Paylaş
Bugün Uber'in yatırımcılarda giderek hayal kırıklığına dönüştüğü gibi yorumlar da dikkate alınırsa, efsanevi startup kurucularının başarı öyküleri acaba kendi dönemlerine mi özgüydü?
Yoksa aynı stratejiler ve taktiklerle işe 2019’da başlasalar yine başarılı olurlar mıydı? Mesela Hoffman'ın "blitzscaling" dediği dijital şirket büyütme metodolojisi veya daha da yaygın olan "lean startup" yaklaşımı bugün de geçerliliğini koruyor mu?
Bu konuları, 2001 yılında kurduğu Yemeksepeti’ni uluslararası bir marka haline getirdikten sonra 2015’te 589 milyon dolara Delivery Hero’ya satarak Türkiye’de hala kırılamayan bir rekora imza atan Nevzat Aydın’a sordum.
2016’da Hürriyet’e verdiği röportajda “Bugün olsa satamazdık. Girişimciler için zor günler” diyen Aydın, iki yıl sonra bu kez tüm dünyada startuplar için daha sorunlu bir ortam oluştuğu dikkate alındığında özellikle yeni girişimler ve küçük yatırımcılar açısından işlerin zorlaştığını düşünüyor mu?
Öyle ya, birçok sektörde köşeleri güçlü oyuncuların kapması, hem iş hem de teknoloji inovasyonunda başlayan kısırlaşma, artan regülasyon ve yatırımcıların kâra geçmek konusunda artık daha sabırsız olması gibi gerçekler son birkaç aydır ABD ve Avrupa medyasında daha fazla yazılıp çiziliyor.
Geçen yılın ikinci yarısında dev teknoloji şirketlerinin hisseleri çok sert düştü, The Economist “Teknoloji endüstrisi hapşırsa tüm ekonomi hasta olur” diye yazdı. Apple satış hedeflerini tutturamayınca Tim Cook geçenlerde yayınladığı mesajın satır arasında Çin ekonomisindeki zorlanmaya dikkat çekti, yani küresel bir sıkıntı söz konusu.
Hal böyleyken, işte sorular ve Nevzat Aydın’ın yanıtları (kaliteli içeriğin önemini vurguladığı son cevaba da dikkat):
“Lean startup” veya “blitzscaling” gibi iş/ürün geliştirme metodolojileri bugün hâlâ geçerli olan evrensel yöntemler mi sunuyor? Yoksa son dönemdeki gelişmeler bunları kısmen de olsa kadük mü kıldı?
Artık “ağ bağlantılı” bir çağın içinde yaşıyoruz. Sadece internet değil, küreselleşme dediğimiz kavram bile ağ çağının oluşturduğu bir form aslında. Şu an direkt ağ bağlantılı bir dünyanın içine doğan bir kitle mevcut. İnternete bağlanmak diye bir kavramı çoktan geride bıraktık. Internet günlük hayatta yapılan her şeyi kapsıyor, gıda alışverişi, giyim alışverişi, gibi neredeyse bütün sektörlerin offline’dan online’a geçtiği bir noktadayız. Böyle bir ortamda daha hızlı hareket etmeniz gerekir, çünkü artık işinizi dünyanın her yerinden gelebilecek bir rekabetle ölçeklendirebiliyorsunuz. Dolayısıyla küresel pazarı yakalayabilen, birbiriyle bağlantılı olacak şekilde geleceğin birçok işini ve endüstrisini oluşturmayı savunan bu metodolojiler kesinlikle geçerliliğini koruyor.
2019 itibariyle startuplarda uzun vadeli, idealist misyonlar dönemi artık bitti ve daha gerçekçi bir döneme mi geçildi?
Startup olgusu özü itibariyle bir idealist yaklaşım içeriyor. Girişimci dediğimiz insanlar hayallerinin peşinden koşan insanlar aslında. Başarının sırrı da biraz burada yatıyor. Yani bir fikre inanma, arkasında durma ve bu fikir için çalışma ama çok çalışma ve sonuçta bu kurduğu hayalleri elde etme. Ancak takdir edilmesi gerekir ki startup fikirleri günün sonunda hayata geçmesi hedeflenen ve bir iş modeli yaratması beklenen çalışmalar. Dolayısıyla hayatın ve piyasa şartlarının gerektirdiği gerçekliğe uygun olmayan, bu gerçekliğe göre planlanmayan projelerin uzun vadede hayatta kalması mümkün değil. Özetle, daha gerçekçi bir döneme girdik demeyelim ama startup kültürünün iyice oturmasıyla, hayal ile gerçek arasındaki bağı daha iyi kurabilen girişimlerin daha sürdürülebilir olduğu fark edildi. Buradan gelen deneyimle artık startupların daha ayakları yere basar hareket ettiklerini söyleyebiliriz.
Bugün Türkiye’de yeni bir girişimci, dünün girişimcisinin bilmediği veya o dönemde bilmesine gerek olmayan neyi bilerek yola koyulmak zorunda?
