Paylaş
"Başarı nihai değildir, bozgun mukadder değildir; asıl önemlisi devam etme azmidir."
Geçen hafta THY'nin İstanbul-Londra uçuşunda izlediğim "Dunkirk" ve "Darkest Hour" filmlerinden birinde bir kez daha duydum bu Winston Churchill sözünü...
İkinci Dünya Savaşı'nın Nazilerin kazanmakta olduğu en karanlık günlerini anlatan bu filmleri arka arkaya izleyip, ardından Londra'da Churchill'in savaş kabinesini topladığı binanın önünde yürürken insan, "sığınak zihniyeti" (İngilizce'de "bunker mentality") denen kavramı daha iyi anlıyor.
Sürekli bir saldırı altında olanların geliştirdiği aşırı savunmacı tavrı anlatıyor bu kavram...
1940'ta Churchill'in yaşadığı gibi, bugün de dünyada ve Türkiye'de medya bir sığınak zihniyetinin baskısı altında.
Uluslararası Haber Medyası Derneği (INMA) zirvesine katılmak üzere gittiğim Londra'da bu kısırdöngüyü aşan ABD'li ve Avrupalı yayıncılarla bir araya gelme, en güncel bilgileri edinme imkanı buldum.
Önce, dünya basınının ilk merkezlerinden olan, 1980'lerde Rupert Murdoch'ın gazetelerini şehir dışına taşıyarak dönüştürdüğü ve bir anlamda "Londra'nın Cağaloğlu'su" diye nitelenebilecek Fleet Street'te Andrew ile dolaştık.
Daily Express’in 80 küsur yıl önce yapılan ama hala eskimeyen art deco tarzı binasının önünden geçip eskiden gazetecilerin uğrak yeri olan barları turladık.
1666'daki Büyük Londra Yangını’nda kül olduktan sonra ertesi yıl aynı yerde yeniden kurulan ve o günden beri korunan Ye Old Cheshire Cheese de elbette bu barlardan biri. Bu barda 40 yıl boyunca müşterilere dokuz dilde küfreden ve 1929’da zatürreden ölümü 200 ülkede haberlere konu olan papağan Polly’nin doldurulmuş bedeni önünde birer ale yuvarladık.
17. yüzyılda inşa edilen, 1840'lardan beri gazetecilerin takıldığı ve özellikle aynı adlı meşhur dergiyi kuranların müdavimi olduğu Punch’ta yemek yedikten sonra efsanevi seri katil Sweeny Todd’un aynı dönemde berberlik yaparken öldürdüğü 150 kişiyi gömdüğü söylenen 'Piliç ve Tavuk Avlusu’na girdiğimizde eski bir gazeteci olan Andrew gülerek şöyle diyor: “İki ayrı kaynaktan doğrulatamadığımıza göre bu hikayeye gerçek diyemeyiz."
Bu kısa girişle, basın tarihi de dahil olmak Batı’nın, ekonomik dönüşüme rağmen ortak hafızayı nasıl koruduğuna dikkat çekmek istedim ki bizde ahşap ve taştan güzelim Süleymaniye’ye asfalt döken, Taksim’i beton saksılarla donatanlar belki ders alır.
Çünkü kökünden koparılan hiçbir şey, hiçbir formülle uzun süre yaşatılamaz.
* * *
Fleet Street gazeteciliğin beşiği ise, onun ilk fabrikası da ABD olmuştu.
19'uncu yüzyılda iki yakası telgraf ve demiryolu ile bir araya gelen ABD hızla dünyanın en büyük medya pazarı haline gelince modern reklamcılık doğdu. Böylece gazeteler siyasi ve toplumsal hiziplerden mali bağımsızlığını kazandı.
Bu kez haberciliğin, şirketlerin özel çıkarlarına bağımlı hale gelmesi riski vardı ama aynı dönemde gazetecilik ilkelerinin haber ile reklamı net çizgilerle ayırması ile bu sorun da büyük ölçüde çözülmüş oldu.
