Muhtar kafayı bulunca!

ELİMDE iki ciltten oluşan nefis bir kitap. Günler boyu hiç ara vermeden okuyup bitirdim. Eski kaymakam Ahmet Şensılay yazmış.

‘Bir Taşra Bürokratının Anıları.’ Kendisine sordum, elinde sadece 50 adet kalmış. Şu anda piyasada satılmıyor.

Bir kaymakam, hele atılgan, sözünü esirgemeyen ve iş bitirici ise kendi bakanlığında ve il valileri ile neler yaşar? Başına neler gelir? Kişilikli ve kişiliksiz, korkak ve yürekli valiler ve kaymakamlar... Ülkenin yönetim biçimi... Aşiretler, ilçe memurlarının düzeyi, yiyiciliği ve rüşvet... Şensılay, ilçelerde yaşadığı acı, tatlı ve garip olaylarla birlikte başına gelenleri de inanılmaz akıcı bir üslupla aktarıyor. Bir ibret belgesi.

İkinci cildin, kitabın sonlarına gelmiştim. Orada bir olay anlatıyor ki, bunu sizinle de paylaşmak istedim.

O sırada Ahmet Şensılay, Mardin’in Ömerli İlçesi kaymakamı.

İlçenin İkipınar isimli bir köyü var. Muhtar, kaymakamı sık sık köye davet ediyor. Günün birinde İlçe Jandarma Bölük Komutanı Kadir Üsteğmen’le birlikte köye gidiyorlar. Ancak gitmeden önce muhtardan bir istekte bulunuyorlar:

‘Rakıyı da soğut.’

Muhtar dini bütün bir adam. Hayatında ağzına içki koymamış. ‘İşte o olmaz’ diyor. Bunun üzerine bir pazar günü rakılarını alıp köye gidiyorlar. Muhtar yemek hazırlatmış. Kendi rakılarını açıyorlar, yemeğe başlıyorlar. Öncesini ve sonrasını Şensılay’ın kitabından izleyelim:

* * *

Muhtar rakı yok mu’ diye sordum. ‘Yoook, işte o olmaz. Günah, bizde rakı bulunmaz’ dedi. ‘Canım günahı içenin boynuna, bundan sana ne! Sen bize ver, içelim. Biz zaten günahkárız, Allah affetsin.’

‘Yok ki, olmayınca ne vereyim.’

Bunun üzerine kendi rakımızı çıkardık, çay bardaklarına koyduk. Bu durumda muhtarın yapabileceği bir şey kalmamıştı. Biraz sonra aklıma bir hınzırlık geldi. Bir çay bardağına rakı doldurup suyunu ve buzunu ekledim, muhtarın önüne sürdüm.

‘Haydi muhtar iç bakalım, günahı benim boynuma.’

‘Yapma etme kaymakam bey, bu yaşıma kadar ağzıma sürmemişim, bana bunu etme.’

Bu kez Kadir Üsteğmen atıldı: ‘Devletin kaymakamı iç diye emrediyor, sen itiraz mı ediyorsun?’ Zavallı muhtar ne yapacağını bilemedi. İçse bir türlü, içmese bir türlü. Sonunda bardağı eline aldı ve bir dikişte içti. İçti içmesine ama suratı bumburuşuk oldu, ağzını açıp derin nefes aldı. Boşalan kadehini yeniden doldurdum, suyunu buzunu koydum. ‘Hemen içme, ben iç deyince içersin’ dedim ve çatalımla ağzına bir peynir parçası uzattım.

Biraz sonra kadehimi kaldırdım, muhtara önündeki kadehi işaret ettim.
‘Haydi bakalım, iç.’ Muhtar yine suratını buruşturdu ve bir dikişte içti... Ve bize dönerek sordu: ‘Hele siz bana deyin bakayım, siz bu zıkkımı gönül rızasıyla mı içiyorsunuz, yoksa devlet zoruyla mı?

Komutanla birbirimize baktık. Bu çok bilgece bir soruydu. Üsteğmen yanıtladı:
‘Biz devletin memurları değil miyiz, elbette devlet zoruyla içiyoruz.’ Muhtar bir an durdu, sonra gözlerini kısarak bize dikti: ‘Tevekkeli değil, bu gönül rızasıyla içilecek bir bok değil.

Kalakaldım. Kahkahadan neredeyse masadan devrilecektim. Bu cevabı asla beklemiyordum. O hınzır muhtar, bu sözleriyle beni dağıtmıştı. Koptum gittim. Kadir Üsteğmen’in de benden geri kalır tarafı yok. Her kadeh kaldırışımızda
‘Allah devlete millete zeval vermesin’ demeye başladık.

Ne var ki o kahkahalar arasında çok önemli bir ayrıntıyı yakaladım. Muhtar hiç alışık olmadığı rakıdan iki kadehi bir dikişte içince kafayı bulmuş, gözünü şişeye dikmişti. Bir kadeh daha doldurmamı istediği ve beklediği o kadar belliydi ki, anlamamak için alık olmak gerekirdi. Ama benim de hınzırlığım üstümdeydi. O kadehi doldurmadım.

Muhtar sabırla bekledi. Sonra benim doldurmaya niyetim olmadığını anlayınca birdenbire şişeye saldırdı ve bardağına doldururken konuştu:

‘Madem devlet bu zıkkımı içmemizi istiyor, içelim bari.’

İşte o zaman gülmekten masadan yuvarlandım.

30 yaşındaydım ve hayatımda o kadar çok güldüğümü hiç hatırlamıyorum. Bu satırları yazdığım yaşa kadar geçen 20 yılda da hiç o kadar çok gülemedim.’
Yazarın Tüm Yazıları