Bozdağ, Atatürk'ün Avrasya Devleti, Tekin Yayınevi, İstanbul 1998.



Yazarın Tüm Yazıları