20'inci yüzyılda önce radyonun, sonra televizyonun icadına rağmen gazeteler en önemli mecralardan biri olarak kalmayı başardı.
Fakat yüzyıl sonuna doğru hızlanan dijitalleşmeyle beraber art arda gelen inovasyonlar (internet, arama motorları, akıllı telefon, sosyal medya, vb.) hem platform hem de içerik sunucusu olarak gazetelerin karşısına çok güçlü rakipler çıkardı ve sektöre giriş bariyerlerinin giderek aşağı çekilmesiyle rakip sayısı alabildiğine arttı.
Bu parçalanma ve rekabet, gazetelerin sadece gösterim (display) temelli reklama dayanan geleneksel iş modeliyle bırakın büyümeyi, iyice küçülerek dahi ayakta kalamayacağı anlamına geliyor.
Son 10 yıldır bu durumun uluslararası medya camiasında yarattığı 'sığınak zihniyeti'nin karamsar havası ise bugünlerde dağılıyor.
Çünkü dünyanın dört bir yanında birçok yayıncı iyi işlemeye başlayan formüller geliştirdi ve yeniden büyümeye başladılar bile.
Bu formül, sadece reklama değil, doğrudan okura dayalı gelir modelleri geliştirmek ve bunları mükemmelleştirmek.
Özellikle, daha önce de birkaç kez değindiğim dijital abonelik ve üyelik temelli modeller...
Dijital abone olan bir okur, abone olmayana kıyasla 70 kat daha fazla gelir yaratıyor. Bu gelirleri yeniden gazeteciliğe yatırım için kullanan yayıncılar ise zamanla daha da fazlasını kazanıyor.
Bu alanda hemen hemen tüm başarılı örnekleri görmek üzere düzenlenen INMA zirvesi kapsamında The Guardian, The Times, Telegraph ve Financial Times gibi gazetelerin yazı işlerini ziyaret ettik. (Altta: Telegraph yazı işleri... Solda görülen ve bu katın merkezinde yer alan dairesel masada monitörün arkasında oturan mavi gömlekli kişi Telegraph Genel Yayın Yönetmeni Chris Evans)
New York Times, Wall Street Journal, Schibsted, The Economist ve Bild gibi önde gelen yayıncıların üst düzey yöneticilerini dinledik.
Ben de Reuters'ın Londra'daki merkezinde düzenlenen zirvenin son oturumunda kağıt ve dijital mecrada bütünleşik iş akışları konusunda soruları yanıtladım.
* * *
Farklı abonelik modelleriyle başarıya ulaşan 30'dan fazla yayıncının (yüzde 54'ü "freemium", yüzde 34'ü "metered" modeli kullanıyor) verdiği tüm bilgileri burada paylaşmam imkansız ama özellikle Batı medyasının "en karanlık saatinin" ardından şimdi nasıl yeniden kendisini bulduğunu anlatabilmek için şu notları aktarmakla yetineyim:
* Dijital abonelik için 2016 başında yola koyulan Telegraph 2018 sonunda en az 3 milyon kayıtlı okura ulaşmayı planlıyor ve bunların yüzde 20'si "premium" paketine abone. Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Mike Adamson şöyle dedi: "Son 10 yılda birçok gazete küçülerek başarılı olacağını sandı ve yanıldı. Biz şimdi okurdan kazandığımız ile yine okurun talep ettiği kaliteli ve bağımsız gazetecilik için yeniden insana yatırım yapıyoruz. Bu yıl yayın ve teknoloji bölümlerimizde 100 kişi daha istihdam edeceğiz."
