Paylaş
Marburg-Giessen
Her ikisi de Frankfurt'un biraz kuzeyinde üniversite kentleri.
70 bin öğrenciyi barındıran Marburg'da 30 yıldan uzun süredir Almanya'da yaşayan İranlı şoförün taksisine biniyoruz. Türk olduğumuzu öğrenince aracın bağlı olduğu şirketin plaketini gösteriyor, bozuk Almancasıyla ‘‘Türk şirketi. Sahipleri burada doğmuşlar’’ diyor.
Akşam saatlerinde trenle on beş dakikada ulaştığımız Giessen'de karnımızı raslantı eseri bulduğumuz Türk büfesinde doyuruyoruz. Yediğimiz sarmısaklı yoğurt soslu döner kebabın Türkiye'dekinden çok farklı bir damak tadına uygun hazırlanması rastlantı değil, müşteri yelpazesinin gereği...
Almanya'da 7 milyon yabancı var, 2 milyonu Türk. Özellikle Almanya doğumlu, dili memleketin yerlisinden farksız gençler serbest girişimde sınır tanımayan akıncılar gibi.
Daha on-on beş yıl öncesinin yol yordam bilmez, içine kapalı Türk cemaatine beyaz peynir, siyah zeytin satan bakkallar, acılı köy videoları artık gençlere yetmiyor. Hemşeri-müşteri kolaycılığına kulak asmayıp tüm Almanya'yı hatta Avrupa'yı pazar seçiyorlar.
Böylece Almanya'daki sosyo ekonomik merdivenin her basamağına yerleşen ama çok azı seçme-seçilme hakkına sahip Türkler pazar günkü kader seçimine bazen konu ama çoğunlukla malzeme edildi.
Nitekim yabancılar arasında en popüler parti sayılan Yeşiller'in iki toplantısında bu iki anlayışın çarpıcı örnekleri yaşandı.
* * *
Türk asıllı Alman Milletvekili Cem Özdemir'in partisi Giessen mitingini kongre merkezine sığdırdı. Girişte dağıtılan duyuru ilgi çekiciydi.
Yeşil seçmenler kiliseye sığınmış bir aile ile dayanışma amacıyla düzenlenecek konsere davetliydi.
Evangelist kilisenin papazı kürsüye çıkıp anlatana kadar, inanın ki aklımıza dini koruma isteyen ailenin Türk vatandaşı olacağı gelmedi.
Sağolsun papaz efendi de lafını esirgemedi, herhalde izlediği birkaç Latin Amerika filminden esinlerek cennet ülkemizdeki insan hakları ihlallerini anlattı. Veya öyle sandı.
Sonuçta salondaki her yeşil Hıristiyan'ın o akşamki iyilik kotasına yetecek kadar hayır işlendiğine inanıldı, diğer konulara geçildi.
Ama bireysel değil toplumsal iyilik -aslında gecikmiş bir hakkın sonunda teslim edileceği sözü- ancak Yeşiller'in Federal Parlamento'daki grup başkanı Joschka Fischer'in kürsüye çıkması ile gündeme geldi.
Joschka, Almanya'da son günlerde patlak veren, ‘‘Ülke İslam'a teslim oluyor’’ tartışmasıyla şaşkına dönen yabancı nüfusa kolay vatandaşlık vaadiyle rahat nefes aldırdı.
* * *
Yeri gelmişken söyleyelim. Joschka dünya ölçeğinde iyi hatip. Dinlemesi insana sıkıntı değil haz veren ender politikacılar arasında...
Cilt ustalığı, taksi şoförlüğü yapmış. Çok sade giyiniyor.
Konuşurken bir eli ya cebinde, ya da kemerine takılı duruyor. Diğer elini başparmağı havada yumruk yapıp heyecanla sallıyor.
Sesi çok etkileyici, biraz Müşfik Kenter'i andırıyor. Bazen baba, kimi anlarda kardeş gibi yankılanıyor. Belki de hanımlara sevgili gibi geliyordur, kim bilir.
1968 hareketinin kılıç artığı yeşil politikacı, 16 yıllık parlamento tecrübesinin de etkisiyle kürsüde tek kişilik tiyatro sergiliyor.
Şaka yapıyor ama yılışmıyor, üzüyor ama ağlatmıyor, tadında bırakıyor. Ama bir saatlik konuşmanın ardından mesajını mutlaka kafalara kazıyor.
* * *
Joschka ve gençleri izlerken aklımıza Hameln kavalcısının gelmesi sebepsiz değil. Masalı belki çocukluğunuzdan hatırlarsınız. Farelerden şikâyetçi köy halkı kavalcıyla anlaşır. Müziğiyle fareleri köyden uzaklaştıran kavalcı parasını alamayınca kızar. Bu kez kavalıyla köy çocuklarını peşine takar, ortadan kaybolur.
Masalın aslı muhtemelen on binlerce çocuğun yollarda öldüğü haçlı seferlerine veya büyük bir salgına dayanıyor. O ayrı mesele...
Ancak gözüken o ki, Alman üniversite gençliğinin büyük bölümü Joschka'nın kavalıyla dans ediyor.
Gençler, Yeşiller'e destek veya oy versin vermesin, çevreci, insan haklarına saygılı, nükleer enerjiye düşman formatta yetişiyor.
O yüzden bu seçimde Yeşiller'in iktidar ortağı olması şart.
Aksi halde Alman gençleri anne-babalarının duyamayacağı kavalın melodisi peşinde başka diyarlara göçebilirler...
Paylaş