Paylaş
O artık aramızda değil. Hastalığından çok çekti ama hepimizi hayrete düşürecek biçimde sağlam durdu, moralle yaşadı. Aylardan beri durumu çok kötüydü. Sadece yaşama bağlılık ve gazetecilik aşkıyla biraz daha yaşamayı başardı.
Burada 14 Mart Pazar günü çıkan yazımın başlığı ‘‘Şu Bizim Gülçin Telci’’ idi. Ölümünü bekliyorduk. Şimdi itiraf ediyorum, Gülçin'le ilgili duygu ve düşüncelerimi ölümünden sonra yazmayı içime sindirememiştim. O yaşarken yazmalıydım. Yaşamının son günlerinde ona biraz olsun güç ve moral vermeliydim.
O gün annesinin cenazesi kalkıyordu. Beni iki kez aradı, teşekkür etti... ‘‘Biliyor musun, okuyunca ağladım. Beni çok duygulandırdın, çok mutlu ettin. Ne telefonlar geldi bilemezsin. Aydın Bey bile Emin'in yazısını oku diye aradı’’ dedi. Sonra ekledi:
‘‘İyileşir iyileşmez Ankara'ya geleceğim. Seninle konuşacaklarım var.’’
O durumunda bile iyileşmeyi mi bekliyordu, yoksa kendi kendine moral mi vermeye çalışıyordu? Bilmiyorum.
Ben İstanbul'a geleceğimi söyledim... ‘‘Gel de sana rakı sofrası kurayım’’ dedi. İstanbul'a gittim ama cıvıl cıvıl Gülçin'i o durumuyla görmek içimden gelmedi.
Gülçin'in saygın anısı önünde eğiliyorum ve 14 Mart tarihli yazımı burada bir kez daha kullanıyorum:
***
‘‘Bugün size bir güzel insandan, bizim Gülçin Telci'den söz etmek istiyorum. Hürriyet benim gazetem. Doğal olarak baştan sona okuduğum, hatta çıkacak haber ve yorumları bir gün öncesinde bilgisayar ekranından okuduğum gazete. Burada itiraf edeyim, gazetede bazı yazarları pek okumam, bazılarını çok dikkatle okurum.
Ama aralarında biri vardır ki, haftada iki gün, cumartesi ve pazar günleri yazar. Ne yazacağını bir hafta boyunca sabırsızlıkla beklerim.
Gülçin Telci.
Gün gelir, onu telefonla ararım...
‘Sevgilim, ne patlatıyorsun bu hafta?..'
İyi bir konu bulmuşsa zevkten dört köşe olmuştur. Hemen anlatmaya başlar:
‘Sevgilim çok güzel bir şey var... Falancanın inanılmaz bir rezaletini yakaladım. Onu yazıyorum.'
Ya da bize, Ankara bürosuna o telefon eder:
‘Çocuklar, ben şöyle bir yazı yazıyorum. Şu yönünü benim için araştırın, belge bulun.'
Bütün büro Gülçin için seferber olur...
Çünkü Gülçin Telci, hepimizin sevgilisidir.
Ben, Gülçin kadar yüreği gazetecilik aşkıyla, gazetecilik coşkusuyla atan ikinci bir kimse görmedim. Acayip bir şeydir. Yazdığı o haberle karışık yorumları nereden alır, nasıl bulur, aklımın almadığı bir şeydir.
Bazen o pıtı pıtı yürüyüşüne takılıp arkasından bakarım ve yüzüne karşı da ‘Helal olsun kız sana. Sende mangal gibi yürek var' derim.
Onunla sohbet zevktir, keyiftir.
Önümüze bilmediğimiz dünyaların kapılarını açar. Bana sorarsanız Gülçin, sadece İstanbul'un değil, Türkiye'nin muhtarıdır. Tanımadığı kimse yoktur. Tanımanın ötesinde, onların içyüzünü, ciğerinin içini bilir.
Bunca bilgiyi nereden aldığını hep düşünürüm.
Hele İstanbul kaymak tabakasında dönen dümenleri, pislikleri, kimin nereden nasıl götürdüğünü avucunun içi gibi bilir ve kesin bildiği şeyi de korkmadan yazar.
Biz nice ‘erkek' gazeteciler gördük ki, bildiğini yazmaktan korkar!.. Ya da yazmadan önce işin hesabını yapar!.. Çünkü geçmişleri temiz değildir.
O zaman ‘O bana dedi ki, ben ona dedim ki' muhabbeti, yazı konusu olur... Çünkü o anlı şanlı köşe yazarlarından pek çoğunun bir perde arkası hesabı vardır. Kimsenin üzerine gidemezler. Gittikleri anda, geçmişteki pisliklerinin ortaya çıkarılacağını bilirler.
İşte, Gülçin Telci bunun için yüreklidir. Korkmadan yazar... Çünkü lekesizdir, temizdir, kimsenin adamı olmamıştır.
***
Bundan birkaç ay önce Ankara'ya gelmişti. Yazısını bizim bürodan geçmiş. Ekranda okuyorum. Yazıişleri'ne bir not koymuş:
‘Biz Emin Çölaşan'la burada bir resim çektirmiştik. Filmi İstanbul'a göndermişler. Yarın benim köşemde o resmi kullanmanızı rica ediyorum.'
Ertesi gün köşesinde bizim sarmaş dolaş bir resmimiz çıktı. Gazetenin bir kutlamasında çektirmiştik.
Gülçin'in bu jesti beni nasıl duygulandırmıştı.
Ben görmedim, Sedat Ergin ve Çiğdem Toker söylediler. O resim şimdi evinde, televizyonun üzerinde duruyormuş.
Bizim meslekte mert, yürekli, korkmayan, düzgün yazan, yazarken kişisel hesap yapmayan gazeteciler istiyorum. Öylelerine saygı ve sevgi duyuyorum.
Medyada Gülçin Telci gibi 30 köşe yazarı olsaydı, Türkiye'de çok şey daha güzel olurdu.'
Allah sana rahmet eylesin, nur içinde yat. Hoşçakal sevgili sevgilimiz...
KINA YAK BAYAN LİBOŞ
Gülçin Amerika'ya kanser tedavisine gitmişti. Sen ise orada Liboş kocanla tatil yapıyordun. Gülçin'den aile boyu nefret ederdiniz çünkü sizin marifetlerinizi de yazardı. Ona bir lokantada rastladınız.
Bir anda yüzün kıpkırmızı oldu. Hışımla yanına gidip o hasta insana herkesin içinde bağırdın:
‘‘Ben buradayım ama sen gidiyorsun. Sana güle güle...’’
Kanserle boğuşan Gülçin'e ‘‘Öleceksin’’ diyordun.
Bunu söylerken utanmıyor, sıkılmıyordun.
Haklıymışsın Bayan Liboş! Gülçin gitti ama sen oradasın!
Kocanla birlikte kına yak. Zil takıp oyna.
Paylaş