Paylaş
Her devletin gelenekleri var. Ve sonuçta her gelenek tarihin belirli bir noktasında başlıyor.
Dolayısıyla yeni bir cumhurbaşkanlığı sarayında, yeni bir karşılama geleneği başlatma fikri, doğru veya yanlış bulunmasından bağımsız olarak, aslında kendi içinde tutarlı.
Ayrıca, tarihi kıyafetli o askerlerden biri için "bornoz giymiş" diye espri de yapılabilir, ama mesela İngiltere'nin ayı postundan yapılmış şapkalı askerlerden oluşan tören kıtaları hatırlandığında, bunun aslında o kadar komik olmadığı görülecektir.
Yeni cumhurbaşkanlığı sarayındaki askeri kıyafet gösterisiyle ilgili asıl sorun bunlar değil. Sorun, bir gelenek "icat" etmeye kalkarken, onu fikri temel ve tarihi köklerden yoksun bırakmakta yatıyor.
* * *
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın karşılamasında tarihi kıyafetler giydirilen 16 askerin, tarihteki 16 Türk devletini temsil ettiği söyleniyor.
Bu devletlerin (1960'larda bir yüzbaşının yazdığı kitapta) tarihsel gerçeklikten uzak bir keyfiyetle seçilmiş olduğu gerçeğini yahut 1500 yıl önce yıkılan bir bozkır aşiretleri konferasyonundan bugün modern bir demokrasi olarak nasıl feyz alabileceğimiz sorusunu bir kenara bırakalım.
Bu "devletlerden" bazılarının ne kadar devlet ve hatta ne kadar Türk oldukları bile tartışmalı olduğu gibi, mesela forstan neden Memlûk Türk devletinin dışlandığı da bilinmiyor. Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı'nın resmi sitesinde de belirtildiği gibi, forsun kısa tarihi dahi tam belgelenmemiş. Yani icat edilen gelenek, işte bu kadar köksüz...
Üstelik, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı tarafından bir süre önce ortaya atılsa da, Abdullah Gül'ün hayata geçirmediği bu fikri halefi Recep Tayyip Erdoğan'ın Abbas önünde ilk kez uygulatması "manidar" değil mi?
Filistin'e 300 yıldan süre hükmetmiş Osmanlı'nın temsili askerini Abbas'ın karşısına dikmenin tuhaflığından değil, başka bir şeyden bahsediyorum. (Daha önce de İsrail Gazze'yi bombalarken Mustafa Sandal ve başka ünlülerle neşeli bir karenin içine düşen Abbas Türkiye'ye şerbetlidir.)
Aslında demek istediğimi, tam da bizim Cumhurbaşkanlığı Forsu'na bu "12 Türk devleti" anlamının uydurulduğu yıllarda bir Fransız yazar çok güzel özetlemiş.
Guy Debord 1967'de yayınladığı 'Gösteri Toplumu'nda şöyle yazıyor (ki bu kitaptan daha önce de başka bir bağlamda birkaç alıntı yapmıştım):
“Tarihin ve hafızanın felce uğramasının, tarihsel zaman temeli üzerinde kurulu olan tarihin terk edilmesinin mevcut toplumsal örgütlenmesi olan gösteri, zamanın yanlış bilincidir.”
* * *
Debord sanki bu sözleri, Beştepe'deki 16 savaşçıyı görüp de yazmış... Veya belki de Putin'in, Ankara'da devlet tiyatrosu oyuncuları tarafından karşılanmasını...
Tarihin, bağlamından koparılıp bir piyes gibi sergilenmesi, güdülen hedeflerin siyasi olduğu düşünüldüğünde, aslında son derece anlaşılabilir.
Ama aynı zamanda bu sahne, Türkiye'de siyasal İslam'ın Erdoğan ve Necmettin Erbakan gibi büyük politikacılar üretmesine karşın, bir tarih nosyonuna sahip politik teorisyenler ve ideologlar çıkaramadığının da resmi.
Son tahlilde günlük siyaset bir gösteridir. Siyasetçiler, mesela tiyatro oyuncuları gibi, günlük "performanslarıyla" kitleleri etkileyebildikleri ve inandırabildikleri sürece başarılı olurlar.
Ancak Atatürk'ün temsil ettiğine benzer şekilde pratiğe geçirilen "devrimci" bir siyasi teori, o anda sergilenen "performansı" aşan ve geçmişten geleceğe uzanan bir bilgi altyapısına da sahip olmalıdır --ki o altyapıyı hiçbir siyasetçi tek başına kuramaz.
Mesela Ziya Gökalp ve Namık Kemal olmadan, Atatürk olabilir miydi?
Ne Sünni Mısır'ın Seyyid Kutb'una, ne de Şii İran'ın Ali Şeriati'sine denk bir figür çıkarabilmiş Türk İslamcılığı, bu yüzden on yıllardır gündelik siyasette harikalar yaratıyor olmasına karşın, tarih bilincine dayanan bir entelektüel derinliği geliştiremediği sürece, bu toplumda ancak bozkır konfederasyonları kadar kalıcı olabilir.
Hülasa, üstadı Necip Fazıl* olan bir siyasal hareketin son haddi, Beştepe'deki 16 savaşçıdır.
NOT: Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983), Türk dilinin en büyük şairlerinden biridir.
Paylaş