Paylaş
Türkiye'de neler oluyor? Aklımız duruyor. Bu ülke nasıl yönetiliyor? Yargı mekanizması nasıl çalışıyor? Gazeteci arkadaşım Ersin Bal, DGM'de görevli hâkim albay Faik Secer Başaran'ı konuşturmuş, tüylerimiz ürperiyor. Adam uyuşturucu kaçakçılarının tahliyesi için aracılık ve ricacılık (!) yaptığını kabul ediyor. Fakat para için değil, hatır için yaptığını söylüyor. Eksik olmasın! Ortada dönen 500 bin dolar ise kaybolmuş!
DGM yargıcı albay Faik, bu olay açığa çıkınca ordudan istifa etmek zorunda kalmış. Bu şahıs yargılanmalı ve hak ettiği cezayı almalı. Bunun aracılığı ile -şimdi hapiste olan- uyuşturucu kaçakçılarını tahliye eden DGM heyeti de yargılanmalı.
Biz bu ülkede DGM savcılarına ve yargıçlarına da güvenmeyeceksek, kime güveneceğiz?
Mahkemelerden hatırla, parayla karar mı çıkıyor bu ülkede?
Uyuşturucu kaçakçılarına aracılık yaptığını kabul eden şahıs, kendisinden bu konuda istekte bulunanların isimlerini açıklamıyor ve diyor ki: ‘‘İdam edileceğimi bilsem söylemem. Delikanlılık vardır ya, söylememe imkân yok...’’
Türkiye'de yargı bu durumlara mı düşecekti?
***
Polis, devleti milyonlarca dolar soymaktan aranan Türkiye Kalkınma Bankası eski Genel Müdürü Özal Baysal'ın, Demirel'in kayınbiraderi Ali Şener'in bürosunda saklandığına ilişkin ihbar alıyor. Büroya gidiliyor. Ekip içeri alınmıyor. Bu sırada Cumhurbaşkanlığı korumaları gelip polis ekibini oradan uzaklaştırıyor. Bu olay sonrasında ‘‘Çankaya’’, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün üst düzey yetkililerine fırça atıyor!..
‘‘Siz Ali Bey'in bürosuna nasıl girmek istersiniz...’’
Ali Şener diyor ki: ‘‘Bürom arandı, Baysal yoktu...’’ Emniyet yetkilileri ise ‘‘Hayır, kapıdaki tartışma sürerken Cumhurbaşkanlığı korumaları gelip bizi içeri sokmadılar’’ iddiasında bulunuyorlar.
Anlaşılan, bu olayın üzerine gidildiği takdirde, ortaya inanılmaz gerçekler çıkacak.
Ama Türkiye o duruma gelmiş ki, hiçbir babayiğit bu işin üzerine gidemez.
***
İrticacı ve kapatılan Refah'la bağlantılı olduğu ortaya çıkan Yuva Vakfı'nın yöneticileri, polis baskınıyla yakalanıyor. Vakıf ve buna bağlı yerlerde yapılan aramalarda inanılmaz belgeler ele geçiriliyor.
DGM nöbetçi yargıcı bunları tutuklamayıp serbest bırakıyor!..
Ve ertesi gün DGM heyeti bunları tutukluyor.
Bu nasıl iştir? Adaletin hangi kararı doğru?
***
Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu, yazar Şakir Keçeli'nin bir eserini ders kitabı olarak benimsemiyor. Yavuz Alatan'ın dünkü haberinde okuduğunuz gibi, devletin resmi yazısında Keçeli'ye inanılmaz hakaretler yağdırılıyor. Veli Kılıç imzalı yazıda, yazar için ‘‘Kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmaz... Cahilse ya da aklı yetmiyorsa... Bu sözlerin hesabını bir gün Allah huzurunda verecektir... Aklı varsa tövbe etmelidir’’ gibi laflar kullanılıyor.
Bu ifadeler devletin resmi yazısında yer alıyor. Altında imzası olan şahıs, Talim Terbiye Kurulu üyesi.
Bu nasıl iştir, Milli Eğitim Bakanlığı hangi kafalara teslim edilmiştir?
Kim gidecektir bunların üzerine?
***
Akşam Gazetesi on binlerce aileye yemek takımını ve televizyonlarını vermemiş, halktan topladığı paraların üzerine yatmış. Şirin Ilıcak ailesi, mağdur ettiği insanların sırtından haksız kazanç sağlamış. Devletin Sanayi Bakanlığı'nın belgesinde bunların ‘‘dolandırıcılık’’ yaptığı ve İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunulduğu belirtiliyor.
Mehmet Ali'nin anası, bunları yazdığım için günlerden beri bana sövmekle meşgul! Kendi küfürleri bitti, şimdi Mehmet Altan, ihale takipçisi Liboş Mehmet, dolandırıcılıktan hükümlü Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar gibi entel-liboş takımının geçmişteki küfürlerini kullanıyor!
‘‘Müslüman’’ Fethullah'ın sağ kolu olan takkeli liboş, arşivinden bunları besliyor! On binlerce insan aldatılmış. Onların yanında yer almak yerine, aldatanların yanında saf tutuyorlar!
Fakir fukaranın sırtından trilyonlar kazananların, şimdi bacakları titriyor... Çünkü tutuklanıp içeri girme tehlikesi karşısındalar.
Korkuyorlar. Ama üzerine yattıkları promosyonlar konusunda hiçbir şey söyleyemiyorlar. Zannediyorlar ki, küfür yağdırdıkça bu iş unutulacak!
Yemezler! Bu işi sonuna kadar götüreceğim.
İşte Türkiye bu durumlara düştü.
Sahipsiz bir ülke. On binlerce vatandaş mağdur edilmiş ama onların hakkını savunması gereken devlet mekanizmaları çalışmıyor.
Burada günlerden beri soruyorum:
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, Sanayi Bakanlığı'nın dolandırıcılıkla ilgili suç duyurusu konusunda hangi işlemi yaptı?
Bakanlıktan ve savcılıktan ses çıkmıyor.
Kamu yönetimi ve yargı mekanizması bu durumlara düşen, devletin resmi belgelerinde dolandırıcılık yaptığı belirtilen şahıslardan bile hesap soramayan bir Türkiye!..
Paylaş