* New York Times'ın abonelik geliri geçen yıl 1 milyar doları geçti. Sadece dijitalde abone olan okur sayısı 2.6 milyon ve bunun içinde haber dışındaki bulmaca ve yemek uygulamaları aboneleri de var. New York Times Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Charlotte Gordon'a, "Haberde uluslararası bir markasınız, bu yüzden ücretli haber için de cazip bir adressiniz; peki ücretsiz birçok kaliteli alternatifin olduğu yemek veya seyahat gibi haber dışı alanlarda kendinizi nasıl farklılaştırıyorsunuz?" diye sordum. “Tam da güçlü haber markamız sayesinde diğer alanlarda başarılı olacağımızı düşünüyoruz. Bize en uygun alanları ise hem kendi yeteneklerimizi, hem de okurun beklentilerini ve pazarın durumunu derinlemesine inceleyerek seçtik” dedi. Ardından, hakikatin sorgulandığı bir çağda gazeteciliğini önemini vurgulayan "Truth Is Hard" (Gerçek Zordur) tanıtım kampanyasını hatırlattı ve şöyle dedi: "Bu kampanya o kadar başarılı oldu ki insanlar gazetedeki 'Truth' (gerçek) yazılı ilanımızı kesip pencerelerine yapıştırdılar." (Altta)
* Ücretli üye sayısını 2017'de 300 binden 800 bine çıkaran The Guardian'ın 2016 başında başlayan tek seferlik bağış programına da 140 ülkeden 300 bin okur para gönderdi. Bu sayede iki yıl önce 150 milyon sterlin zararda olan gazetenin, Mart 2019 itibariyle kâra geçeceği öngörülüyor. The Guardian yöneticileri, “Operasyon maliyetlerimizi bile karşılamadığı ve Google ile Facebook var oldukça karşılamayacağı da ortada olan reklam gelirlerine güvenilemez” diyerek e-ticareti de gelir kaynakları arasına sokmuş (toplamın yüzde 10'u).
* Financial Times'ın (FT) 920 bin abonesinden 720 bini sadece dijital pakete sahip. Yıl sonu için 1 milyon olan hedeflerine ne kadar kaldığını gazete binasının girişindeki büyük ekrandan takip ediyorlar. Onlar da The Times gibi sıkı bir ücret duvarı (paywall) uyguluyorlar ama The Times'ın aksine yayın politikasında "önce dijital" (digital first) diyorlar. The Times son dakika haberciliğinden neredeyse tamamen çıkarken, FT "kriz zamanlarında da bir haber kaynağı olarak anlamını korumak için" ve dozunda olmak kaydıyla son dakika haberlerini aktarıyor. FT'nin üç yönetim kurulu üyesiyle görüştük, bu bilgiler onlardan.
* Boston Globe en sadık okur kitlesine odaklanıyor. Çünkü 40 milyon dolarlık dijital gelirinin yüzde 86'sı, toplam kullanıcı sayısının yüzde 2'sini oluşturan 90 bin 'süper kullanıcı'ndan geliyor.
* 2.5 milyon aboneye ulaşan Wall Street Journal, artık kendisini "tutkulu insanlar için en önde gelen üyelik" diye tanımlıyor. Öğrencilerden CEO'lara farklı kitleleri hedefleyen içerikleri ve üyelik avantajlarıyla prestijli bir tür kulübe dönüştüler bile. Gazetenin Pazarlama Direktörü Suzi Watford, "Kim olduğunu bilmediğimiz ve neredeyse hiç değer yaratmayan anonim kullanıcıya bir şeyler tıklatabiliyor muyuz diye aldatıcı bir oyun oynamak yerine kaliteli içerik için ücret ödeyen okurları merkeze alan yeni bir performans ölçüm sistemine geçmenin bu başarıya giden yolda önemli bir kilometre taşı olduğunu" söyledi.
* Google yayıncılar için trafik kaynağı olarak önemini korurken, Facebook bu konuda önemini kaybediyor. Ancak iki şirket de, yayıncılar için önemli bir abone kazanma (acquisition) ve "aboneyi tutma" (retention) platformu.