Bu konuyu biraz geçmişe giderek ele alırsak, 1989 yılında soğuk savaşın sona ermesinin ardından içinde bulunduğumuz dünya çok hızlı bir değişim sürecine girdi. Aslında bu sürecin temellerini uzun yıllar öncesine dayanan bir küreselleşme süreci olarak da değerlendirebiliriz.
Bu hızlı değişimi kabaca ülkeler arasındaki ekonomik, siyasi, sosyal ilişkilerin gelişmesi ve yaygınlaşması, ideolojik ayrımlara dayalı kutuplaşmanın çökmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi tanınması, ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi farklı görünen ancak birbirleriyle bağlantılı olgular olarak açıklayabiliriz.
Yani bir anlamda maddi ve manevi değerler ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimler milli sınırları aşarak dünya çapına yayıldı.
Özellikle 2008 krizinden sonra neoliberalizmin de etkisiyle bu dönüşüm kendini daha keskin bir biçimde hissettirdi.
Elbette bu dönüşümde teknolojinin katkısını da yadsıyamayız. İnternetin etkisiyle haberleşmenin kolaylaşması ve yaygınlaşması globalleşmenin hızla ilerlemesinin en büyük unsuru.
25 yıl öncesinden başlayan bu süreç haliyle iş yapış biçimlerini de değiştirdi. Globalleşme ile birlikte artık A ülkesinde üreten B ülkesine pazarlayabiliyordu. Zaman ve mekân sorunları ortadan kalkmış, pazarın kendisi globalleşmişti. Sermaye akışı ve dolaşımın yaygınlaşması yatırımların niteliğini de değiştirdi.
Ancak geldiğimiz noktada, ülke ekonomileri globalleşmeye karşı bir direnç alanı da oluşturdu. 2008 krizinin getirdiği güvensizlik ortamı, ekonomik belirsizlikler, artan işsizlik devletleri bir yandan da birtakım önlemler almaya teşvik etti. Bunların bir kısmı tasarruf önlemiyken bir kısmı da sermaye birleştirme yönünde oldu. Örneğin son dönemde Donald Trump’ın büyük Amerikan şirketlerine Amerika’da üretim için teşvik vermesi ve Çin’de, Rusya’da ve bazı Avrupa ülkelerindeki benzer tutum dünyada bir millileşme akımının da oluştuğunu gösteriyor. Hatta Türkiye’de de henüz tam olarak somut adımlar atılmasa da savunma sanayii, ilaç, otomotiv gibi sektörlerde yerlileşme konuşuluyor.
Elbette globalleşme hala etkisini güçlü bir şekilde sürdürüyor ancak öte yandan üretim açısından ve sermaye açısından bir yerelleşme de olduğu için şirketlerin ve yeni girişimcilerin hayatı zorlaşıyor haliyle. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yani para politikaları konusunda yöneten değil de yönetilen, uymak zorunda olan ülkelerde bu daha büyük bir risk oluşturuyor. Dolayısıyla yeni dönemde önümüzde girişimlerin daha makul, kaynaklarını iyi kullanan, tasarrufu ön planda tutan bir anlayışla yönetilmesi gerektiği gibi bir gerçek var. Bu anlamda teknoloji en büyük güç ve destek olacak. Yapay zekâ, otomasyon gibi kavramların hayatımıza girdiği yeni bir döneme girdik. Her anlamda bu yeni dönemde rekabeti koruyabilmek için kalite ön planda olacak. Dolayısıyla girişimler için kaynak verimliliğini nasıl yönetmeleri gerektiği, teknolojiyi nasıl dahil etmeleri gerektiği önemli bir gündem. Rekabet baskısı olduğu sürece teknolojinin de desteğiyle daha yaygın ve daha elverişli bir girişimi yaratmak için girişimcilerin global düşünmeleri gerekiyor.
Elbette dünün, bugünün ve geleceğin girişimcileri için bilinmesi gereken hiçbir zaman değişmeyecek bazı unsurlar da var. Bunlardan bahsetmek gerekirse; girişimci öncelikle yola çıkarken hangi motivasyonla çıktığını bilmeli. Benim için bu her zaman, içimdeki tutkuyu insanların yaşayış biçimlerini değiştirecek, “bu olmadan önce ne yapıyormuşuz” dedirtecek bir iş modeline dönüştürebilmek oldu. Bu doğrultuda yatırım yaptığım girişimleri seçerken de, iş fikri, pazar, rekabet ve benzeri teknik konulardan önce, girişimcinin kendisine bakıyorum. Tutkulu, azimli ve zeki bir girişimcinin çalıştığı her alanda fark yaratabileceğini, girişimini bir adım öteye taşıyabileceğini düşünüyorum. İyi bir girişimci çok kötü bir fikri bile adam edebilir. Kötü girişimciyse dahiyane bir fikri batırabilir.