* İngiliz The Times'ın bugün 230 bini sadece dijital pakette olmak üzere toplam 474 bin abonesi var ki bu geçen yıla göre yüzde 24 artış demek. Kayıtlı kullanıcı sayısı ise bu ay 3 milyonu aşmış. Dört yıl içinde son derece rekabetçi bir pazarda dijital abonelik fiyatını önce 2, sonra 4 ve şimdi 6 sterline çıkarmış olmalarına rağmen okur kaybetmemişler. Rupert Murdoch'ı eleştirebilirsiniz ama 2010'da Times'ı dünyada en sıkı ücret duvarlarından (hard paywall) birine geçiren iradeyi ve uzak görüşlülüğü sergilediği için takdir de etmelisiniz. Abonelik gelirleri sayesinde Times 20 yıldır ilk kez bu yıl kadrolu gazeteci sayısını artırdı. (Altta: Times'ın da bulunduğu News International merkezinin girişinde "Önemi olan hikayeleri anlatmak, fikirlerin tohumlarını saçmak, duyguları tetiklemek; anları, anlamı ve sihri yakalamak..." diye başlayan ve grup gazetelerinin misyonunu tanımlayan dev pano)
Diyebilirsiniz ki, "Bunlar İngilizce yayın yaptıklarından dünyanın her yerinden abone bulabiliyorlar, Türkiye'de bu işlemez."
Ben de derim ki, "Peki ya Almanca yayın yaptığı ve 13 Euro'ya varan yüksek fiyatlarla premium içerik paketleri sattığı halde 390 bin dijital aboneye ulaşan Bild?"
Diyebilirsiniz ki, "Almanya'da herkes internet kullanıyor, alım gücü de yüksek, Türkiye'de kimse dijital içeriğe para ödemez."
Ben de derim ki, "Peki ya Slovakya'da 2015'te önce birkaç gazeteci tarafından kurulup bugün bu minik ülkede 45 gazeteciyi istihdam eden, 5-9 Euro'luk abonelik paketleriyle gelirinin yüzde 80'ini dijitalden kazanıp kâr eden bağımsız dijital yayıncı Dennik?"
Yahut Hindistan'dan Latin Amerika'ya, hatta Afrika'ya, gelişmekte olan dünyada yeşeren yeni başarılar?
Ama derseniz ki, "Bunlar rahat... Türkiye'de mesleklerini yaptığı için hapiste olan onlarca gazeteci, ülkeyi dünya demokrasi liginde tek başına küme düşürmeye yetecek haksızlıkların yaşandığı Cumhuriyet Davası var..."
Buna kimse tatmin edici bir cevap veremez çünkü gerçekten de bu ülkelerin çoğunun aksine Türkiye'de medya sadece ticari değil, siyasi zorluklarla da karşı karşıya.
Yine de, okur haber alma hakkına sahip çıktığı ve gazeteci de bu hakkı esas alarak görev yaptığı sürece, en karanlık saat er ya da geç geride kalır, her yerde sabah olur.
Madem bir Churchill sözüyle başladık, bir başkasıyla bitirelim:
“Asla, asla, asla vazgeçmeyin. Şeref ve sağduyunun gerekli kıldığı haller dışında asla vazgeçmeyin ... Bu bir son değil. Bu sonun başlangıcı bile değil. Bu belki, başlangıcın sonu."
YENİ MEDYA İLETİŞİM AĞI’NDA BU HAFTA: FACEBOOK'TAN TÜRKİYE KARARI
Facebook geçen hafta Türkiye’yi de etkileyen önemli bir karar vererek kendi hizmet şartları belgesini değiştirdi.
Buna göre Avrupa Birliği dışındaki tüm ülkelerde Facebook’un ABD’deki kuralları geçerli olacak. Oysa bugüne kadar Türkiye, Facebook’un İrlanda’daki merkezine bağlıydı, yani AB kuralları geçerliydi.
AB’nin Genel Veri Koruma Regülasyonu (GDPR) denen yeni yasası gelecek ay yürürlüğe girince AB vatandaşlarının kişisel verileri çok daha etkin bir şekilde korunacak.
Facebook ise son kararıyla Türkiye’dekiler de dahil 1.5 milyar kullanıcısını bu korumanın dışına itmiş oluyor.
Yani bugüne kadar vergi avantajı sağlamak için Türkiye'ye AB üyesi bir ülke gibi muamele eden Facebook, işine gelince Türkiye'yi bir anda ABD'ye bağladı!
Gazetecilik öğrencileri, iletişimcilik profesyonelleri ve akademisyenlerle oluşturduğumuz Yeni Medya İletişim Ağı'nda bu hafta bu konuyu tartıştık. (Siz de bu bilgi paylaşım ağına katılmak isterseniz, bana bir e-posta göndermeniz yeterli: ekizilkaya@hurriyet.com.tr)
Gelen yorumlardan öne çıkanlar şöyle:
Didar Karataş: GPDR internetin keşfinden bu yana uygulanacak en kapsamlı çevrimiçi gizlilik düzenlemesi. Böyle hukuki düzenlemelerin artmaya başlaması henüz tüm ülkeleri kapsamasa da, her gerekli hak gibi, diğer ülkelerin hukukunda da zamanla kendine yer bulacaktır. Facebook şimdilik bu eksikliği, kendi kazancı ve menfaati yönünde kullanacak gibi gözüküyor. AB ülkeleri dışındakilere ise Facebook ile aralarındaki ilişkide yapabilecekleri iki seçenek kalıyor. Ya Facebook'u engelleyip arkadaşlıktan çıkaracaklar ya da Facebook ile birbirlerini beğenip, yorum yaparak kullanmaya devam edecekler :)
Gökhan Korkmaz: Facebook, Twitter, Instagram gibi ağları yöneten şirketlerin oluşturmuş olduğu tekele kendimizi esir etmemeliyiz. Sosyal medyayı iktidar ve güç ilişkileri düzleminde ele alırsak kişisel verilerimiz çok tehlikeli amaçlar içinde kullanılabilir. Artık farklı alternatif ağ mimarilerini tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. İnternet üzerinde bu şirketlerin oluşturmuş olduğu tekeli kırmak için daha faydalı daha güvenli ve insanları kutuplaştırmayan ortamlar yaratılması gerektiğini düşünüyorum. Daha özgür, daha demokratik bir toplumsallığın kurulmasına katkıda bulunacak farklı alternatif kanallar yaratmamız gerektiği kanısındayım.
Selma Kara: Ben bugün konuyla ilgili sokak röportajı yaptım. Bir kullanıcının şu söylemi mantıklı geldi, "Bir hizmetten para alınmıyorsa başka bir maksadı vardır" dedi. Açıkçası bugüne kadar konunun bu yönünü hiç düşünmedim. Sokakta konuştuklarım da genel olarak güvenli bulmamalarına rağmen kullandıklarını söylüyor. Güvenli olmamasından anladıkları şey dolandırılmak, hesaplarının çalınması. Bir de siyasi paylaşım yapmazlar ise herhangi bir zararının olmadığına inanıyorlar. En önemlisi de Facebook skandalı ile ilgili bilgi sahibi olan çok ama çok az.
Murat Kaytan: Güven vermeyen her uygulama değer kaybetmeye mahkumdur. Teknolojinin ilerlediği günümüz dünyasında kişisel verilerimizi korumayan Facebook er ya da geç bizi, yani Türkiye'yi kaybedecektir.
Merve Dalar: Facebook'un yeni hizmet şartları belgesinde ucu açık çok nokta var. Sonuçta hayır kurumu olsun diye çalışan bir platform değil. Şirketin iş modeli bu. Günün sonunda biz üretiyoruz ve ister “market” ister “politik” amaçla satılıyoruz... Türkiye'nin girmemesi durumu konusunda çifte standart olduğunu düşünüyorum her zamanki gibi. Avrupa'nın insan hakları konusunda daha hassas olması ve vatandaşların ve akademisyenlerin tutumuyla bir şey göstermek zorundalar.
Onur Avcı: Ülkemizde yakın zamanda yürürlüğe giren Kişisel Verilerin Korunması Kanunu mevcut. Zaten bu yasa halihazırda AB standartlarına göre hazırlanmış, ancak güncellenen yasalarla paralel olarak revize edilir mi, bilmiyorum. AB'nin yürürlüğe girecek olan yasasıyla ülkemizdeki kanunu kıyaslayarak derinliğini ve içeriğini daha net tartışmak mümkün olabilir.
Paylaş