Başarılı bir girişime imza atmak için fikrinizi pazar koşullarına ve tüketici dinamiklerine uygun şekilde düzenleyip ölçeklenebilir bir ekonomik değer üretebilmeniz gerekir. Buradaki asıl iş ise, fikri bulmak değil, onu hayata geçirmektir. Etrafta konuşulan her 1000 fikirden 7 tanesi proje haline gelir, 2’si başarı öyküsü olur. Üstelik önemli olan bir fikrin ilk kimin aklına geldiği değil, o fikri kimin başarılı şekilde uyguladığıdır. Biz Yemeksepeti’ni ilk sunduğumuzda pek çok kişiden, “bu fikri biz daha önce düşünmüştük” tepkisi aldık. Ama onlar yapmadılar, biz yaptık.
Bir diğer kritik konu da doğru ekibi bir araya getirmek. Bir kişiyi sadece arkadaşınız veya akrabanız diye ortak yapmayın. Ayrıca girişimciliğin tek kadrolu bir iş olmadığını da aklınızdan çıkartmayın. Girişiminizin en başından itibaren doğru insanlarla yol alın. Bir projeyi yoktan var edecek ve onu başarıya taşıyacak olan ekiptir. “Eğer bir odadaki en zeki kişi sensen, yanlış odadasın demektir” sözü size yol göstersin.
Son olarak, haklı bir klişe: Sevdiğiniz işi yapın. Sevdiğiniz işi yaptığınızda, engellerin üstesinden gelmek, tutkunuzu sürdürmek ve bunu insanların faydalanabileceği bir forma sokmak sanılandan çok daha kolay hale geliyor.
Girişimcilere tavsiyeler:
- Gençsiniz, risk alın.
- Tutkunuz mesleğiniz olsun.
- Denemeyin, yapın.
- Siz yapmazsanız başkası yapar.
- Fikrinize aşık olmayın.
- Doğru ekibi kurun.
- Kendinizi kullanıcının yerine koyun.
Yemeksepeti için satış öncesi en kritik eşik sizce neydi (Kullanıcı sayısı, sipariş sayısı, etkileşim, ciro, kâr)? Bu kritik metrik yıllar boyunca aynı mı kaldı, bugün farklı bir metrik mi söylersiniz?
Yemeksepeti'nin temel gelir modeli komisyon üzerine ve bu da yeni kullanıcı kazanımı ve mevcut kullanıcıların sipariş frekansından geçiyor. Yemeksepeti olarak en büyük başarı faktörümüz kurulduğumuz ilk günden bu yana kullanıcı deneyimi ve memnuniyeti odaklı bir hizmet anlayışını benimsemiş olmamız. Bu sayede bir kere üye olduktan sonra Yemeksepeti kullanıcılarını hem sistemde tutmayı hem de sipariş oranları arttırmayı başarıyoruz. Gördük ki 10 senelik bir Yemeksepeti kullanıcısı bile 11. senesinde yıllık ortalama siparişi oranını belli oranda arttırıyor.
Yemeksepeti olarak kurulduğumuz yıldan bu yana her yıl ortalama yüzde 50 oranında büyüyen bir şirket olduk. 2001 yılında 26 restoran ve günde 40-45 siparişle başladığımız serüvenimizde restoran ve sipariş sayımız her geçen yıl artarak devam etti. 2018 yılı sonunda ciro büyüme oranımız %53 olarak gerçekleşti. Bugün itibariyle 68 ilde, 19.000’in üzerinde üye restoran ve günde aldığımız ortalama 350 bin siparişle 11 milyon kullanıcımıza hizmet veriyoruz. 18 yıllık bir şirket olarak her sene ortalama yüzde 50 büyüme büyük bir başarı ve 3 sene için de bu oranda büyümeyi sürdürmek iddialı ve cesur bir hedef.
Dünyadaki startup ekosistemi ve yatırım ortamına baktığınızda 2019’da hangi alanlarda, nasıl bir değişim trendi görüyorsunuz?
Önümüzdeki dönemde nesnelerin interneti ve giyilebilir teknolojiler gündemde olmaya devam edecek. Platformlar arası etkileşimler ile işletim sistemlerinin arasındaki sınırlar giderek bulanıklaştıkça, buna uygun gerekli uygulamaları geliştirmek için adımlar da hızlanacak. Türkiye’de halen bu konuda yapılan ciddi çalışmalar görmüyoruz.
Tüm pazarlama iletişiminin entegre olarak tek bir yerden yapıldığı iletişimler daha da önem kazanacak. Bazı düşüncelerin aksine özellikle kaliteli içeriğin her zaman çok önemli olacağını düşünüyorum. Kaliteli içerik ve müşteri sadakati her zaman önemli olmaya devam edeceği için bu alanlarda çok daha fazla çalışmalar yapmamız ve kendimizi geliştirmemiz gerekecek. Dijitalleşen dünyada insanların hayatını kolaylaştıracak birbirine entegre edilmiş kanalların etkileşimiyle müşteri deneyiminin zenginleştirilmesi ve kişiselleştirilmesine yönelik uygulamaları daha fazla göreceğiz.
Paylaş